Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '07

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Garruluslara da bir şeyler oldu

Garruluslara da bir şeyler oldu
 

Bu sene kargalara bir şeyler oluyor. Kargalar "karga" olmaya başladılar yeniden. İstanbul'da kara kargaların neler yaptığını izlemişsinizdir haber bültenlerinde. Çevre esnafıyla yapılan söyleşilerden anladığımıza göre, İstanbul'un kargaları işi bakkaldan çerez ve cips filan aşıracak kadar abartmışlar bu sene. Eee, ne yapsın hayvancağızlar gündüz gözüyle onca kapkaç vakasını göre göre bunu normal bir şey sanmışlardır. Neyse, benim yazımın konusu İstanbul'un kara kargaları değil Adana'nın alakargaları.

Öyküye konu kargaların bilimsel adı Garrulus glandarius. "Avrasya alakargası" yani. Onları neredeyse altı yıldan beri tanıyorum. Daha doğrusu kendilerini tanıtmayı iyi beceriyorlar. Hatta, geçtiğimiz Pazar günü birkaç tanesi tanıtma işini o kadar ileri götürdüler ki bu günlüğün konusu olmayı başardılar.

Bu Avrasya alakargaları muhtelif yerlerde değişik pozlar verirler bana. Bunlardan biri, iki yıl kadar önce bir gülibrişim* ağacında gördüğüm genç bir alakargaydı. Öyle bir poz vermişti ki bana yakışıklı çıksın diye tünediği daldaki çiçekleri tam kafa üstünde bir yere getirecek biçimde durmuştu. Öyle bir pozdu ki, sanki başında gösterişli bir padişah kavuğu taşır gibi irice ve renkli bir ibiği varmış gibi bir poz vermeyi becermişti kendine (Bkz http://adana-fauna.blogspot.com).

Nasıl bir şeydir bu alakargalar? Karın bölgeleri kirli beyaz üstüne kızılımsı sarı; kanatları mavi, gri, siyah karışımlı; siyah gagalı, gagadan göz altına doğru olan bölge mavi ve siyah sürmelidir. Kül rengine çalan beyaz renkli kuyrukları gövdesinin yarısı kadar uzunluktadır. Sevimli bir görünüşleri vardır. Ve bir o kadar muzip kargalardır bunlar.

Anavatanının Asya ve Afrika olduğu söylenen Avrasya alakargaları genelde ormanlarda veya ağacı bol alanlarda yaşarlar. Meşe palamudu ise en sevdikleri yiyecektir. Ancak her türlü meyveyi de severler. Tabii böceklerle de beslenirler. Yani insan gibi, hem otobur hem de etoburdurlar.

Türkiye'nin adı bilinmeyen bir doğal parkı gibi olan Çukurova Üniversitesi Kampüsü tam da onlara göre bir yerdir bu nedenle. Kampüste, çok sevdikleri palamut bir yana hemen her türlü ağacı, meyveyi, böceği ve çiçeği 20 bin dönümlük arazinin hemen her köşesinde bulabiliyorlar. Bir de üç yanı temiz suyla çevrili, temiz havalı, kimyasal ilaçların kullanılmadığı bir arazi olunca keyifleri fazlasıyla yerinde. Eee, olmasın mı? Sen kalk kuru Afrika'dan bu cennet yere göç. Ekmek elden, su gölden yaşa! Hangi kuş istemez? Yaz, Kış hep buradalar. Sanırsın ki üniversite öğrenimi için gelmişler. Ama bir terslik var gibi. Önceden söyledim ya, beş-altı yıldır görüyorum onları. Dört yılı çoktan geçti kampüsteki yaşamları. Bunların mezun olacakları filan yok. Düpedüz pasaportsuz ilticacı oldular artık...

Onları lojmanlarımızın önündeki ağaçlarda çirkin sesleriyle bağırıp çağırıp uçuşurken görürüm. Özellikle, seher vakti sağa sola uçuşup yaygaracı sesleriyle uyandığım zamanlar da olmuştur. Ya da erken saatler de uyandığımda seslerini duyduğum için öyle sanıyorum. Sesleri kara kargalar (Corvus corax) kadar çirkin olmasa da serçelerin, arap bülbüllerinin, kumru ve kırlangıçların sesini gölgede bırakacak kadar keskin ve bas baritondur.

Onlara ilgimi biliyorlar olsa gerek. "Madem bu kadar tanımak istiyorsun, daha iyi tanı öyleyse!" dediler adeta. Bu Pazar daha yakından tanıttılar kendilerini. Daha doğrusu taciz ettiler bizi. Hobi bahçemizde kebabımızı pişirirken birden bire tepemizdeki fıstık çamının dallarına doluştular. Hem de oturduğumuz yerin tam üstünde, tepemize üç, dört metre mesafedeki dallara. Dallardan ince parçacıkları, kuru çam yaprakları, ince tüyler ve zibiller dökülmeye başladı. Sinirlendik, bir ara bir tane iri kozalak da düşünce iyice sinirlendik. Keyfimizi bozuyorlar, ağacın altındaki piknik masasında bulunan yiyeceklerimizi, salatalarımızı kirletiyorlardı. "Hışşt! Kışşşt! Hoşşt!" benzeri garip ama doğal seslerle el, kol işaretleri yaparak kovmaya çalışıyoruz. Bizi takan kim? Çok sıkışınca birkaç metre yukarıdaki dallara çıkıyorlar, daha fazla kavgacı oyunlar oynuyor ve yaygaracılıklarını arrtıyorlardı.

Hâl böyle olunca cep telefonumun kamerasıyla fotograflarını çekeyim bari dedim. Birkaç tane de çektim. (İşte yukarıdaki onlardan biri). Fotoğraflarını çekerken kafalarını, gözlerini çevirerek bana bakıyorlardı. Türlü türlü ilginç ve komik hareketler yapıyorlardı. Biri cep telefonuma öyle bir baktı ki, hırsızlıklarını bildiğimden fotoğraf çekmeyi bırakıp telefonu cebime soktum çabucak. Sonra kendiliğinden çekip gittiler. On metre kadar ötedeki okaliptus ağacına doğru uçtular. "Oh! Nihayet gittiler" diyerek sevindik.

Nerede? Onları unuttuğumuz bir anda iki tanesi öyle bir pike dalış yaptılar ki, üç metre kadar ötemizde, daha doğrusu yanıbaşımızda bulunan masadaki tabaktan pişmeyi bekleyen soslu piliç kanatlarını kapıp hızla uzaklaştılar. Her şey o kadar ani oldu ki, göz açıp kapayıncaya kadar uçup gittiler. Önce şaşırdık, hatta korktuk. Ama sonra kahkahalarla güldük. Bunu hırsızlık değil alakargaların verdikleri pozun karşılığına saydık.

Böyle şeyler yapmazdılar hiç. Dedim ya, bu sene kargalara bir şeyler oluyor. Bizim alakargalar TV'deki İstanbul'lu soydaşlarının yaptıklarından etkilendiler herhalde. İstanbul modası hızlı yayılıyor. Medyanın gücü işte. Güzel bir anı oldu bize. Bir daha gelirlerse ayrı bir tabak da onlara koyacağız. Beş, on metre ötede bir yerlere. Onlar bizi rahatsız etmesin, biz de onları rahatça izleyelim diye.

Esen kalın.

* Gülibirişim: Albizia julibrissin
Foto: Fıstıkçamında bir Avrasya alakargası, Çukurova Ü. Kampüsü, 10.07.2007

 
Toplam blog
: 32
: 2489
Kayıt tarihi
: 23.05.07
 
 

çevre ve ekosisteme gönül vermiş, doğada dolaşan, doğayı seven ve doğanın dilini öğrenen ..