Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '15

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Gastroturizm: Kommagene-Urfa

Gastroturizm: Kommagene-Urfa
 

Sabah erkenden çalan alarmın o saç baş yoldurucu sesi ve ısrarı ile zar zor kendimi yataktan atıp beni deli eden bir mide bulantısı ile kendimi tuvalete kapadım. Vücudumun yönetimini tamamen ele geçiren ve dur kalktan anlamayan bu hormon ayaklanması her sabah midemde olmayan şeyleri dışarı atma çabası ile beni tuvalet köşelerinde esir ediyordu. Bu sabahın da hormon ayaklanmasını başarı ile savuşturduktan sonra diğerlerinin henüz kalkmamış olmasını avantaj bilip kendimi duşa attım. Ayılmamı sağlayacak başkaca bir yol yoktu sabahın bu saatinde. Duş sonrası ayılmış, kendine gelmiş, midesindeki ayaklanmayı bastırmış ve yenilenmiş bir şekilde odama çekilip giyinmeye başladığımda ev ahalisinin daha yeni uyanır olduğunun sinyallerini veren ayak sesleri ile kaplanıverdi koridor. Yarım saat içerisinde de kendimizi kapının önünde annemlerle vedalaşırken bulduk. Bekle bizi Peygamberler Şehri; biz geliyoruz...
Yola çıkmadan evvel de kahvaltımızı, Antep’in vazgeçilmez tatlarından birisi olan Beyran ile yaptık. Beyran, et suyu, pirinç, gerdan, sarımsak ve çeşitli baharatlardan oluşan, yüksek ısıda kaynatılarak hazırlanan, içerken genzinizden midenize kadar o baharatları ve sıcağı hissettiğiniz, yöreye özgü ve sabahları içilen bir çorbadır. İlk denememde, acısız diye belirtmediğim için bana normal acılı Beyran servis edilmişti ve o ilk kaşıkta yaşadığım acı şokunu size anlatamam J Acı sevenler için vazgeçilmez bir şölen olduğu kaçınılmaz. O gün sabah ise tecrübeli olmanın verdiği avantajla kendime acısız beyran sipariş ederek bu tarif edilemez lezzetin keyfini sürdüm. Beyranlarımızı da içtikten sonra Urfa’ya doğru yolculuğumuza devam ettik.

Yolculuğumuz boyunca hem yolda gördüklerimizin fotoğrafını arabanın camından yakalamaya çalışıp hem de elimizdeki telefonlardan bu toprakların tarihi ile ilgili bulabildiğimiz bilgileri birbirimize okuyorduk. Daha ziyade, ben telefondan araştırma yapma konusunda biraz başarısız olduğum için, ön koltukta seyir halinde olan ve neredeyse konuştuğumuz her konuda bir kere bile olsa telefonunu çıkarıp google dan araştırma yapan Gogo’ya paslıyordum bu işi. “Gogo bu gölün hikayesi neymiş”, “Gogo kommagene neresiymiş tarihi neymiş, bir bakıversene” şeklindeki emrivakilerime ilk başlarda hiç hayır demeden yanıt veren canım arkadaşımı yolculuk sonuna doğru bezdirecektik :)
* Sınırları Malatya, Adıyaman’dan dönemin efsanevi kentlerinden Zeugma’ya kadar uzanan Kommagene uygarlığı, Dicle ve Fırat nehirlerinin yukarı kıyılarında kurulmuş. Krallık, Toros Dağlarındaki çeşitli yolların birleştiği bir noktada, Suriye’nin kuzeyi, Hatay, Pınarbaşı, Kuzey Toroslar ve doğuda Fırat Nehri’nin çevrelediği Adıyaman, Kahramanmaraş ve Gaziantep illerini kapsayan bir coğrafyaya yayılıyormuş. Bu uygarlık, tarihi kayıtlarda ilk kez M.Ö.850 yılları civarında görülmeye başlanmış. M.Ö. 700 yıllarında bir Kommagene kralı Asurlulara başkaldırmış ama Asur kralı Kommagenelileri yenmiş ve onları bugünkü Irak sınırına kadar sürmüş. M.Ö.600 yıllarında Babilliler Asurluları yenilgiye uğratmış ve sonradan Kommagene uygarlığının başkenti olacak Samsat’da son kez savaşmışlar. Bu savaşta da, Babilliler Asurluları yenmeyi başarmış. Kommagene halkı M.Ö.550 yıllarında önce Babillileri yenen Perslerin sonra da Persleri yenen Büyük İskender’in ordularının istilasına tanık olmuşlar. En nihayetinde, M.Ö.130 yıllarında Kommagene krallığı bağımsızlığını kazanmış. Kommagene uygarlığının tamamen kendine has bir sanat anlayışı varmış. İçerisinde farklı kültürlerin, geleneklerin, farklı diller konuşan insanların, doğu ve batı halklarının bir potada eridiği bu topraklarda, sanat da Yunan ve Pers sanatlarının bir senteziymiş. Kral Antiokhos sanata destek vermiş. Öyle ki meclisinde sanatçıları ve bilginleri toplarmış. İşte dağın zirvesinde yer alan o görkemli heykeller Kommagene sanatının ihtişamını gözler önüne serer niteliktedir. Bu sırada, topraklarda yeni bir tehlike belirmiş. Romalılar batı Anadolu’ya adımlarını atar atmaz Bythinia, Pisidia, Galatia ve Cappadocia gibi krallıkları ele geçirmeye başlamışlar. M.Ö.80 yıllarında Bythinia ve Pisidia’yı egemenliklerine almışlar. Aynı sıralarda Partlar da Kommagene sınırına varmışlar. Romalılar M.Ö.70 yıllarında en büyük düşmanları olan Pontus Krallığını devirmişler. Arkasında Pontus’un güçlü müttefiki Arm Krallığını yıkmışlar ve fetihlerini tamamlamak için bölgede kalan son bağımsız krallık olan Kommagene’ye yönelmişler. Bu küçük krallığın ele geçirilmesi onlara hiç de zor gözükmemiş. Ancak Kommagene ciddi bir şekilde direnç göstermiş ve bu topraklarda çatışmalar sürmüş. Ancak Kral Antiokhos’un ölümünden sonra yerine oğlu 2. Mithridates geçmiş. Kral Antiokhos ise Nemrud tapınağına tahminen babasının yanına gömülmüş. Fakat artık Kommagene krallığı Roma İmparatorluğuna denk değilmiş. Kommagene önce Suriye’nin uydusu, sonrasında da eyaleti haline gelmiş. Kommagene son olarak Kral 4. Antiokhos zamanında kısa da olsa bağımsız kalmayı başarmış ama Kral 4. Antiokhos da M.S.71 yıllarında Roma ordusuna yenik düşmüş. Kommagene ordusu Roma ordusuna dahil edilmiş ve gelecekte çıkabilecek isyanları önlemek için Kommagene uygarlığının yüceliğini anlatan binalar ve heykeller yıkılmış. Kommagene’nin yıkılışı ile Nemrud Dağı’ndaki tapınak da yıkılmış ve Nemrud Dağı uzun uykusuna dalmış. Dağın keşif öyküsü Osmanlı’nın Almanlarla ortak olarak inşa ettiği Anadolu-Bağdat Demiryolu yapımı sırasında Alman Mühendis Karl Sester’in Malatyalı köylülerden duyup, onlarla beraber tırmandığı Nemrut Dağı zirvesindeki dev heykelleri görmesiyle başlamış.
Bu bilgileri de aldıktan ve bunları dinlerken yolda bir dizi fotoğraf çektikten sonra Urfa’ya ulaşmıştık. Urfa’ya her gidişimde mistik bir duygunun beni kapladığını düşünürüm; bu sefer de farklı olmadı ve o mistik hava içerisinde kendimi kaybettim J Gördüğüm her kareyi deli gibi çekmek istiyor; iki saniyede bir makinanın çıkardığı klik-klik sesleri ile önümü bile görmeden yürüyordum. Urfa’da ziyaret edeceğimiz yer Balıklı Göl idi. Direk oraya yöneldik. Haftaiçi olması ve bayram seyran olmaması nedeniyle oldukça boştu ve rahat rahat yürüyebiliyorduk. Balıklı Göl’ün kenarına varınca, yanımdaki minik çocuğun balıklara attığı bir avuç yeme balıkların çılgın gibi atlayışı hala gözümün önünde J
Balıklı Göl’ün efsanesi ise şu şekilde...Nemrut zulmü ile çevresine korku ve dehşet saçıyormuş. Bir gece bir rüya görmüş ve bunu din adamlarına yorumlatmış. O yıl doğacak çocuklardan biri Nemrut’u öldürecekmiş. Bunun üzerine Nemrut o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesi emrini vermiş. O yıl İbrahim peygamberin annesi Sara Hatun kaçmış ve bir mağaraya gizlenmiş. Burada çocuğu doğurmuş ve çocuğu oraya bırakmış. Çocuğu dişi bir ceylan emzirmiş. Aradan zaman geçince askerler İbrahim peygamberi mağarada bulmuşlar ve Nemrut’a getirmişler. Nemrut bu çocuğu sevmiş ve yanına alıp büyütmüş. İbrahim peygamber ise bir süre sonra Nemrut’un zulmünü ve putlara tapışını ve halkı da buna zorlayışını görmüş ve putların Allah olmadığını söylemiş. Halka bunu anlatmış. Nemrut’un evlatlığı Zeliha ona inanmış ve o da Nemrut’tan çok korkuyormuş. Bir tören günü İbrahim peygamber sarayın putlar bölümüne girmiş ve bütün putları parçalamış, elindeki baltayı da en büyük putun üstüne asmış. Törenden dönenler endişeyle durumu Nemrut’a haber vermişler. Nemrut gelmiş ve İbrahim peygamber demiş ki balta onun elinde demek ki bunu o put yaptı. Nemrut sinirlenip bu nasıl olur diye haykırmış. İbrahim peygamber de demiş ki anlatmak istediğim budur, siz kendi ellerinizle yaptığınız putlardan medet umuyorsunuz, sizi korumasını bekliyorsunuz. Sinirlenen Nemrut ve diğerleri onun üzerine yürümüşler ve Nemrut İbrahim peygamberin yakılmasını emretmiş. Har taraftan odun toplanmış ve Halilürrahman Gölü’nün bulunduğu yerde yığılmış. Nemrut’un kalesinin kuzeyine iki sütun yaptırılır ve İbrahim peygamberin buraya gerilerek halatlarla ateşe fırlatılması düşünülür. Bu sütunlar, Urfa kalesindedir ve 7 kişi bu sütunları ancak sarabilir. Ve bu sütunlara mancınık denir. En sonunda İbrahim peygamber bu sütunlara gerilir ve fırlatılır. Odun yığınlarının arasına düşer düşmez ateş yerine burası göl olur; odunlar da balığa dönüşür. Balıklar yandıkları için üzerlerinde kara lekeler bulunur. Göle Halilürrahman Gölü denir. Zeliha’nın gözyaşları ile oluşan küçük göle de Aynızeliha (Zeliha’nın gözyaşları) denir. Halk inanışlarında bu göl ve balıklar kutsal sayılmaktadır; ve bu balıklara dokunanların öleceğine, ya da başlarına bir bela geleceğine inanırlar.
Biz de balıklı gölden başlayıp aynı bahçe içerisinde yer alan ve İbrahim peygamberin doğduğu mağara olduğunu söyledikleri mağarayı gezerek Urfa’da gezeceğimiz yerleri noktalamış olduk. Bu sırada, Balıklı Göl’de karşılaştığımız ve fotoğraf çekilmeyi ihmal etmediğimiz Kahtalı Mıçı ise turumuzun süprizi oldu diyebilirim :)
Bir dip not olarak sadece şunu belirtmeliyim ki halk tarafından kutsal olarak görülen bu mekanlar, malesef yine aynı halk tarafından pek de kutsala yakışır şekilde ağırlanmamaktalar. Özellikle mağara ve içerisinde kutsal olarak adlandırdıkları suyun önünde yaşanan arbedelere tanık olduktan sonra halk olarak “kutsallık” anlayışımızı sorgulamaya başladım diyebilirim.
Urfa’da gezmeyi planladığımız yerleri bu şekilde tamamladıktan sonra şimdi sırada yemeği nerede yiyeceğimize karar vermek vardı. İçinde bir fıskiye ile suların dağıtıldığı havuzun kenarında çaylarımızı yudumlarken yapılan birkaç telefon görüşmesi akabinde gidilecek yere karar vermiştik. Midemizden gelen gurultularla beraber karşılaşacağımız o enfes kebap görüntülerini gözümüzde canlandırıyorduk :) Yolun sonunda şirin bir bahçesi olan iki katlı Dedecan Restaurant'a vardık ve sevgilimin müdahelesi ile siparişleri verdik ve bu enfes ziyafetin tadını çıkardık. Kebabın ve etin tadını bu kadar içesine aldığım bir başka yer yoktu sanıyorum şimdilik. Ben böyle düşünüp ellerimle kebaba yumulurken, ilerleyen günlerde Hatay’da tadacağımız o enfes lezzetleri ve masada kendimizden geçişimizi daha yaşamamıştım tabii ki :) Orada yaşadıklarımız ise bir başka yazının konusu olacak :)
Urfa’dan midemiz ve fotoğraf makinalarımız dolu bir şekilde dönüş yaparken arabada dört baygın kişi olarak ertesi günün planlarını yapmaya koyulmuştuk bile. Ertesi gün Adıyaman’a gitmeye karar vermiş ve tüm planlarımızı buna göre hazırlamıştık. Ama sonra ne mi oldu? O da bir sonraki bir yazının konusu diyor ve To Be Continued diyerek bu yazıyı noktalıyorum :)
* Bu paragrafta anlatılan bilgilerin tümü http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kommagene_krall%C4%B1%C4%9F%C4%B1 sitesinden elde edilmiştir.

 
Toplam blog
: 17
: 162
Kayıt tarihi
: 30.12.13
 
 

Gezen anne, cocukla nasil gezilir, yemek fotografcisi, mekan yorumcusu, gezenti, yay burcu ..