Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '15

 
Kategori
Edebiyat
 

Gazeteler ve edebiyat

“Gazeteler ve edebiyat” başlıklı bugünkü yazımda daha çok Yeni Şafak Gazetesi’ni ve yazarlarını ele alacağım. Andığım bu gazete sadece bir haber ve yorum gazetesi değil. Yazarlarının hepsinin edebiyata da düşkün oldukları bir gerçek.  Yazılarında sevgi var, şiir var, atasözü var, hayata ilişkin gözlemler var; kısacası edebiyat var.

Gazetelerde edebiyat olmalı. Edebiyatın içinde hayatın bütünü var çünkü. Hergün ya da bir ömür boyu yazmak elbette güzeldir, bir başarıdır; ama kalem erbabında suyunu içmeye doyamadığımız berrakça akan bir pınarın suyu gibi yürekten yüreğe akan sevgi olmalıdır. Bu da insan sevgisidir.

Edebiyatla hayat içiçedir. Gazeteler de günlük yayınlanırlar haber ağırlıklıdırlar. Ancak bir gazetede edebiyat olursa o gazetenin tadına doyulmaz.

Gazeteler ve edebiyat dedik, şimdi sizlere Yeni Şafak Gazetesi’nde yazan ve benim de severek okuduğum yazarlarından bazılarının yazılarından kısa örnekler sunayım:

İlk olarak Ali Nur Kutlu’dan başlayayım:

 

“Bir önerim var genç adam:

Genç dostum sana bir önerim var. Kıymetli bir öneri. Sabırla bu yazıyı sonuna kadar oku, öneri yazının sonunda. Kestirmeden gidip önce yazının sonunu okuma, önerinin kıymeti kalmaz o zaman. Merak etme öyle sıkıcı öğütler değil.

(…)

Önerim şu:

Yaşı 40/50 civarında 5 kişi seç. Başta annen ve baban, yakın aile üyesi ya da tanıdığın olsun. Onlara de ki, 'hayatında geriye doğru gitsen ve benim yaşıma kadar gelsen, hangi kararlarını değiştirmek, gittiğin hangi yolu farklı seçmek ve yaptığın hangi hatayı telafi etmek isterdin?' Hayatında yanlış iliklediğin düğme var mı, diye sormayı da ihmal etme.

Bir kişiden en az 3 tane geçmişe yönelik not al. Sonra bunların hepsini bir araya getir. Bu şu demektir, gelecekte, yani bizim yaşlarımıza geldiğinde yapacağın ve çok pişman olacağın 15 büyük hata ve dönüm noktası şimdi önünde duruyor. Aslında sana, hayatında geriye doğru gitme ve bazı şeyleri değiştirme fırsatını veriyor bu 15 madde. Yani bizim şimdi yana yakıla ulaşmak istediğimiz fırsat bu.

O 15 madde senin de bir gün karşılaşacağın hataları, yol ayrımlarını, dönüm noktalarını gösteriyor aslında. Yani çok önemli bir fırsat bu. Bunu nasıl değerlendireceksin, ne yapacaksın artık sen karar ver.

Önerim buydu genç dostum, sıkılmadın değil mi? “ (Ali Nur Kutlu’nun “Bir önerim var genç adam” başlıklı yazısından. Yeni Şafak Gzetesi,03 Mayıs 2015 Pazar)

Şimdi de İsmail Kılıçarslan'dan kısa bir alıntıyı okuyalım:

İsmail Kılıçarslan’ın, “Görmek, gezmek, dolaşmak, keşfetmek” başlıklı yazısından (Yeni Şafak, 03.05.2015) bir bölüm:

“Sen aşkı ne sanıyorsun sahi?

Kurt Vonnegut demişken, şu aralar üstadın Mavi Sakal'ını okuyorum. Bana kalırsa 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri idi zat-ı şahaneleri. Kitaplarındaki evren oluşturma gücü, alayla karışık toplumsal tespitleri ve Amerikan sistemini yerle yeksan eden eleştirileri için büyük saygı duyduğum Vonnegut amca, Mavi Sakal'da da çok ilginç bir dünya oluşturmuş yine. Soyut dışavurumcu başarısız ressam Rabo Karabekian'ın kurmaca otobiyografisi olan Mavi Sakal, mütevazı bir başyapıt.

Kitaptan şu paragrafa dikkat kesilelim:

'Bir gün şehirde yürürken 'insanlar bizi iki âşık zannediyorlar' dedim ona.

'Haklılar' dedi.

'Ne demek istediğimi anladın herhalde' dedim.

'Sen aşkı ne sanıyorsun sahi?' diye sordu.

'Galiba bilmiyorum' dedim.

'En iyi kısmını biliyorsun aslında' dedi. 'Böyle sokaklarda dolaşmak ve gördüğün her şeyden keyif almaktır. Eğer geri kalan kısmını kaçırdıysan, senin için katiyen ağlamam.’ “

Yaşar Süngü'yü tanıyıp keşfedelim:

Yaşar Süngü’nün “Şehir ve Zenginlik” başlıklı yazısından ( Yeni Şafak, 03.02.2015) bir bölüm:

“Şehir ve zenginlik

İki zenginlik var: Ekonomik zenginlik ve kültürel zenginlik.

Biri şişkin cüzdanı, diğeri kalp ve ruhun olgunluğunu temsil eder.

İkisi de birbirini tetikler.

Burada da akla hep şu soru gelir;

Ekonomik zenginlik mi, kültürel zenginlik mi hangisi önce gelmeli?

Bunun farklı cevapları ve sahipleri olsa da ben kalıcı ve sağlıklı olma hususunda önce kültürel zenginliğin gelmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kültürel zenginliğin de ekonomik zenginliği doğurduğuna inanıyorum.

Ancak halk arasında çoğu zaman tersi örnekler çok olduğu için ekonomik zenginlik önce gibi algılanıyor.

O yüzden, “Kıroyum ama para bende" sözü halk arasında çok tutulsa da, birçok alanda geçerli olsa da makbul, itibar gören bir anlayış değildir.

Nasreddin Hoca'nın “Ye kürküm ye" fıkrasında anlatılan olay her zaman ve mekanda birçoğumuzun başına gelir. Ancak kimse bunun böyle olmasını istemez.

*

Zenginlik kafadan başlamazsa, insanın üstünde iğreti durur.

O yüzden sonradan zengin olup da zenginliğini kaldıramayanlara görgüsüz derler, sonradan görme diyerek küçümserler.

Halk arasında moda tabirle kıro derler.

Kıro milliyet, ırk anlamında kullanılmaz.

Kıro, zenginlik ve makam mevki sınavını geçememişlere denir.”

(…)

Yaşar Süngü'nün her satırı adeta ders dolu bir başka yazısından bir bölüme geçeyim.

Havaların soğuduğu ve İstanbul’da sokakta yaşayanların Kapalı Spor Salonlarına toplandığı bir zamanda  Yaşar Süngü’nün  (Yeni Şafak, 11.01.2015) yazdığı bir yazıyı da kesip dosyamda saklamışım. Yazının başlığı: “Bugün zenginsin, yarın zaten yok”.  Bu yazıyı da mutlaka okumalısınz.  Yazıda kulağımıza küpe olması gereken bir atasözümüz var: “Zenginliğine güvenme bir kıvılcım yeter, güzelliğine güvenme bir sivilce yeter.”

Sözünü ettiğim, Yaşar Süngü’nün yazısından bir bölüm:

“Sokakta doğan ve büyüyen kedi köpek gibi 4 ayaklı varlıklarla aynı muameleyi gördüklerine bakmayın.

Onlar da bizim gibi iki ayaklı varlıklardan.

Ağaç kovuğundan ya da yumurtadan çıkmadılar.

Onları da anneleri muhtemelen bir hastanede doğurdu.

Onlar da insan, yani tıpkı bizim gibi.

Onların da bir zamanlar eşi dostu, anneleri babaları, akrabaları komşuları vardı.

Tıpkı bizim şimdi olduğu gibi.

Onların da bir zamanlar parası, kredi kartları, evi, arabası vardı.

Aramızdaki tek fark: Bizde yukarıda saydığım sahip olduğumuz şeyler devam ediyorken     onlarda etmiyor.

Şimdilik...

*

Sokak, park, metruk bina ve cami avlularında yaşam mücadelesi veren evsizlerin hayat hikayelerini dinlediniz mi?!..

80 yaşında emekli avukat Erdoğan Gençel.

Yıllarca önemli davalara bakmış.

Hayali Kadıköy’de bir halk kitaplığı tesisi yapmakmış ama nasip olmamış

Emekli olduktan sonra bazı sorunlardan dolayı 3 yıldır sokaklarda.

O da şimdi 485’i erkek, 20’si kadın 505 kişiyle beraber Zeytinburnu Spor Salonu’nda havalar ısınana kadar misafir.

Ondan sonra tekrar sokağa.”

(…)

Yeni Şafak Gazetesi; tam bir kültür, edebiyat, sanat gazetesi gibi. Yazarlarının hepsi birbirinden değerli.  Birkaçını sizlere tanıtmak istedim. Bu konuda tekrar yazacağım. Ali Saydam, Yusuf Kaplan ve Osman Akkuşak ta çok beğeneciğiniz yazarlar olarak hayatınızda yer alacaktır, yeter ki bu yazarlarımızı okumak için bir başlangıç yapın. Mesela Osman Akkuşak’ta sadece kendisinde olan bir yazı tekniği-uygulayımı göreceksiniz. Bugünkü (03.05.2015) yazısının başlangıç bölümünü aşağıda okuduğunuzda Akkuşak yazarımızın yazı uygulayımını ayrımsayacaksınız.

osman akkuşuk: (yca: yazarımızın adını ve soyadını, kendisinin yazı uygulayımına uygun olarak yazdım)

“atasözleri arasında

 

sevgili okuyucularım;

atamız, atalarımız deyince, yüzlerce hattâ binlerce sene zarfında bu fâni dünyada ömür sürmüş ecdadımız hatırımıza gelir.. onlar, bu dünyanın gamını, kederini, huzurunu sevincini yaşamış; soğuğunu sıcağını görmüş insanlardır..

malumdur ki gençlik, acemilik, henüz dolmamış olmamış bir çağın adıdır.. insanoğlunun hayatı iyice anlayıncaya kadar epeyi yaşaması yaşlanması icabediyor.. yaşlanarak tecrübesini görgüsünü iyice artırdıktan sonra da artık pek fazla yaşamıyor..

şunu belirtmek istiyorum ki, bu dünyayı anlamış, bilgisi görgüsü ziyadeleşmiş atalarımızın dünya ve hayat hakkında söylemiş olduğu hikmetli, anlamlı, gerçekçi sözler dünya durdukça çoğalmakta, çeşitlenmekte ve birikmektedir..

bugün değerli okuyucularımla birlikte her biri birer inci tanesi olan bu sözlerden beş on tanesinin sevkettiği mânâlar ve duygular arasında dolaşarak günün yorgunluğunu biraz olsun tâdil edelim; verdiği edebi hazdan da bir miktar hisseyabolalım.. aynı zamanda bilgimiz, görgümüz takviye edilmiş olsun; istedim..

herbirini okudukça şaşmamak, hayran olmamak elde değildir:

-tokun yanında açlığını belli etme..

-fakirlik kapıdan girince aşk pencereden kaçar..

-fakir dost çabuk unutulur..

-fakir adam hazır şeytan..

-donsuzun gönlünden dokuz top bez geçer..

-devletli yanını kaşısa, yoksul para verecek sanır.. “

(…)

Edebiyat can çekişiyor. Gazeteler binbir zorlukla ayakta kalabiliyor. Şair yok, şiir yok. Roman var ama, roman ne kadar roman!..  Kalem-kağıt; ne elimizin altında, ne cebimizde ne masamızda, ne de çantamızda… Biz insanlara edebiyat her zaman lazım; ekmek gibi, su gibi. İyi de sen yazmazsan, ben yazmazsam kim yazacak. Yazanları da tanımak, eserlerini okumak gerekmez mi?!.. Gazetelerde edebiyat yok gibi… Şiir uçup gitti bir yerlere yuvasına dönmeyen kuş misali. Oysa insanlığın çok dertli olduğu bir dönemi yaşamaktayız, asıl şimdilerde yazılması lazım şiirin, hikayenin,romanın. .. Belki de dünyanın her yerinde insanlar kendi dertlerine düşmüş, kimsenin gözünün gördüğü de yok edebiyatı. İyi de dertleri yazmakla başlar ya edebiyat da…

Akdenizde ölenlerden geriye kalanlar…

Irak’ta olup-bitenler… İki bin üç yılından beri Irak’ın Irak’lıkla; ülke olmakla alakasının kalmaması…

Kalan var elbette!...

Acılar var: İnsanlığa sen insan mısın dedirtecek acılar!..

Edebiyat asıl şimdi ortaya çıkarılmalı…

Yoksa tersi mi; hayat, hayat olmaktan çıkar, ölen ölür, kalan kalır ve çok sonra da edebiyatı mı yazılır!..

Filmleri çekilir sineması olur, tiyatrosu olur “Troyalı Kadınlar” gibi…

Ülkemizde de edebiyatçılar var mı yok mu belli değil…

Oktay Akbal da hastahanede…

Oktay Akbal adı, onu tanıyanlara sevecenliği hatırlatır…

Yazarlar hep yarınlara kalanlardır: Gazetelerdeki yazı ve haberleriyle, şiirleriyle, romanlarıyla, piyesleriyle, görüp yazdıklarıyla, sundukları sevgilerle, yaşama sevinçleriyle…

Gönül gözümüz de açık olsun o zaman gözümüzle beraber; cebimizde de bir küçük defter ve bir de kalem olsun…

Türk Milleti’ne ve insanlığa huzur diliyorum…

 
Toplam blog
: 94
: 202
Kayıt tarihi
: 16.08.12
 
 

Babam; okumaya, hele de gazete okumaya çok meraklıydı. Aldığı gazeteleri okur, sonra da masama bı..