Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Gaziantep

Gaziantep
 

Gaziantep/Zeugma


8 Şubat 2010 tarihinde “Gazi”lik unvanı verilişinin 89.yıl dönümünü kutlamış olan Gaziantep ilimiz, aynı zamanda, günümüze kadar varlığını sürdüren, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biridir.

Öncelikle, eski adı Ayntab (Pınarın Gözü, Han Toprağı, Parlayan Şehir anlamında) olan bu yöreyi, 1600’lü yıllarda ziyaret eden Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bu ilimizle ilgili şöyle söz etmiş:

“Ayıntab’da sarayı andıran toprak ve kireçle örtülü bayındır, bakımlı, yüksek saraysı 300’ü aşkın ev vardır. Her evde Hayat Irmağı denginde sular akmaktadır. Bu evlerin hepsinde özel hamam bulunmaktadır. Her ev bağ, bahçe, fıskiyeli havuzlar, çeşit çeşit servi, çınar, söğüt, kavak ve diğer meyve ağaçları ile donatılmış “İrem Bağı” gibidir.

Bu yöre, 3900 dükkanlı büyük bir çarşıya açık artırmayla satış yapan pazarlara da sahiptir.

Bağları, bostanları, gül bahçeleri geniş örgüden kafese alınmış çok verimli olan Ayıntab, ucuz ve şirin bir şehirdir.

Şehir, yüksek bir düzlükte ve yer yer bayırlar üstünde kurulduğundan suyu ve havası da güzeldir.

Her sokak başında kapıcıların açıp kapattıkları kale kapısı kadar sağlam kapılar vardır. Geceleri tüm sokaklar kandillerle aydınlatıldığından bekçiler gruplar halinde rahatlıkla sokaklarda kol gezerek görevlerini yaparlar.

Şehrin ortasındaki kocaman bir kaya üstüne yüksek, görkemli ve dairevi bir kale oturtulmuştur. Kale çok sağlamdır.

Kahvehanelerinde yapılan hoş söyleşilerle insanları kendilerine çekerler, hatta özendirirler.

Şehri çevreleyen dağlar tümüyle bağdır. Şehrin yeme, içme dışındaki yönlerini de överler. Buranın âlemi bezeyen kırk çeşit üzümü, binlerce tulum pekmezi, bademli ve şamfıstıklı tatlı (köftürü) sucuğu, pestili vardır ki, Arap’a, Acem'e ve Hindistan'a kadar gönderilir. Tüm halkı tatlı yediğinden tatlı dillidir. Ama dillerinde pelteklik vardır. "r" sesiyle, "k" seslerini doğru çıkaramazlar.

Yöre nar, incir, dut, şeftali, zerdali, kayısı, beyaz ekmek ve yoğurduyla dünyaca ün kazanmıştır. 1648’de tekrar gördüğümüz şehir, bu kez nice mahalle, han, cami ve dükkan kazanarak büyük bir gelişme göstermiştir.

Kısacası bu şehri anlatmaya, ne dil, ne de kalem yeter. "

Görüldüğü gibi, “Neden gitmeliyim?” sorusunun cevabı Evliya Çelebi tarafından o yıllarda verilmiş bile.

Eskiden Anadolu’yu Ortadoğu ve Uzakdoğu’ya bağlayan İpekyolu üzerinde yer alan bu ilimiz, günümüzde de Türkiye’nin batı ve güney kesimini, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle birleştiren kara ve demiryollarının keşiştiği yerde olduğundan, mal ve hizmet akışının odaklandığı önemli bir merkez.

Büyük İskender tarafından, M.Ö.300 yılında kurulan bu şehre (köprü anlamına gelen) Zeugma adının verildiğini hatırlatırsam, sanırım bu yörenin önemini daha iyi anlatmış olurum.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yerel sanayinin devlet tarafından desteklenmesiyle dokuma, un, içki, ağaç ürünleri, makine ve sabun üretimi gelişmiş olsa da en önemli ticareti, hayvancılıktı. Mısır, Suriye ve diğer Arap ülkelerine (resmi rakamlardan daha büyük oranda olduğu bilinen kaçak hayvancılığı da buna katarsak) çok büyük bir sayıda canlı hayvan ticareti yapılmakta idi.

1968’de ise kalkınmada öncelikli iller kapsamına alınan bu ilimizin, geleneksel küçük sanayi kolları olan dokuma, gıda ve şarapçılık da önemli bir yeri var. Ayrıca zeytinciliğin de yapıldığı Nizip’de bir zeytinyağı fabrikası kurulmuş.

Türkiye coğrafi konumu, tarihi ve doğal zenginlikleri ile bilinmesine rağmen, turizm konusunda diğer ülkelerle kıyasladığımızda, ne yazık ki ön sıralarda yer almamakta.

Uygulanan ya da hiç uygulanmayan projeleri karalamak yerine, artık kolları biran önce sıvayıp hızlı ve büyük adımlarla, bir hedef belirlemeli.

Bugüne kadar bizde ve diğer ülkelerde yapılan hataları da bilerek geç kalmışlığımız şansa bile dönüşebilir.

Şöyle ki; doğal zenginliklerimizi yok sayarak, turist istiyor diye oraya buraya lüks oteller inşa edip, yerli turiste bile uygulanmayan daha ucuz fiyat politikası ile, “her şey dahil” kampanyaları düzenleyerek otel turizmine ağırlık verilmesi, ülke adına bir kazanç sağlamadığını en azından anlamış bulunuyoruz.

Henüz tamamını tüketmediğimiz bâkir alanlarımızın korunması için adımlar atarak, mevcut doğal güzelliklerimizin tahrip edilmemesi için mücadele eder hâle geldik. Bu, tüm yörelerimiz ve ülkemiz adına çok önemli bir adımdır.

Gaziantep ilimiz günümüzde, Levi’s, Adidas, Nike gibi dünya markalarına ara ürün ihracatını gerçekleştirmesine rağmen neden artık kendi markasını yaratamıyor? Önündeki engeller neden kaldırılmıyor?

Türk Papent Enstitüsü’nün belgelerinin yurt dışında da geçerliliğinin olması için daha ciddi girişimler yapılarak, en azından “ucuz halı pazarı” olmaktan kurtulmanın yolu neden açılamıyor?

Birçok işle ilgili, birbirimizi gayrete getirmek için yaptığımız “Bakkal Amca” esprisindeki gibi, un var, yağ var, şeker var ama neden helva yapılamıyor?

Tüm bu sorunlar araştırılırken, helvanın da artık “Bakkal Amca”nın elinden değil, bilimle birleşen, usta ellerden yapılmasının önemi anlatılmalı.

İşte tam da bu noktada, Gaziantep Belediyesi, yöresinde bulunan zenginlikleri korumak ve tanıtmak için, “Kültür Yolu Projesi” adı altında yaptıkları iyi bir örnek.

Şöyle ki; Roma döneminde gözlem için kullanıldığı bilinen ve bütün şehri tepeden seyreden Gaziantep Kalesi’ni, Bayaz, Budeyri, Şıra hanlarını, Naib Hamamı’nı, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesini, (bakır işçiliğinin yeni nesillere usta-çırak ilişkisi ile aktarıldığı) Bakırcılar Çarşısı’nı, Boyacı, Kurtuluş, Şirvan camilerini, Ömer Ersoy Kültür Merkezi’ni, Bey Mahallesi’ni ve oradaki tarihi evleri restore edip sit alanı olarak ilân edilmiş.

Eskiden kandillerle aydınlatıldığı bilinen Bey Mahallesi bu proje ile yerden aydınlatılmış olup, özellikle gece, çok hoş bir görünüm kazandırılmış. Konakların içine ve avlularına yöresel eşyalarla dekore edilerek açılmış olan cafeler gençlerin ve (hedeflenen sayıda olmasa da) turistlerin uğrak yeri olmuş.

Evliya Çelebi’nin o yıllarda bile dikkatini çeken, üretken insanların bulunduğu, tarih, kültür ve doğal zenginliklere sahip bu ilimiz yemek çeşitliliği ile de, günümüzde kendi adıyla anılan, “Antep Sofrası” gibi çok özel lezzetlerin yanı sıra, baklavası ve kebabının da ayrı bir yeri var.

Ancak ilin sadece kebap, fıstık vs. ile anılması bu kente yapılan çok büyük bir haksızlık olduğu kanısındayım. Zira tarihi ve kültürel zenginliği çok daha önemlidir.

Zeugma Antik Kenti’nin tarihi kazıların henüz tamamlanmadan, 1985 yılında başlayıp 2000 yılında bitirilen Birecik Barajı, hatırlarsınız, çok büyük tartışmalara neden olmuştu. Eğer kurtarma kazıları tamamlanabilmiş olsaydı, Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nin yanında 2005 yılında açılan Zeugma Arkeoloji Müzesi belki, dünyanın 2.değil, 1.büyük mozaik müzesi unvanını alabilirdi.

“Paranın gittiğine bakma işinin bittiğine bak” sözünü benimseyen insanların olduğu bu ilimizde, Zeugma Arkeoloji Müzesi’nin açılmasıyla, her şeye rağmen büyük bir gelişme görülmekte.

Bu tarihten sonra, içinde büyük markaların yanı sıra, buz paneti pistinin bile yer aldığı, kendinizi bir Avrupa şehrindeymiş gibi hissedeceğiniz son derece modern bir AVM de açılmış.

Özellikle Osmanlı Dönemi’nde tüfek sapından tutun da, bayan ayakkabısı topuğuna kadar hemen hemen her yerde kullanılmış olan sedefkârlık, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiş.

Ceviz, maun, abanoz gibi sert ve dayanıklı bir ağaç içine oyularak yerleştirilen sedef kakma işçiliği, bakır işçiliği, takı gibi tüm el sanatlarının genç nesillere aktarılması konusunda da adeta bir seferberlik başlatılmış.

Ünlü modacımız Cemil İpekçi’nin bizzat oraya giderek, Osmanlı’ya kumaş üretmiş olan bu yöremizin el dokumalarını, büyülü birer kostüme dönüştürerek bir defile ile tüm dünyanın beğenisine sunması, ülkemiz ve Gaziantep adına kutlanılacak büyük bir başarıdır.

Ayrıca birçok Gaziantepli gençin yurt dışında eğitim aldığını duyuyor, bununla da gururlanıyoruz. İleride, bilgiyle donanımlı olarak kendi yörelerine dönecek olan bu gençlerin ülkemiz adına büyük bir katkıda bulunacaklarına da inanıyorum.

Sanırım, bu kadar çok gezmeye, görmeye, eşsiz lezzetleri tatmaya değecek; “Doğu’nun İncisi” olarak anılan Gaziantep’i hâlâ “Neden gidip, görmeliyim?” diye düşünüyor olamazsınız.

Saime Eren

Dip not: Gitmişken lüften kahvaltınızı yılların tecrübesini küçük, salaş dükkanından, yaşlı elleriyle müşterilerine sunan, Meşhur Muzlu Katmerci Memik Usta’nın “Kahvaltı Tabağı”nı (özel pişirilmiş katmer hamuru üzerine muz, bal, kaymak ve tabii ki antep fıstığından yapılıyor) yemeden güne başlamayın.

Son olarak da, dönüşte yakınlarınıza alacağınız hediye konusunda şaşkınlık yaşayacağınızı bildiğimden, bavulunuzda küçük bir yer tutacak olan Lahori Şalları’ndan almanızı öneriyorum.

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..