Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Gazzeliler gibi olmak ya da olmamak

TERÖR OLAYLARI dün olduğundan çok daha fazla yaygınlaşmaya başladı ülkemizde.

Dağlardaki karakollardan sonra şimdi de deniz kıyısındaki karakollara saldırmaya başladı teröristler.

Kendi aralarında çok etkin bir haberleşme ağı kurulmuş olduğu belli.

Önlenemiyor.

Çok güçlü silahlar satın alabiliyorlar.

Bu da önlenemiyor.

Kısaca terör önlenemiyor bu ülkede.

Teröre karşı verilen mücadelede, her ne hikmet ise uluslararası destekten yoksun olduğumuzu da unutmayalım.

İnsani Yardım amaçlı olarak İstanbul'dan yola çıkan uluslararası nitelikli gemilere İsrail askerleri havadan indirme yaptılar dün.

Akdeniz yeniden, yeni bir Rodos Şovalyeleri dönemine mi giriyor yoksa?

Neden olmasın!

Somali açıklarındaki korsan saldırıları da önlenemedi iki yıldan bu yana.

Anlaşıldı ki çağ değişmiş!

Ne Akdeniz ne Kızıldeniz ne Yemen açıkları artık bizim deniz (more nostrum) değil.

Balıkçı teknelerimizin kimi zaman içine düştükleri acıklı durumları düşündükçe Karadeniz'deki varlığımız bile tartışma götürür bence.

Sanırım kimilerince sıkıştırılıyoruz yıllardan beri.

Terör nedir, teröristin kişiliği nedir, ne değildir; hangi ortamların ürünüdür bunlar tutarlı bir araştırma yapılabilmiş değil.

Kimilerine göre kapalı birer kutu olan asker de polis de biliyor herşeyi.

Oysa bu tür bilgilerin hiç biri bilimsel araştırmalar ile aydınlığa kavuşturulmuş değil.

Elde bulunanlar; birbirinden ilginç hayat hikâyeleri yalnızca.

Bir de birbirini bütünleyen ya da yalanlayan yüzlerce itiraf dosyaları var, tozlu raflarda.

En çarpıcı açıklamlar ise hapisteki Şemdin Sakık'dan gelmişti bir kaç ay önce.

''Terörü besleyen nedenler'' konusunda bile kamuoyundaki fikir ayrılıkları görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir orana ulaşmış bulunuyor. Bu alanlarda hukukun işlemediği de bilinen bir gerçek. Sanki bütün sorunlar çözümlenmiş gibi her yanımız ''terör uzmanı'' sıfatını taşıyan onlarca kişi ile kuşatılmış durumda. Herkes ''siyasetçi'' ve ''diplomat'' kesildi başımıza.

Toz duman arasında kaldık: Gerçekleri göremiyoruz. Bir zamanlar Türk Denizi olarak adlandırılan Akdeniz'de İnsani Yardım amacı ile GAZZE'ye doğru yola çıkan sekiz yük ve yolcu gemisinden Mavi Marmara'da İsrail güçlerince toplam 19 kişi öldürülmüş, onlarca kişi yaralanmış, yaklaşık 420 kişi de tutuklanmıştır. GAZZE'ye İnsani Yardım uğrunda ''şehit düşmüş olanlara rahmet dilemek''ten başka birşey gelmiyor elimizden.

GAZZE'ye yardım konusunda pek çok girişime rağmen Akdeniz üzerinden gemiler ile yardım götürülmesi bazı nakımlardan ''hatalı görülse bile'' kendisini ''Ortadoğu'nun jandarması olarak'' görmeye başlayan İsrail Güvenlik Güçleri'nin ''gerçek mermiler kullanarak'' yapmış olduğu saldırı hiç de affedilebilecek bir davranış değildir. Oysa Yardım Gemileri bir limana yönlendirilerek, söz konusu İnsani Yardımlar'ın ihtiyaç içindeki GAZZELİLER'e en uygun bir biçimde yollanması sağlanabilirdi. Görülen o ki İSRAİL Devleti hukuki açıdan, kesinlikle ''orantısız bir güç kullanılması'' yolunu seçmiştir. Uluslararası tepkilerden de anlaşıldığı gibi bunun karşılığını da görmeye başlamıştır.

Başbakan Erdoğan'ın ifadesine göre: ''Gemiler, tamamen insani amaçlı yardım malzemeleri ile yüklüdür ve uluslararası seyrüsefer kuralları çerçevesinde sıkı bir şekilde kontrol edilmiştir. Sivillerden, yardım gönüllülerinden başka yolcu bulunmamaktadır. Saldırı sırasında gemilerde beyaz bayrak bulunmaktaydı.''

Şili'deki resmi ziyaretini yarıda keserek bu sabah Ankara'ya dönmüş olan Başbakan Erdoğan:

''NATO'nun toplantıya çağrılacağını ve gelişmeler konusunda Konsey'in bilgilendirildiğini'' söyledi. Ayrıca ''İsrail tarafından yapılan bu saldırı, gerekçesi ne olursa olsun uluslararası hukuka tamamen aykırı bir devlet terörüdür. Bu saldırı İsrail hükümetinin bölgede barış istemediğini bir kez daha net olarak ortaya koymuştur. Bu tavırlar İsrail'in kendi vatandaşlarına, kendine, halkına huzur ve istikrar getirmeyecek tavırlardır. Bu saldırı karşısında sessiz ve tepkisiz kalmayacağımızın bilinmesi gerekir. Bu insanlık dışı ve hukuk dışı olayların arkasında olanlara sesleniyorum. Siz ne kadar terörün kanlı operasyonların arkasındaysanız, biz de o kadar hukukun, adaletin tabii ki başta vatandaşlarımızın mağduru olan barış ve yardım gönüllülerin Filistin halkının Gazze'nin arkasındayız'' açıklamalarında bulunan Başbakan R. T. Erdoğan'ın ABD Başkanı H. B. Obama ile görüştükten sonra TBMM'deki konuşmasında ne gibi yaklaşımlarda bulunacağı merakla bekleniyor.

Umulur ki Filistinliler kadar insanlık için barış duygusu taşıyan herkesin çözümü için ilgi gösterdiği GAZZE Sorunu uluslararası bir düzlemde tartışılarak, gerekli tedbirlerin alınması sağlanacak. Hukuk kökenli Başkan Obama'nın olaylara daha soğuk kanlı ve adil bir biçimde yaklaşacağını ve sorunun daha fazla büyümeden çözülmesi gerektiğini öğütleyeceğini düşünüyorum.

Bu çerçevede dün gece yarısı İskenderun'da görevli altı askerimiz bir terör saldırısı ile şehit edilmiş bulunuyor. Yine sinsice ve alçakça gerçekleştirilmiş olan menfur olayın müsebbibi teröristlerin aranmasına devam ediliyor. Sanal ortama düşen kimi yorumlamalara göre İsrail Devleti ile PKK ya da Kürdistan İşçi Partisi aynı gün içerisinde meydana gelen bu saldırılardan dolayı, kesinlikle birlikte hareket etmişlerdir. Böylesi bir işbirliği ''devlet olmak'' olgusu ile nasıl açıklanabilir, bu da ayrı bir tartışma konusu olsa gerek. İsrail, kimbilir hangi devleti ya da devletleri kendisine örnek almaktadır, bunun da bilinmesi bizim kadar dünya kamuoyunu da mutlu edecektir. BM Genel Sekreteri olayı duyduğunda, sanırım ''Şok oldum!'' derken bunu vurgulamak istemiştir, bence.

Bu yüzden de ''KAHROLSUN israil KAHROLSUN pkk'' denilmektedir.

İşte beylik bir yakıştırma daha.

Neden olmasın değil mi?

Çamur at izi kalsın, diyenler bile çıkabilir aramızdan.

Gazete yorumlarındaki tıklamalardan öğrenebildiğime göre ''terör örgütüne karşı çarpışırken ya da gece yatağında uyurken şehit edilmiş yirmili yaşlarındaki gençlerimiz ile kimi sivil terör şehitlerimiz için'' yüreği yanan okuyucularca, içlerinden geldiği gibi yapmış oldukları ''rahmet dileme'' ve ''kanları yerde kalmayacaktır, teröre lânet olsun'' diyenlere karşı, ne yazık ki bazı gazete okuyucuları arasında %25 oranında ''terör yandaşı''nın var olduğu görülmektedir.

Anlaşılan okuyucuların kafası karışık ya da '' senin terörist dediğine ben terörist demem''anlayışı yaygınlaşmaya başlıyor giderek. Konunun toplumsal ve siyasi irdelenmesine göre, ortada yüksel rakamlara ulaşan bir ''rant paylaşımı'' yanında korkunç bir ''can pazarı'' var. Bu konuda da biline yaklaşım çokaçık, ne yazık ki: Ölen ölür kalan sağlar bizimdir! Ayrıca bu rant pazarı ile can pazarında da kimin eli kimin cebinde belli değil. İşte özellikle bu can pazarı içerisinde ne yazık ki adları dillerden düşmeyen: İsrail, El Kaide, Bin Ladin, PKK gibi isimler dolaşmaktadır.


Bize etkileri bakımından özellikle PKK ile İsrali güçlerinin Mavi Marmara gemisine yönelttikleri saldırını bir arada değerlendirecek olursak: Kimi tespitlere göre biliyoruz ki bu iki ''zulüm makinası'' yıllardan beri zaman zaman birlikte hareket etmekte imişler. Ayrıca Molla Mustafa Barzani'nin oğlu Mesut Barzani de Yahudi kökenli oldukları iddialarına hiçbir açıklık getirebilmiş değildir. Anlayabildiğimiz kadarı ile kerhen Bağdat'a bağlı olsa bile kimilerine göre uzak vadede Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti inşaa etmekten başka çıkar yol yok yok görünüyor. Böyle bir oluşum için Türkiye - İran - Irak üçlüsünün ne gibi baskılarda bulunacağını şimdilik bilmiyoruz. Ancak TÜRKİYE'ye yönelik terör odaklarının ortadan kaldırılması konusunda ise özellikle Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin başı durumundaki Mesut BARZANİ'nin yıllardan beri herhangi bir işbirliğine yanaşmadığı biliniyor. Moskova yanlısı Mustafa BARZANİ'in oğlunun sık sık Washington'da ağırlanması ise nasıl bir geleceğe doğru gidilmekte olduğunun ilk işaretlerinden biri olsa gerek.

Ortadoğu'da yeni yeni haritalar çizmek peşindeki bu iki saldırgan güç ne yazık ki Batı'nın ellerine tutuşturdukları silahlar ile birilerinden aldıkları kimi emirler doğrultusunda Ortadoğu'da en olmadık, en umulmadık işkenceleri ve katliamları yapmışlardır. Bu gibi yaklaşımlar ya da yakıştırmalar benim gibi pek çok kişi hatta bazı yeni yetme politikacılar tarafından bile yapılmaktadır. Oysa kamuoyunu bilgilendirmek ve doğru yolda bilinçlerdirmek konusunda Devlet organlarına çok büyük görevler düşmektedir. Ne yazık ki bu gibi iddialar ancak söyleyenleri bağlamakta; gerçeklik değeri de olmamaktadır. Silahlar, yazışmalar, telefon konuşmaları, itiraflar gibi somut belgeler olmadan bu tür yakıştırmacalarımızın(!) son yıllarda dillerden düşmeyen ABD Malı bir ''beyin fırtınası'' çabası olmaktan öte bir değer taşımayacağı da açık. İsrail kurulduğundan bu yana çevresindeki komşularına karşı sürekli olarak saldırgan tavırlar geliştirmiş; zaferle sonuçlanan savaşlara da imza atmıştır.

İsrail özellikle ABD desteğindeki saldırgan politikalarında ve silah sanayiinde, çoğu zaman kendi başına buyruk olsa da otuz yıldan bu yana Türk Milleti'nin başına belâ olan PKK Terör Örgütü, tarihimizde görülen nice komitacılar, silahlı bedeviler ile saldırgan eşkiyalar kadar birilerinin maşasıdırlar. Bu konuda ne yazık ki kamoyuna malolmuş belli başlı belgeler yok!

Karakollara karşı kullanılan silahların belgeleri nerede?

Köylere karşı girişilen saldırılardaki araçlar nasıl sağlanmış?

Yakalanan teröristlerin itirafları olarak öne sürülenler, kimi iddialara göre düzmece mi?

Devlet'in elinde olan bilgiler kamuoyu ile niçin paylaşılmaz?

Bazı yönleri ile bulanık suda balık avlamak, demek değil midir terör?

O terör ki ortak değerleri baltalayarak, uzlaşma anlaşma yollarını tıkamak istemez mi?

Bu yönleri ile de ülkemizdeki kör topal demokrasinin önündeki en büyük engellerden biri değil midir terör?

Terörün bataklığı kurutulacak, kan damarları can damarları kesilecek diyenler, gereğini yapmamış olacaklar ki TERÖR günden güne daha bir eş zamanlı olarak eylem koyabiliyor.

Teröre katılanların kimi özelliklerine göre terör, yöredeki feodal yapılanmanın çözülmesindeki tıkaçlardan biri durumuna geldiğine göre neden yalnızca askeri tedbirlere ağırlık verilmektedir?

Umarım yaşanan bunca TERÖR BELASI karşısında, bir gün birilerinin gözleri ''fal taşı gibi'' açılarak: YETER ARTIK, diyerek gerekli EN ZECRİ TEDBİRLERİN ALINMASI İÇİN gerekli Devlet işlerini yoluna koymaya başlar. Yoksa yarın çok geç kalınmış olabilir. Çünkü içinde bulunduğumuz ulusal ve uluslararası sorunlarımız, kamuoyunu sıkıştırmaya başlamıştır.

Kendi siyasi çıkarları için insan öldürmeyi tek çıkar yol olarak gören tarih, toplum, dil bilim, kültür, hak hukuk ve demokrasi fikirsizlerini; bu millete olduğu gibi bütün dünyaya da şikâyet etmek gerek. Bütün yaptıkları yanlarına kâr kalan İsrail gibi kendisine ''parti'' yaftasını da yapıştırarak, kimi uzantılarında sözümona ''demokrasi havarisi'' kesilen '' terör yandaşları'' da artık, ''ayrılıkçı tohumlar serpmek'' ve ''silahlı eylemler için propaganda yapmak'' hevesinden uzaklaştırılmalıdır.

Unutmayalım ki Osmanlı Devleti'nin başına da önce böyle bir kaç çorbacı , komitacı ya da eşkiya musallat edilmiş sonra da ya komisyonlar ya Islahat beyanları ya da sözümona Barış Anlaşmaları ile Devletimiz yavaş yavaş parçalanmaya doğru sürüklenmiştir. Bu süreçte bir kaç cephedeki savaşlar sonucu ise Hasta Adam'a karşı ''planlı olarak'' neler yapıldığını çok iyi biliyoruz. Son günlerde, yine geçtiğimiz aylardaki nice olaylarda olduğu gibi bilgi kirliliğinden geçilmiyor kitle iletişim araçlarında. Hepsi de ''lâf ola beri gele'' tarzındaki konuşmalar bence.

Anlaşılan o ki kimileri içinde bulunulan ortamda kendilerine ''istikbal hazırlamak'' peşinde dil döküp duruyor. Görülen o ki herkes siyasetçi, herkes gazeteci, herkes diplomat, herkes mütefekkir! İster istemez aklıma şu soru geliyor: ÜLKEMİZDEKİ TARİHÇİLER UYUYOR MU?

Durum şu: Ortadoğu'da olan bitenlere hiç bir biçimde uzak kalmak imkânımız yok. İslam'ın doğuşundan beri bu topraklara akın akın gelmiş olan atalarımızın kanları ve canları pahasına ve kurmuş olduğumuz ortak kültür dayanaklarımıza bağlı olarak Ortadoğu'daki ekonomik ve siyasi hiç bir gelişmeye uzak durmak gibi bir pısırıklığımız olamaz. Bu durumda ''milleti iyi ve doğru bilgilendirmek için'' tarihçilerimiz ile toplum bilimcilerimize ''büyük görevler'' düşüyor bence. Ortadoğu Sorunları'nı gerektiği gibi çözümlediğimiz sürece önümüz aydınlanır; gerisi fasa fisodur, bence.


Şimdilik bazı imkânlarımızı iyi kullanmakta olduğumuzu düşünsek bile, içinde bulunduğumuz bazı çözümsüz sorunlarımız yüzünden biz de bir gün GAZZELİLER GİBİ kendi sınırlarımız içerisine hapsolunmuş olabiliriz. Bu yüzden Kıbrıs dahil nice çözümsüz uluslararası sorunlarımız ile birlikte Gazze Sorunu bir mihenk taşıdır bence. Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU'nun ''Stratejik Derinlik'' arayışları yenice uygulama alanı bulmaya başlıyor bence.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..