Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '09

 
Kategori
Tiyatro
 

Geç Kalanlar

Geç Kalanlar
 

http://www.devtiyatro.gov.tr/web/oyunlar/oyun0903.html


Geç kalanları göstermek istiyoruz… Yolun başında olanlar gecikmesin diye… Çok fazla zamanımız yok. Hemen, şimdi, şu anda söylenmeli ve yaşanmalı… Ne söylenecekse… Ne yaşanacaksa… Seyircimize mesajımız basit aslında, hayat ’seni seviyorum’ demeyi erteleyecek kadar uzun değil… Hepsi bu…

Geç Kalanlar...

Pervin Ünalp'ın yazdığı, Nesrin Üstkanat'ın yönettiği, Füsun Günuğur, Levent Şenbay, Dilara Keyf Günüç, Deniz Alver Çamlıdağ'dan oluşan dört kişilik bir tiyatro oyunu. Tanıtım yazısını okuduyup beğendim ve bu akşam Şinasi Sahnesi'nde izleme şansına ulaştığım bu oyunda, bir evliliğe konuk oldum. Evet, yanlış yazmadım, bir evliliğe konuk oldum bu akşam. Ben koltukta, "karı-koca" sahnedeydi ve aynen yazdığım gibi bir evliliğin tam ortasına düştüm.
Belki de sizin evliliğinizdir bu izlediğim. Her gün, her evde yaşanan, küçük belki de büyük, önemsiz belki de önemli, eşinizle yapmış olduğunuz tartışmaları izledim sahnede.

Oyun evlilikten sıkılmış, kendini duvarlar arasına kapanıp kalmış hisseden bir erkeğin, gecenin bir yarısı, evine misafir olan orta yaşlı bir kadınla olan konuşmalarıyla başlıyor. Davetsiz gelen misafir kadını yadırgayan adam, farkında olmadan yavaş yavaş kendini ona açmaya başlıyor. Aslında bir nevî kendini açığa çıkarıyor. Evlilikle ve eşiyle ilgili şikâyetlerini anlata anlata bitiremiyor. Orta yaşlı görmüş geçirmiş misafir teyze ise adamın olaylara farklı bir açıdan bakmasını sağlıyor. Ve en sonunda adam "Keşke bir kez daha görebilsem onu, keşke" diye özlemle iç geçiriyor eşini bir kez daha görebilmek için.

İlk perdede erkeğin, ikinci perdede ise kadının hissettiklerini işleniyor oyunda.

Kadının şikâyetleri ise hep duyduğumuz ve hep bildiğimiz türden. Yabancı değil yani hiçbirimize. Dedim ya, belki de sizin evliliğinizdir izlediklerim. Siz de izlediğinizde tanıdık gelecek pek çok şey var oyunda. "İzlediğimizde" kelimesi önemli burada. Neden mi? Yaşarken farkına varamadığımız, düşünürken derine inip, anlayamadığımız pek çok basit sorunu, izlerken gülmeye başlıyoruz. Kahkahalar kopuyor tüm salonda. Çünkü hepimiz en az bir kez izlediğimiz sahnenin başrol oyuncusu olduğumuzu anlıyoruz ve çözümün ne kadar da kolay olduğunu görmemize rağmen, sorunu ne kadar da büyüttüğümüzü görünce doğal olarak kahkahayı basıyoruz.

Orta yaşlı teyze, esas adama kendisiyle ilgili bir şeyler anlatıyor ve adam inanıp, kadına üzülüyor. Kadın gülmeye başlıyor. "Hiç tanımadığın birine inanmak ne kadar da kolay, değil mi?" diyor. Adam bozuluyor, kandırıldığına. "Yok canım, ben inanmamıştım ki zaten" diyor. Teyze bu sefer "Bir insana inanmak ne kadar da zor değil mi?" diyor. Çok hoş bir sahneydi.

Günlük hayatta (bu da değişik bir tanımlamadır,"günlük hayat" hayatın gündeliği... ya da, yaşayıp giderken, diyebiliriz) yaşadıklarımızı düşününce, hiç tanımadığımız bir yabancıya nasıl da kolay anlatırız kendimizi, düşüncelerimizi. O ne dese inanırız, inanmak isteriz. Hatta belki de kandırılmayı göze alarak.
Ama kırk yıllık dostumuza, hatta aynı evi paylaştığımız eşimize kafamızdaki düşüncelerden kaçını bahsederiz? Ne kadar açık oluruz ona? Bir yabancıya duyduğumuz koşulsuz güveni, en yakınımızdakine duyar mıyız? Bir yabancının anlattıklarına inanmak bu kadar kolayken, en yakınımıza inanmak niye bu kadar zordur?

Evlilik içinde yapılan hatalar, zamanla çiftlerin birbirine yabancılaşması ve modern dünyada kadın-erkek ilişkilerinin karşılıklı özensizlik yüzünden biten aşklarını, esprili bir dille işleyen 'Geç Kalanlar' kısa bir sürede tükenen evlilikleri masaya yatırmakta. Evlenmeden daha birkaç yıl önce, gözünün içine bakarken ne söyleyeceğinizi unutturacak kadar büyük bir heyecan duyduğunuz, bir gün görmeseniz özleyeceğiniz, ayrılık kelimesini düşündüğünüz de bile nefes alamadığınız kişi, şimdi aynı evde sizin gözünüze gardiyan gibi gözükmekte. Nedir bu kadar çabuk değişebilen şey? Sevginiz gerçek değil miydi? Yüreğinizin pırpır atması yalan mıydı? Nerde hata yaptınız? Nasıl bu hâle geldiniz?

Yüzyıllardır üzerine konuşulmuş, pek çok kez yazılıp çizilmiş bir konu; "kadın-erkek" ilişkileri...

Oyunun yönetmeni Nesrin Üstkanat, bir röportajında oyunla ilgili şunları söylüyor;
“İlişkilerde birbirimizi değiştirmeye çalışıyoruz. Değiştirmeye çalıştıkça da karşı tarafı kendimize benzetmek istiyoruz. İlişkiler çok hızlı yaşanıyor ve kısa süre içinde de tüketiliyor. Çiftler 3 yılda ayrılıyorlar. İki kişi 3 yılda ne yaşar ve her şeyi tüketebilir ki? Ne kadarını tüketebilirsin 3 yılda? Bütün bunlar da iletişimsizlikten kaynaklanıyor. Çiftler kendi aralarında iletişim kuramıyor ve her şeyi tüketiyorlar. Aslında bugünün çiftlerinin yaşadığı problem, birbirlerine söylemeleri gerekenleri söylememelerinden kaynaklanıyor. Onun için de aslında biz çok yeni bir şey söylemiyoruz. Ama bugünün ilişkilerine bir ayna tutuyor ve 'seni seviyorum' demeye geç kalmayın, diyoruz.”
http://www.devtiyatro.gov.tr/web/oyunlar/oyun0903.html

Aralık ayının ortalarına kadar Ankara Devlet Tiyatrosu, Şinasi Sahnesi'nde izleyebileceğiniz "Geç Kalanlar", yeni yılda turneye çıkıp, pek çok şehirde sahne alacak. Oyunun süpriz bir sonu var. Evli çiftlerin mutlaka izlemesi gereken bir oyun bence. Özellikle "geç kalmaya" meyilli çiftlerin... Komedi ile dramın iç içe geçtiği akıcı bir oyun. İki kişilik bilet alıp, eşinizle beraber "evlilik terapisi" tadında, keyifle izleyeceğiniz bir oyun.

Oyun bitince, evime doğru yol alırken, düşünceler çörekleniyor beynimde... Yaşadıklarımız, en yakınımızdakilerin yaşadıkları... İzlerken tanıdık gelen sahneler, bir oyundan çok da farklı olmayan hayatlarımız... Sahneden indikten sonra devam eden oyunlar... Gerçeği yaşarken her seferinde farkında olmadan aynı yerde düşüp, tökezlememiz. İnandıklarımız, inanmak istediklerimiz, kandırıldıklarımız...

Zamanı sonsuz olarak düşünüp içimizden gelenleri hep erteliyoruz, ne kadar vaktimizin kaldığını biliyormuş gibi. Karşımızdaki kişi her zaman bizimle kalacakmış gibi düşünüyoruz ve bir gün kaybettiğimizde aklımız başımıza geliyor. Ama iş işten geçmiş oluyor. Söyleyeceklerimiz için uygun zamanın, o güzel günün gelmesini bekliyoruz. Oysaki yaşadığımız her günü güzel bir güne dönüştürmek varken, "güzel bir gün"ün bize çıkıp gelmesi için öylece oturup bekliyoruz. Seviyoruz, söylemiyoruz. İçimizden gelenleri içimize hapsediyoruz. Hep başkalarından bir şey bekliyoruz. Hayatımızı hep başkalarının eline bırakıyoruz. Yaşamak varken erteliyoruz.
Ya da bir zamanlar "deliler gibi sevdiğimiz" kişiyle, yıllarca hayalini kurduğumuz evliliği yaşarken, birlikteyken, her şeyi paylaşmak yerine, her şeyi tüketmeyi tercih ediyoruz.

"Geç kalanları göstermek istiyoruz… Yolun başında olanlar gecikmesin diye… Çok fazla zamanımız yok. Hemen, şimdi, şu anda söylenmeli ve yaşanmalı… Ne söylenecekse… Ne yaşanacaksa… Seyircimize mesajımız basit aslında, hayat ’seni seviyorum’ demeyi erteleyecek kadar uzun değil… Hepsi bu…"

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..