Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '08

 
Kategori
Blog
 

Geç kalmış teşekkür

Geç kalmış teşekkür
 

Uzun zamandan beri “güvenilir üye blog yazarı”yım. 11 Ekim 2006 tarihinde başlayan blog yazarlığımdan bir süre sonra, Milliyet Blog yöneticileri tarafından yazılarımın artık “onay beklemeden yayınlanması teklifi” geldiğinde çok sevinmiştim. Bu bir onur’du ama aynı zamanda da sorumluluktu. Güvenilir üye blog yazarlığımdan önce, bazı yazılarımda “düzeltme”, bazılarında da “biraz yumuşatma” isteniyordu. Şimdi ise istenmeyecekti. Kendi başıma kalmıştım. İstenen düzeltmeleri bazen kabul ediyor ve yapıyor, bazılarında ise diretiyordum. Çünkü benim asıl işim yazarlık değildi. Beni blog yazarlığından çıkartırlarsa hiç umurum olmazdı. Asıl işim akademisyenlik olunca, meşhur bir yazar da olmadığım için hiç kimsenin böyle bir yazarın varlığından bile haberi olmazdı, “işten çıkartılırsam” da kimse üzülmezdi. Hatta ismim basın dünyasında bile yer almazdı. Nice ünlü yazarlar işlerinden çıkartılınca ve kovulunca nasıl hiçbir şey olmamışsa, bana da yazarlıktan çıkartılınca da hiçbir şey olmazdı. Ama, akademik sorumluluk sadece Üniversite’de ders vermek değil, karınca kararınca toplumu da aydınlatmaktı. Bilgiyi paylaşmak, varolan bilginin varsa yanlışlığını belgeleriyle ortaya koyup, doğruyu göstermek ve aydınlanma yolunda okyanusta damla misali de olsa katkıda bulunmaktı. Bu sorumluluk her ne olursa olsun ciddi bir sorumluluktu ve yazmaya devam etmek gerekiyordu.

Güvenilir blog yazarı olduğum uzun süreden beri, yazılarımı tık’lar tıklamaz sayfamda yayınlayınca, hem seviniyor hem de ürküyordum. “Acaba yanlış bir şey yaptım mı” sorgusu, bana bazen “keşke denetlenseydim” dedirtiyordu. Ama hemen bu “denetlenme” düşüncesinden vazgeçiyor, “herkese tanınmayan bu ayrıcalıktan neden ürküyorum, daha ne istiyorum ki, işte bana güvenmişler” diyordum.

Milliyet Blog yetkililerinden bu mesajı alınca bile, yazmış olmak için yazmadım. Lâf olsun diye yazmadım. Bu ayrıcalığı hiçbir zaman zorlamadım. Bir yazıyı sayfama koymak için en az dört saat zaman ayırdım. Çünkü araştırmak ve belge koymak gerekiyordu. İddia ettiğim savı belgelemek en büyük güvenirlikti. Bu yüzden asıl işimden bilerek ve isteyerek zaman ayırmak zorundaydım. Zorunlu derslerim ve araştırmalarım, yoğun tempomu artırsa bile, yazmaya çalıştım. Bazı aylar çok az yazı yazdım. Her yazı arasında süreler bazen uzun olunca, yazı yazmaktan vazgeçtiğimi düşünenler oldu. Sadece yazı yazmak değil, diğer blog yazarlarını da okumaya özen gösterdim. Yeri geldi uyarılar yaptım, yeri geldi yazılarını kutladım. Uyarılar, çoğunlukla Türkçe dilimiz konusunda oldu. Çünkü Türkçe’mize ayrı bir önem veriyorum. Bozulan ve artık popüler kültürün etkisinde kalan tüm yaş grubundaki blog yazarlarını uyarmaya çalıştım. Çoğu, bu eleştirimi, kendilerine yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendirdiklerinden, kendi sayfalarında bu yorumlara yer vermediler. İşte o zaman, daha bir özenle ve ısrarla bu konuda yorumlar yapmaya başladım. “Örnek” yerine “atıyorum” diyenleri, Türkçe’mize en büyük hakareti yapanlardan saydım, saymaya da devam ediyorum. “Ve”, “veya” yerine “artı” diyerek bağlaç eki kullananları, Türkçe’mize “bye bye” (!...) dedirtmemek için ısrarla ve kararlılıkla uyarmaya devam ettim, ediyorum da.

10 Ekim 2007 tarihinde yazdığım gibi, “bir okur kitlesi yaratmaya çalışmadım. Çünkü ben yazar değilim, amacım bu değildi. Ama hedef kitlenin olası yetkinliklerini ve beklentilerini gözettim. Kabul edilebilir dinamiklerin kendine özgü olduğunu anlatmaya, bu dinamiklerin görünmeyen yüzlerinin ardında olan ve olabilecek olanları da göstermeye çalıştım. Durağan ile değişkenliğin aynı anda yaşanabileceğini, benzer olayların ve konuların farklı zamanlarda farklı değerlendirilebileceğini, ama bunun yanında da değişmez temaların aynen korunabileceğini anlatmaya çalıştım. Farklı kitlelerin hedeflerinin ve beklentilerinin farklı olabileceğinden hareketle, ulaştıkları hedeflerin yorumlanmasındaki farklılığı sergilemeye çalıştım. Tüm kullanımların ve yorumların farklı olabileceğini, ama doğrusunun bilim ve belge olabileceğini anlatmaya çalıştım. İnandırıcı olma konusunda hiçbir iddiada bulunmadım, ama farklı yorumların kanıtıyla belgelenmesini bekledim. Egemenliğin hiçbir zaman tek olmadığını, bilimin toplumda var olmasının gerekliliğini de düşünmelerini istedim”.

Başta Milliyet Blog yöneticilerine ve tüm blog yazarlarına ve okurlarına bu geç kalmış teşekkür için özür diliyorum.

Herkese saygılar sunuyorum.

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..