Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '12

 
Kategori
Öykü
 

Gece, mehtap, Selene, Apollon ve ben

Gece, mehtap, Selene, Apollon ve ben
 

Midilli’nin, Anadolu’ya bakan doğu kıyılarında, ışıklar yer yer göz kırpıyor. Sanırım, uçaklar için havaalanını imleyen, biraz  sonra sönecek olan, geçici, büyücek bir yıldız, yukarda  göz kamaştırıyor. Bir uçak yanıp sönen ışıklarıyla alçalmakta.

 

Sıcak bir  poyraz, olanca  gücüyle,  havanın nemini  savurup durdu burada günlerdir. Şimdi, öfkesi geçti, dinginleşti. Böyle havalarda, sabahleyin, Midilli’nin beyaz beyaz evlerini sayabilirsiniz neredeyse. Gece ise yıldızlar ışıklarını, Midilli üstüne dökerken, o,  şimdi gecenin karalığına imrenen, upuzun, girintili çıkıntılı gövdesiyle az uzağımda  sereserpe uyumakta.

 

Harita üzerinde, Midilli’yi kuzeydoğu ucundan tutup Anadolu’ya doğru çekerseniz, Dikili’ye kadar uzanan Anadolu kıyılarına, hiç itiraz etmeden yapışıverir.

 

Doğanın haşin tarihi, Anadolu kıyılarını, nice depremlerle koparıp almış; küçük parçalara ayırmış, dağıtmış, okyanuslardan akan sularla, bu parçaların  aralarını doldurmuş.

 

Bu adaların hepsi, birbirinden güzeldir. Hepsi, Anadolu gibi, binlerce yıldır, Olimposluların öykülerinden,  aynı toprağın destanlarından parçalar anlatır durur.

 

Gecenin ruhu, kendi sunduğu bu ıssızlıkla, dinginlikle, erinçle çelişir; sizi de kendi deliliğine çeker, kuşkuya, çelişkiye düşürür; kışkırtır, baştan çıkarır, delirtir.

Aniden, Safo’nun şarkıları, lirinin uyumlu, zarif, duygusal  tınısı dolar kulağınıza.

 

“Bir dağ kasırgasının

Meşeleri yere serişi gibi,

Aşk hurdahaş etti kalbimi”

……………………….

“Ummamam gerekirmiş

Göğü kucaklamayı

İki  kolumla birden”

 

Balkonda, kocaman saksısına kurulmuş ful,  tomur tomur, katmer katmer, beyaz  çiçeklerinden baygın kokusunu sunar. Hangi parfüm böylesine kıştırtıcıdır ki?

Balkon küpeştelerine dizilmiş, pembe, vişne çürüğü, beyaz, kırmızı, ebruli sakız sardunyaları, pür dikkat şimdi. Yaprağına elin değmeye görsün, çığlıklar atarlar, buram buram sakız kokarsın.

 

Bu ıssızlığı giyinip, dinginliği ve erinci kuşanıp, deliliğini saklayıp üstüme üstüme gelme gece… Gelme.

Şaşırırım, yolumu sapıtırım, yiter gider, deliririm ben de… Kışkırtma. İnsanım, zayıfım, güçsüzüm.

…………………………………

Yolu yok…

 

Bu gece,  sana teslim olacağına, şu alçakgönüllü meze tabağına ve  iki kadeh rakıya teslim olsun aklım ve ruhum.

 

Ne dedin sen, “Veli’nin oğlu, bir garip Orhan Veli”?... Ne dedin?... Burası Ege. Sen Marmara’dasın, Burgaz’dasın. Yolunu mu şaşırdın?

 

“İki kadeh yetmez” mi, dedin?

 

“Rakı şişesinde balık ol” mu diyorsun?

 

Hayır… Israr etme, olamam Orhan Veli, olamam. Sızar kalırım masa başında, konu komşu şaşar kalır sonra…

 

Çağrışıma bak şimdi… “garip”  deyince, Yunus’un sesini duydum birdenbire. “Bir garip ölmüş diyeler/ Soğuk su ile yuyalar”. Sırası mı şimdi?

 

Gel, iki kadehte el sıkışalım, “Veli’nin oğlu bir garip Orhan Veli”. Sonra, var sen git yoluna. “Garip” şiirini orada söyle.

 

Bu gece, ne dünya ne de memleket meseleleri gelsin benim yanıma.

 

Bu gece kimse, hiç kimse, kötücül kötücül seslenmesin yıllar öncesinden.

 

Bu gece, fulün, sardunya yapraklarının kokusuna…

 

Bu gece, Safo’ya, işte şu, ay indikçe, genişleyen, yayılan ışığa…

 

Bu gece, kınına doldurduğu oklarıyla, buralarda cirit atan Eros’a teslim etmeliyim kendimi.

 

Oklar, delip geçsin(mi?), yaralarsa yaralasın(mı?), öldürürse öldürsün(mü?) demeliyim.

 

Önümü ardımı, sağımı solumu,  yukarıyı aşağıyı, hiçbir şeyi düşünmemeliyim(mi?).

…………………………………..

Ay, böyle ağız dolusu, böyle parlak gülerken,

 

Selene/Artemis de Ayvalık’ın o minik adalarında dolaşır, Apollon’la buluşurmuş gizlice.

 

Bafa Göl’ü kıyılarında, Latmos Dağı’ndaki büyük aşkı; şimdi, Olimpiyat Oyunları arasında elli ayın simgesi olan, tam elli kızının babası, çoban Endymion’u aldatıyordu demek ki… Belki de Endymion’u tanımadan önceki aşkıdır  Apollon.

 

Eeee… Tanrı’dır, Tanrıça’dır onlar, zamansız ve ölümsüzdürler. Hikmetlerinden  sual olunmaz elbette.

……………………………

Yoookkk… Hayır. Bu saat başı haberler de geçip gitmeli. TV’yi  açmayacağım. Açtıkça, kötülük çamurları yağıyor evime…  Sırtında kepeneği, elinde kalın sopasıyla çoban da görmek istemiyor gözlerim.  Hiç değilse bu gece,  kulaklarım sağır olsun ve sussun dilim. Alsın onları, nereye götürecekse götürsün gece… Yorgunum, üzgünüm, öfkeliyim.

 

Sular böyle yükselmişken,  taşsın, beni de alsın götürsün, ikircimsiz ve saf medcezirlere…

……………………….

Biliyor musun?...  Mehtaplı gecelerde, yakamoz olmaz derler. Diyenler, halt etmişler.

 

Mehtap, bacaklarını  saygısızca önüme uzatıp, kollarını iyice açarak gövdesini genişlettikçe,  onun ışığının vurmadığı yerlerde, şımarık yakamozlar, şimdi,  ışıl ışıl, şıkır şıkır çizikler atıyor denize.

 

Küçük bir balıkçı kayığının peşine takılmışlar, motorun sesi umurlarında değil, Ay’a cilve yapıyorlar.

 

Küçük tekne, Noctiula Miliaris denen mikro canlıları derin uykularından uyandırmış olmalı, ılgım ya da sanrı değil ya gördüğüm,  çakım çakım, şımarık, cilveli ışıltılar işte…

 

Mehtap böyle mest, yakamozlar böylesine cilveliyken,  Selene ve Apollon da kavuşmuş olmalı. Kimbilir, belki de Tımarhane, Tavuk, Maden Adası’nın herhangi birinde. Belki de bir başkasında buluşmuşlardır, birbirini gizleyen minik adaların birinde.

………………………………

Mum ışığında, iki kadeh rakı  bitti, mezeler de.

Yolculuğa hazırım ey gece!… Sen, mehtap, yakamozlar,  Safo, Eros, Selene ve Apollon!... Alın götürün beni bir yerlere…

 

Acılardan, dertten, kasvetten, ‘acaba’lardan uzakta olsun.

 

Varsın, çok uzakta olsun, götürün de…

 

Söyleyin Athena’ya, oralara uğramasın, aman ha, gözümden ırak olsun. Lütfen uzakta, çok uzakta dursun.

 

Olur mu?...

 

06.07.2012

Vildan Sevil

 

 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..