Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Gece gelen hasta

Gece gelen hasta
 

Yağsam mı, yağmasam mı ikileminde inceden tozutan tarihsiz bir kar yağıyor. Eski bir geçmişi yağıyor. Mevsimin ilk karı, zamansız bastıran bir soğuğun dünkü yağmuru kara çevirmesinden. Griye dönmüş yer gök karmaşasında beyazlığını biriktirmeye fırsat bulamadan eriyor yere düşmeden. Siren sesi kendinden daha hızlı giden bir ambulansa geçiyor ileriki yoldan çığlık çığlığa. Kar zamanı geriye sarıyor.

Baş ucundaki telefonun çalmasıyla anında uzanıp ahizeyi eline alıyor. "Komutanım, bir hasta için ambulansı yolladık, az sonra orada olur." Kalkıp hazırlanıyor, kafasında doktor bey yerine komutanım hitabının geçmesini yadırgamanın verdiği alışamama karmaşasında. İlk görev yeri olan bu doğu kentine yeni gelmişlerdi. Ambalajındaki ev eşyalarını askeri hastanenin deposuna bırakıp, orduevine yerleşmişlerdi lojmanlarının boşalmasını beklerken. Daha altı aylık olan küçük kızının, henüz daha piyasaya çıkmamış olan çocuk bezleri yerine kullanılan alt bezleri, askeri disipline aykırı bir serbesti içinde kurumaktadır odanın radyatörleri üzerinde. Büyük kızı uyumaktadır. Uyanan eşine hastaneye gitmesi gerektiğini söyleyerek koridorun soğuk, ölgün gece ışıkları altındaki sessizliğine adımını atar. Saat gece yarısını çoktan geçmiştir.

"Pek bir şeye benzetemedim ama, bir de sen gör istedim. Onun için çağırdım gecenin bu saati." Tecrübeli bir hekimdir nöbetçi uzman. Kolunda serum takılı hastayı gösterip, "tetkiklerinde de pek bir şey yok" diye ilave eder. "Geçmiş olsun, ne şikayetin var." Hasta hekim ilişkisinde zaten var olan ağırlığını iyice arttıran asker, subay ilişkisi tedirginliğinde "komutanım" diye başlar söze. "Bırak komutanım demeyi, sorduklarıma cevap ver." Yine komutanım diye başlar söze. "Yatarken ranzaya sıçradım, ayağım kaydı. Düşerken karnım yandaki ranzaya çarptı hafiften. Uyumuşum, aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir karın ağrısıyla uyandım. Zor yetiştim lavaboya, kustum. Arkadaşlar getirdiler, ama iyiyim şimdi." Askeri hastaneye acil için çağrıldığı ilk gece hastasıydı. Muayenesini yapar; silik, götürdüğü yer pek bir işe yaramayan bulgudan uzak bir belirsizlikten başka pek bir şey elde edemez tanı için. Ama onu dinlerken kafasına bir sinsi kurt kemiriciliğinde yerleşmiş olan ürkütücü şüphenin ağırlığında izlemeye ve hastanede kalmaya karar verir. Kısa aralıklarla yaptığı kontrollerin sonuncusunda nabızında bir hızlanma, karnında parmaklarının altında hissettiği ağrının neden olduğu direnç ve alnında biriken ter damlacıkları, " susadım komutanım." Sessiz durmakta olan kurt kımıldanır kuvvetlice kafasında. "Hemşire hanım, narkoz uzmanına haber verilsin, hastayı hazırlayın, bir ünit de kan hazırlansın en az." Uzak bir doğu kentinde sabahı bulmakta olan bir hastane gecesinde tek başınadır şimdi. Sorumluluk kafasındaki sinsi kurtu boğmuş, tüm ağırlığıyla gelmiş ta içine çöreklenmiştir. Kendisinden yaşca büyük narkozitör de muayene eder hastayı. Sesindeki tınıda elle tutulur bir inanmamışlık vardır. "Kararlı mısın açmaya, pek bir şeye benzemiyor ama..." "Sabahı bekle istersen." "Kararlıyım, müdahale etmem gerekli. "Sen bilirsin."

Yıkanırken ameliyathanenin camından görülen, ameliyat masasında yatmakta olan hastadan kaçırır gözlerini. Korkarak ve içinde ya boşuna ameliyat ediyorsam hastayı diye büyüyen endişeyi, kendine ve hislerine güven diyen iç sesiyle kovalayarak adımını atar ameliyathaneye. Hocasının "Ne ön yargılarınızın, ne de hastanın sizi yönlendirmesine izin vermeyin tanıda. Bilginize güvenin ve iç sesinizi dinleyin yalnızca. Gece gelen hastayı hiç bir zaman hafife almayın." öğüdü yankılanmaktadır kulaklarında. Ameliyat önlüğünü giyer, hazırdır her şey. "Başlayabilirsin. " Bisturi... Karını açar açmaz karşılaştığı kana sevinir neredeyse hastadan utanarak. Yırtılmış olan dalağı çıkarır. "Haklıymışsın, iyi ki açtın hastayı. Sabaha bıraksak geç olurmuş." Haklı çıkma parıltılarını saklamak için, gözlerini kaçırarak cevaplar. "Sağol abi." Çok şey öğrenmiştir bu gece. Bu bir başlangıçtır. Daha öğrenecek ne çok şeye ihtiyacı vardır. Hiç bir haklı çıkma, hastanın haklı çıkması kadar hak edilmiş değildir, gibi. Sabah olmak üzeredir. Odasındaki muayene masasına uzanır ışığı söndürerek. Tanıda esas olanın bilgilerin yanında hissetmek ve hastaya dokunmak olduğunu öğretir bu hasta ona. Hatta tüm diğer bulgulardan daha da önemli olduğunu. İçindeki endişe bulutu, huzursuzluk dağılmış, yerini hastanın iyi olacak olmasının verdiği tarifsiz bir iç huzuruna bırakmıştır. Dalar karanlıkta...

Yere inmeden eriyen su birikintilerine, yol kenarlarında çamurlu bir ıslaklığa dönüşen, bir kara benzemeyen sulusepken, pencere önünden almış, onu yıllar öncesine götürmüştür. Her sabah biraz daha uzun kalarak kenti çevreleyen dağları görünmez kılan bulut katmanlarının kalkmasıyla, gün geçtikçe bir kalın, bir beyaz örtüyle kaplanan dağlar çıkar ortaya. Giderek aşağılara iner beyazlık. Çok geçmeden olanca ağırlıyla örter bütün kenti. Bir başka yağar buralarda kar. İri beyaz kelebekler gibi havada süzülüp, yere inmek istemezmiş gibi dalgalanıp, alçalıp yükselerek, birbirlerine girerek, gökten inerken bir büyük sessizliği beyaza çevirerek, bir başka. Dün olup yağar. Yalnızlık olup yağar, çaresizlik olarak yağar. Bir erişilmezlikte kendi içine çevirir insanı. Aylar boyu kalkmaz yaşamı üzerinden kentin eşitlikçi bir kalın beyazlık. Okul yolunda üşür gözleri bir kız çocuğunun...

 Akın Yazıcı

15 Ocak 2015

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..