Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Geceler ve sabahları

Geceler ve sabahları
 

Birkaç gün önce 53. doğum günümdü. (54 doğumlu olduğuma göre yaşım sorulunca 53’mü 54’ mü diyeceğim. Gerçi bunun benim için artık bir önemi yok.

Ama kimileri doldurduğu yaşı “ bastığım yaş” diye söylüyor da...)

Çocukken ne kadar da özeniriz büyümeye. Hayallerimizde,

Örnek aldığımız insanların yerine geçeriz çoğu kez. Bir an önce büyümek; adam yerine konulmak, meslek, eş, ev, araba sahibi olmak, özgür olmak gibi heveslerle yanar tutuşuruz.. Yirmili yaşların ortalarında bunların çoğuna veya tümüne sahipte oluruz genelde. Bu yaşlarda da hayat mücadelesinin içinde buluveririz kendimizi. Ve eskiye özlem günleri başlar yavaş yavaş. Çocukluk günlerimizi, oyunlarımızı, önümüze hazır gelen sofraları, emek harcamadan sahip olduğumuz giysileri özleriz.

Otuzlu yaşlar... Çocukların sorunu, geçinebilmek için bütçeyi dengeleme sorunu, gelecek kaygısı... Derken hafiften saçlarda gözüken 1-2 beyaz tel.

Ve 40 ...bir söz duymuştum: “ hayat ; 40’ına kadar hatalar yapma, kırkından sonra da bu hataları düşünüp eleştiri yapmakla geçer” diye. Evet artık eleştiri yapma zamanıdır.Şunu şöyle yapsaydım ya da yapmasaydım böyle olmayacaktı deriz çoğunlukla. Oysa, yine bir düşünür diyor ki, “Her şey öyle olması gerektiği için öyle olmuştur” yani kader, alınyazısı. Engel olamadığımız, ya da bizim elimizde olmayan nedenler yolumuzu çizmiştir. Bu yaşlarımızda ruhumuz isyanlardadır. Ruhumuz isyanda olurda bedenimiz durur mu... O da artık yorulmuştur...Oradan, buradan sinyaller gelmeye başlar. Ama hayat oyununun da kurallarını iyice öğrenmişizdir bu yıllarda.

50’li yaşlar ise genelde emeklilik döneminin başları, bazıları için torun sevme veya bakma zamanıdır. Çalışma yaşamının koşuşturması olmadığı, çocuklarda büyüyüp yuvadan uçtuğu için dünyaya daha geniş açıdan bakma imkanına sahip olursunuz. Eskiden çok kızdığınız şeylere gülüp geçmeyi, insanlara hak ettiklerinden fazla önem vermemeyi, kendinizin, sevdiklerinizin sağlığının pek çok şeyden önemli olduğunu öğrenmişsinizdir. Yaradanı ve onun yarattığı evrene, insana ilişkin mucizeleri daha derinden düşünmeye başlarsınız. Her şeyi, herkesi olduğu gibi kabul etme becerisini kazanıp “benim doğrum en doğrudur” savından vazgeçtiğiniz yıllardır, bu yıllar.

Evet sanırım herkes, belli bir yaşa geldiğinde; “tekrar dünyaya gelsem ve bugünkü bilince sahip olsam, o hataları yapmazdım” söylemi ile pişmanlığını dile getirir.Ama, hatalardır bizi biz yapan. Önemli olan, hatanın hata olduğunu anlamak onu tekrarlamamak, ondan ders almaktır.

Kötü olmasa iyinin, hastalık olmasa sağlığın, yokluk olmasa varlığın, ayrılık olmasa insanın değeri bilinir mi... Hayatının tümünü mutlulukla geçiren var mıdır ki? Acı çekeceğiz elbette. Acılar bizi yıldırmamalı, umudumuzu yitirmemeliyiz. Ferhat Göçer şarkısında ne güzel söylüyor: “Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem”

İnsan yaşamında olduğu gibi Ulusların yaşamında da inişler çıkışlar olması doğaldır. Almanya, Japonya’nın tarihlerinin seyri, Osmanlı imparatorluğunun yükselme ve gerileme dönemleri; hiçbir şeyin aynı düzeyde devam etmediğine örnektir.

Millet olarak tarihimize bakarsak yaşadığımız acılı dönemleri görürüz.Ama Kurtuluş savaşı gibi zorlu bir savaşın sonunda Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde Ulusumuzun aydınlık günlere ulaştığını da görürüz.

İçinde bulunduğumuz bu; sisli, puslu, endişeli günler de elbet bitecek. Şairin dediği gibi, “GECENİN EN KARANLIK OLDUĞU ZAMAN, SABAHIN EN YAKIN OLDUĞU ANDIR” (C.Şahabettin)

Güzel sabahlara ulaşmak dileğimle...

 
Toplam blog
: 307
: 1382
Kayıt tarihi
: 08.08.07
 
 

Emekli Türkçe öğretmeniyim.Şimdi Marmara Üniversitesi bünyesinde bulunan, Atatürk Eğitim Enstitüsü ..