Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '07

 
Kategori
Gece Hayatı
 

Gecenin mutlulukları, eziyetleri kimin içindir?

Gecenin mutlulukları, eziyetleri kimin içindir?
 

Gece zor gelebiliyor hepimize, nedenini ilk anda bulamayabiliyorsun, sonra biraz inceden düşününce bir şeyler; "bak bu haller benim eserimdir!" diyebiliyor insana.
Kendimi ilk defa yalnız hissettiğim ne zaman dı? Diye düşünmeye, ilk tek başınalığımın, gecenin önünde-ardında-orta yerinde, neresinde karşıma çıktığını bulmaya uğraştım. Buldum, vaktini-zamanını ilk yalnızlığımın; 7 yaşındaydım, ne yaptığımı tam hatırlamıyorum ama haşarı, ele avuca gelmez, söz dinlemez olduğumu iyi biliyorum. Belki bir ders vermek için, belkide benimle başa çıkabileceklerini göstermek istediklerinden; işte o anımsamadığım "suç" nedeni ile, bir anlamda cezalandırıldım. Karanlık, rutubetli, tütün ve toprak kokan bir yerdi. Baka kaldım denir ya, öyle oldu başlangıçta, sonra ağlamaya başladım, annem de yanım da değildi ve sustum. Karanlıkta bir yere oturdum, toprak olduğunu dokununca anlayabildim. Korkumda geçti; çocukça olsada "ben çıkamıyorsam beni korkutacak bir şey de buraya giremez" dedim kendime, o sebepten korkmuyordum!

İşte o zaman "karanlığın korkusu" silindi benliğimden; bana geceleri korkutucu-ürkütücü gelmiyordu artık. Hala da böyle sürüp gidiyor, yalnız, dedim ya biraz da olsa "zor" gelebiliyor gece vakitleri.

Gece insan ne yapar? Uyur, sevişir, bazen sabahlara kadar eğlenir veya "aklını bulmak" için sarhoş olmaya çabalar. Ters giden bir şeyler varsa ve de bu saydıklarımı yapmak o tersliği düzeltmiyorsa ne yapacaksın? Oturursun o zor gecelerin karşısıda, seyredersin "halleri" ve "hallerini".

Gök yüzüne bakarsın, eh hava açıksa şansına, senin gibi kararıp bulutlanmamışsa; " yıldızları", vaktide uygunsa "ay dedeyi" bile bulabilirsin karşında. Onlara seslenmen gerekmez, sormana gerek kalmaz onlar konuşur seninle. Daha önceki zamanlar da, ta oralardan, yukarıdan seyrettikleri ve gördükleri, şimdi yaşamayan, soyu-sopu tükenmiş, toprak ta bir tohum bile yeşertme şansı olmamış, ya da ülkeler-yurtlar kurmuş, savaşlar vermiş, adını bu güne göndermiş ve yaptıklarından "bir yudum" bile sebep-fayda sağlamamış, yaşam ve özgürlük için ölümü seçmiş olanları; "özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir"(*) diyebilmiş olanı, "ey toprak sen benim sadık yarimsin"(**) diyebileninde içinde bulunduğu insanları anlatır, hem de tek tek. Böylesi kalabalıkta bile hala yalnız olduğunu düşenebilir insan.

O an da, başka sesleri de duymaya başlarsın;annesini uyandırabilmek için feryat eden bir bebeğin sesini, ardından, kim bilir ne yüzden kahredip kör kütük sarhoş olmuş bir erkeğin "evinde" karısı ile kavgasının bağırtılarını, sonrasın da genç bir insanın yanında bulunmayan "sevgilisine" duyurmak ister gibi, yüksek sesle dinlediği arabesk müziğin serzeniş-nağmelerinede takılıp kalabilirsin.
Dinlemekten yorulunca yeryüzünü, toprağı seyretmeye başlarsın, hele evin toprağın kıyısında, suyun ve denizin yakınında ise işte başka bir şeylerin farkına varman gereken yer orası demektir. Toprak ve Su, ikisinin anlatıları adamı yormaz, üzmez. Üstlerinde taşırlar her şeyi ve hepimizi. Yine de türkü söylemeye, dans etmeye devam ederler, ama biraz sessiz olur şarkıları, oyunları. Sanki uyandırmak istemez gibi "üstünde yatanları ve yaşayanları", gecenin bir vakti telaşa vermek istemez halleri vardır hep. Türküleri ve dansları toprağa tohum ekenlerin, denizden ağ çekenlerin ve fabrikalarında yaşam üretenlerin dilinden çıkmış, anlam bulmuş ve insan denilen canlının sevdalarını anlatır olmuştur.
Bizden önce "yaşamış" olanların hasretlerini, sevgilerini ve "günlerini" anlattıkları sestir; toprağın ve suyun sesi. Ol sebepten bir başka güzeldir, topraktaki rüzgarın ve denizdeki suyun sesi.

Yaşamak için çabalayan, didinen her canlıya el uzatır, elinde olanı esirgemez, zenginlikleri bitmez gibidir. Kimseye kızmazlar, kendilerine kazma sallayanlara, derinliklerine ip salıp balıklarını kandıranlara bile küsmezler; bilirler ki "en sonunda her şey onların bağrında kendine yer arayacaktır." Zenginliklerini esirgemeden sundukları bütün insanlar ve canlılar, borçlarını ödemek için, yaşamlarının nihayetinde kendilerini onlara sunacaklardır ve bu onların beklentisi de değildir!
Ve , başka her şey değişip, kaybolsada, onlar hep var olacaklar.
Yine ol sebepten, türküleri ve dansları fısıltı gibidir, duyabilmek için can kulağı ile dinlemelisin.

Belki de bu türküler ve oyunlar, geceler de daha anlaşılır halde duyulduğundan mı nedir bilinmez, canlılar ve insanlar bu sesleri duymamak, ürküntüye kapılmamak için mi "uyumaktalar" sabahlara kadar! Olabilir mi?

İki gözüm görmez oldu, iki kulağım duymaz oldu desem de, dilim konuşmaz olsa da, bu söylediklerimi başka her hangi bir zaman da, her hangi birilerinden yine de duyabilirsin, sanıyorum.

"Anlattığım gibi değil" diyebilmek istiyorum, o zaman bir ses diyor ki "biz de onların yarattığı gibi değiliz."

Gecenin daha ne halleri var bir bilebilsen, ama bu kadarı yeter diğerleri sonra.
Farkında değilsin ama birazdan gece bitecek, gün dogacak yeniden ve kendini yaşamaya, yeni gün de "yeniden" başlayacaksın. Boş ver bunları, uyumana bak, bu işler sana göre değil..!

"Gecelerin" kaç yaşında olduğu bilinmez ama,
ben kendi yaşımı biliyorum...


* Mustafa Kemal Atatürk

**Aşık Veysel Şatıroğlu

Fotoğraf:Atlas Dergisi

 
Toplam blog
: 61
: 762
Kayıt tarihi
: 06.07.07
 
 

Sosyoloji, psikoloji, kültürel alanlar ve ilişkiler, insan ilişkileri ve ekonomi-politik ilgi ala..