Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '10

 
Kategori
Anılar
 

Geçmiş zamana dair çevre ve çehre hikayeleri - 2

Geçmiş zamana dair çevre ve çehre hikayeleri - 2
 

Kö ekmeği


Giriş

Yıl 1967 olmalı. 8 yaşındaydım. Müdür babamın tayini Van'dan Bursa'nın bir köyüne çıkmıştı. Denki yapıp çıktık yola. Geride şehirler bırakarak 2 gün sonra köye ulaştık. Bereketli topraklar çevresine kurulmuş bir köydü. Köylüler bit ve pireden yana muzdarip. DTT palyatif bir tedbir sadece. Aydınlanma gaz lambası, fener ve lüksle sağlanıyordu. Zaten gecelerin pek bir anlamı yok ki. Ne televizyon var ne de radyo evlerde. Sadece müdür babamın radyosu vardı onunla da sürekli "ajans" dinlerdi babam. Bir ayin gibi. Ha bir de yaz tatillerinde ben ve ablam "arkası yarın"ları takip ederdik. Hiç unutmam Halid Ziya Uşaklıgil'in "Kırık Hayatlar" romanını eksiksiz dinlemiştim ünlü tiyatro oyuncularının dilinden.

Mezarlığın yanında bir evde kalıyorduk ilk yıllarda. Sundurmanın önü, uzun tahtalarla çevrildiği için çevreyi göremiyorduk. Evin bütün pencereleri arkada olduğu için mezarlığa bakardı. Mezarlık... Serin ve uzun serviler altında yatan yüzlerce ölü, yüzlerce mezar ve ölülerin ayak ve başuçlarına dikilmiş yüzlerce mezar tahtası. Özellikle yağmurlu günlerde odamızın küçük penceresinden mezarlığa bakardım. Her şey yıkanırdı sanki.


[ Dipnot-1: O yıllardan kalmış bir refleks midir nedir bilemem ama mezarlıklardan asla korkmam. Şimdi ne zaman bir mezarlığın kenarından geçsem çoğu kere durur, mezar taşlarına bakar, doğum ve ölüm yıllarını okur, üşenmeden bir çıkarma yaparım. 55 yaşında ölmüş, 81 yaşında ölmüş, 4 yaşında ölmüş... genç ölümlere üzülür, ayrılırken de bekledikleri fatihayı mutlaka gönderirim. ]

Bir Dilim Köy Ekmeği Karşılığı Küspe Çiğnediğimiz Günler

Çocukluğumuzda bizim, ne değişik oyunlarımız ve "hobi"lerimiz vardı yahu! Gazoz kapaklarını toplar, onları taşla düzler ve tele asardık sonra da tunç bilyelerle "miliş" oynardık. Bazen de bu "miliş" oyununu düğmelerle oynardık. Yağmurlu zamanların hemen akabinde salyangoz toplar, köye gelen alıcılara satardık. "Çelik çomak"ı nasıl unuturum! Futbol olmazsa olmazımızdı elbette.

Hele bir "küspe çiğnemek" iş-oyunumuz vardı ki ne kadar çok mutlu olurduk o işi yaparken. Küspenin ana maddesi pancar. Öğütülerek küspe haline getirilir tarlada, römorklerle ahırın yanına getirilir ve diğrenlerle ahırın küçük penceresinden içeriye atılırdı. Biz çocuklar da yer açılsın diye o küspeleri çıplak ayaklarla çiğnerdik. Ne kadar da sıcaktı küspe. Hem zıplar, hem oynar hem de ısınırdık. Güreştiğimizi bile hatırlıyorum küspenin üstünde. İşimiz bitince avludaki tulumbada ayaklarımızı yıkardık. Evin annesi "sundurmadan" seslenirdi:

- Çocuklar, gelin bakalım yanıma.

Koşarak giderdik "komşu anne"nin yanına. "Komşu anne" toprak fırında pişirdiği yuvarlak köy ekmeklerinden birini alır ekmek teknesinden, göğsünde tutarak sayımız kadar dilim keser, yanındaki şişede bulunan halis zeytinyağını dilimlerin üzerinde gezdirir sonra da kırmızı pul biber ekerek bizlere verirdi. Nasıl iştahla yerdik, anlatamam. Oysa altı üstü bir dilim ekmek, zeytinyağı, pul biber... Ama olsun o bir dilim ekmek bize en güzel yemeklerden daha tatlı gelirdi...

Son söz: Yıllar sonra o köye gittim ve çocukken bize "yağlı ekmek" veren "komşu anne"yi buldum. Yaşlanmıştı. Beli iki büklümdü. İyi görmüyordu. Az işitiyordu ama hafızası yerindeydi. Tanımadı önce. "Kara müdürün oğlu" deyince gözleri parladı, gözlerinin önünden sis perdesi kalktı. Bir sarıldı sanki annem. Saatlerce anlattık geçmişten, şimdiki zamandan... Mutfağa geçti bir ara. Elinde bir "yağlı ekmek" dilimiyle döndü. Yıllar öncesinin iştahıyla yedim "komşu anne"nin verdiği ekmeği. Akşam oluyordu vedalaştık tam ana kapıdan (portal derdik) çıkarken "komşu anne" seslendi:

- Kutsi bu torbayı unutma.

Birkaç dakika sonra torunu Nermin yetiştirdi torbayı bana. Yolda giderken merakla baktım. Torbanın içinde yuvarlak büyük bir ekmek duruyordu.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..