Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Geçmişe özlem geleceğe umut

Tarih geçmişin aynası olarak kabul edilir. O aynada birazda görmek istediklerimize odaklanma huyumuz vardır. Külkedisi masalında olduğu gibi o yalancı aynada hep sahte sevinçler yaşamayı arzularız. Thomos More’ nin “Utopia”sında vatandaş olmak, Hasan Sabbah’ ın “Alamutun”da yalancı cenneti tatmak hülyasında vazgeçmeyiz. Gerçeğin değil düşlerimizin yansımasını bekleriz o aynalardan. Günahlarımızdan çok sevaplarımızı hatırlamaktan hoşlanırız. Kendimizi bu yola arındırmaya, geçmişin yüklerinden kurtulmaya çalışırız. Hafızamızdan sildiğimiz anılar, hatırlamak istemediğimiz olaylardan kaçınarak kendi kendimizi arındırdığımıza inanırız. Yorgun bedenimizin taşıyamadığı zincirlerden bir bir kurtuldukça yaşamı kendimiz için kolaylaştırdığımızı fark ederiz. Başkalarına yüklediğimiz hatalarımız, Dostoyevski’nin Raskalnikov’ u gibi meşrulaştırdığımız suçlarımızla varlığımıza anlam katmaya çalışırız. Ama gerçeklerde kaçtıkça onlara yakınlaştığımızın farkında olmayız. 

Unutmak adına bastırdığımız her duygu zamanla bilinçaltından sıyrılarak karşımıza çıkar. Freud, hakikatin; sakladığımızı, kilitlediğimizi sandığımız hakikatlerimizle buluşmamızın anahtarını sunar. Kafka, yaptığımız budalalıkla avunmamızı yardımcı olur.”Budalalıkları herkes yapar, hem de ne çok, hem de ne çok” diyerek. Locke, tutkularımızdan kurtarır bizi ”hakikati hakikat olduğu için sevmeyi” öğreterek. Egomuza kurban ettiğimiz gerçekler, yitirdiğimiz değerlerle hesaplaşmamız ise vicdanla başlar. Vicdan, içimizdeki hâkim, karşımızdaki savcıdır bir bakıma. Onunla verdiğimiz mücadelede hileye yer yoktur çünkü. Bir küçük çocuğun yüreğinde sakladığı masumiyettir vicdan. Bir yaşlı amcadaki bilgeliğin, bir annedeki şefkatin içimize işlenmiş halidir. Öyle ki, vicdan diyor Noovelle, ”bize nesnelere ilişkin doğruları öğretmez, fakat görevlerimize ilişkin gerçekleri gösterir, bize ne düşünmemiz gerektiğini değil, ne yapmamız gerektiğini söyler, bize doğru mantık yürütmeyi değil doğru davranmayı öğretir.”diyor. Goethe’nin barbarlıkla suçlayıp canavarlıkla mahkûm ettiği insanoğlunun cevabı, vicdanıdır. 

Newton’un doğayı karanlıktan kurtarması gibi insanoğlunu da karanlığın şerinden vicdanı kurtarır. Voltaire’ nin “Tanrı’nın insanların yüreğine koyduğu doğal iyiliğin” adıdır vicdan. Budizm’de “Nirvana” ya ulaşmanın, Nuh’un gemisinde yolcu olmanın biletidir belki de. Gerçekle yüzleşmemizi sağlayan bu yüce duygu yabancılaştığımız tüm değerlere kavuşmamızın anahtarı sayılmalı. Ama öyle esirleşmişiz ki bencil duygularımıza Darwin mezarında dört köşe oynuyor. Güçlünün haklı olduğu bir zaman göre ayarlıyoruz saatlerimizi. Varlığımızın bedelini başkalarına ödeterek yaşamaya çalışıyoruz. Mutluluğumuzun bedelini sorgulamadan yaşıyoruz hesapsızca. Mutluluk masalımız tutmadığında geçmişteki sözüm ona saadetimize sığınıyoruz. Yine geçmişi aynalarına döndürüyoruz yüzümüzü. Kişisel tarihimizdeki altın çağa yaptığımız vurgunun temelde mevcut durumumuzdaki hoşnutsuzluktan kaynaklandığının farkına varmadan, ezip geçtiğimiz hayatları, yıprattığımız ruhların acısını hissetmeden sadece bizi mutlu kılacak şeyleri hatırlama hastalığından sıyrılamayız. Geçmişte aramaya çalıştığımız kerametin hikmeti de burada. Mevcuttan hoşnutsuzluk, gelecekten umutsuzluk bizi geçmiş günlerin tutsağı kılar. Belkide Konfüçyüs’ün eski günlere duyduğu hasretin ya da Osmanlı yöneticilerinin Tanzimat’ta geçmişe yükledikleri anlamın sırrı da buradadır. Mevlana’nın Şam sokaklarında Şems’i araması gibi geçmişin izlerinde güzel günlerimizi aramamız, Uluğ Bey gibi “yıldızımı buldum, yıldızımı buldum” diyemememizden belki. Geçmişe yüklediğimiz hasretin geleceğimizi çaldığını bilmeden tükettiğimiz dostluklara, arkadaşlıklara dönmeliyiz yüzümüzü. Yıldızımızı bulacağımız gece, güneşimizi göreceğimiz gün orada karşımızda olacak. 

 
Toplam blog
: 36
: 476
Kayıt tarihi
: 26.03.11
 
 

Üniversite mezunuyum. Yerel bir gazetede çalışıyorum...