Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '12

 
Kategori
Siyaset
 

Geçmişle yüzleşmek…

Geçmişle yüzleşmek…
 

On yıl kadar önce Amerikan senatosunda Ermeni soy kırım yasası görüşülürken bir senatör “Türkiye geçmişi ile yüzleşmelidir” dedi. O günden sonra bizim ABD bağımlısı topaç liberallerimizin ağzına düştü bu laf. “Geçmişle yüzleşmek” nasıl bir şeydi acaba. Bizim geleneğimizde geçmişi unutmak vardı aslında. Bu tıpkı Hıristiyanların papaz karşısında günah çıkarması gibi bir şeydi. Onlar yaptıkları bir kötü işi zarar verdiklerine açıklayamayacak kadar yüreksiz oldukları için sözde papaz aracılığı ile Allaha anlatıyor. (Sanki Allah’ın haberi yok) Böylece ferahlıyorlar. Kendilerinin yapmaya cesaret edemedikleri şeyleri bizden istiyorlar.

Kişisel olarak geçmişle yüzleşmenin ne demek olduğunu hiç düşündünüz mü?

Kaba bir örnek verelim. Kadın otuz yıllık kocasının yanına geliyor.

-    Bey sana bir diyeceğim var.
-    Buyur, söyle.
-    Yirmi yıl evvel bir gün ben sana çok kızmıştım ya,
-    Eeee
-    O zaman ben seni filanca ile aldattım.

Adam o dönemde bu tür bir şeyler duymuş, kondurmamış, üzerinde bile durmamıştı. Aldatılmış olmak adamın aklını başından alır ve kapıyı çekip bir daha gelmemek üzere evi terk eder. Kadın geçmişi ile yüzleşmiş rahatlamıştır.

Bu sıradan kaba bir hikâyedir. Bize ailelerimiz geçmişi karıştırmamayı öğretmişlerdir. Her ne yaşamışsak bize zaten ders olmuştur. Üzeri kapanmış yaraları deşip tekrar kanatmak kimseye bir kar sağlamayacaktır.

Birde toplumların geçmişleri ile yüzleşmesi durumu vardır. Önce, geçmişle yüzleşmek bir tarih sorunudur. Geride kalmış olayları aydınlatacak belgelerin kapsamlı, eksiksiz, doğru, yansız ve dengeli biçimde ortaya konması gerekir. Bu uğraş bilimin görevidir. Yalnız bir görüşü yayma amacıyla yürütülen bir kampanya malzemesi yapılmamalıdır. Bilimin görevi ortaya geçmişte ne olduysa onu yan tutmadan yansıtan, kanıt değerinde belgelere dayalı ve doğruluktan ayrılmayan bir kütük çıkarmaktır.

İncelenen konu anlaşmazlığa taraflar olanlardan biri ya da birkaçı için bir kin ve öç kaynağı olamaz. Hele egemen olmağa özenen görüşün doğruluğunu sorgulayan ikinci görüşlerin eşit olarak dinlenmediği, savunulamadığı, dikkate alınmadığı, hatta yasak olduğu, üstelik sözü edildiğinde para, tutukluluk ve hapis cezalarının geçerli olduğu kurullarda, ortamlarda ve ülkelerde siyasal amaçlar için kullanılamaz.
Son iki örnekten yola çıkarsak ne sözde Ermeni soykırımının ne de Tunceli’de yaşanan olayların yüzleşme zamanı gelmemiştir.  Dünyanın uzak bir köşesinde yüz yıl önce yer almış olaylar başka bir ülkedeki günümüz iç iktidar savaşımında yerel baskı örgütlerinin buyruğunda yorumlanamayacağı gibi, ulusal düzeyde siyasetin ya da uluslararası güç dengesinde bir çıkar arayışının aracı olmamalıdır.

Bilimin  tüm belgeleri inceleme, öne sürme ve gerçek olanları sahtelerinden ayırması gerekir. Özellikle “Ermeni sorunu”nda Osmanlı belgelerini yok saymak değil, tam karşıtı onlara özel önem vermek gerekir. Eğer konu Osmanlı devletinin 1915 yılı ve dolaylarında, ya da herhangi bir zamanda Ermenilere ilişkin siyasetinin ne olduğunu saptamaksa, bunun yanıtı önce ilk elden kanıtlar olan Osmanlı belgeliklerindedir. Başka devlet belgelerine de karşılaştırma amacıyla kuşkusuz bakılabilir. Ancak, gerçekte Osmanlı resmî tavrını belirleyecek olan ilk elden belgeler orada bulunur. Diyelim, İngiltere'nin Waterloo Savaşından önce Napolyon’a ilişkin siyasetinin ne olduğunu belgelere dayalı olarak anlamak için ilk önce (Alman ya da Japon değil) İngiliz arşivine bakmanın kaçınılmaz olması gibi, Ermenilere ilişkin siyasetin anahtarları da Osmanlı tarih hazinesindedir. Günümüzde bu belgelerin bir kısmı yayınlanmış ama bu olaylardan Ermenilerin çıkar sağlamayı amaçlamasından dolayı herhangi bir yüzleşme mümkün değildir.

Türk ve Ermeni halkları bu yüzleşmeden ne zaman bir çıkar beklemez duruma gelirlerse o zaman ancak bilim adamlarının öncülüğünde bir yüzleşme yoluna gidebilirler. Bu konu 1936 -38 yılları arasında Tunceli de çıkan isyanın bastırılması sırasındaki olaylar içinde geçerlidir. Her ne kadar günümüzde ne devlet, ne de o yöre insanı bu olaylardan bir çıkar beklemiyorsa da ucuz siyasetçiler bunu bir iç politika malzemesi olarak kullanıyorlar. Bu da bizim daha o günlerdeki olaylar için bir yüzleşme olgunluğuna erişmediğimizi gösteriyor.

Kaldı ki, Dersim’de olan-bitenle, üzücü olaylarla yüzleşmenin toplumsal gelişimimize bir katkısı olabilmesi için, benzer koşulların bugün hüküm sürmemesi gerekir. Yani, Türkiye’nin PKK ile mücadele sorunu kalmamış olmalıdır. Geçmişte yaşanmış sorunlar bugün bir şekilde devam ediyorsa, geçmişle yüzleşmek hiçbir anlam ifade etmez. Geçmişte Tunceli’de neler olduğunu tabii ki anlayalım. Ama 1950-2012 arasında bu ülkede neler olduğuna da bakalım. Öldürülen onlarca aydınımızın, insanımızın sadece faillerini değil, onları kullananları da bulalım. Devlet arşivlerini açalım. Türk siyasal tarihinin aydınlatılmaya muhtaç diğer alanlarına da odaklanalım.

Gelin, Van ve Erciş depremlerinde yaşanan organizasyon ve koordinasyon sorunlarının, AKP’nin yönetim başarısızlığının nedenlerini anlamaya çalışalım.
Depremden kurtulan, ama naylon çadırda yaşamak zorunda kaldıkları için soğuktan ölen 6 yaşındaki Öznur ile 7 yaşındaki Deniz’in, çadır yangınında can veren Mikail, Bahar, İsmail kardeşlerin ortaya koyduğu gerçeklerin nedenleri üzerinde duralım.
Ey, Ermeni’den özür dileyen, dersim üzerinden Cumhuriyete atıp tutan, emrinde olduğu siyasetçilere gol pası atan topaç liberaller. Onca yıl geri gitmeden önce şu dün olanlarla bir yüzleşmeye çalışsak daha iyi olmaz mı?

İzmir 2012

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..