Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Anılar
 

Geçmişten bir anı...

Ankara’da bir gazetede gazetecilik mesleğinin ilk basamaklarındayım. Yıl galiba 1963. Gazeteden bana bir görev verdiler. 28 yaşında bir adam, Türkiye’de hiç bir yerde nüfus kaydı yok. Sağlığı bozuk. Ne hastaneye yatabiliyor, ne askere alınıyor. Evsiz, yurtsuz, parasız, pulsuz.. İş bulamıyor, hiç bir yere sığınamıyor. Bir büyük felaket ki, sormayın.

Bu adamın adı Muzaffer idi. Müdürlerim adamı yanıma kattılar. "Senin işin bu insanı nüfusa kaydettirmek." dediler. Bu arkadaş aklı erdiğinden itibaren kendisini nüfusa yazdırmaya çalışmış.. Cumhurbaşkanından Genelkurmay başkanına kadar pek çok yere dilekçeler yollamış. Nereye dilekçe verdiyse, dilekçeleri hep Ankara Valiliğine havale edilmiş, oradan da Ankara Nüfus Müdürlüğüne iletilmiş, orada tıkanıp kalmış.

Bu arkadaşla önce izleyeceğimiz yolu belirlemek için başbaşa verdik, kendisini dinledim.. Neredeyse yüzü aşkın dilekçe, bu dilekçelere verilen yanıtlar. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 1960 ihtilalinden sonra Cemal Gürsel ve aşağıya doğru pek çok görevliye dilekçeler..

Muzaffer’i yanıma aldım ve doğruca Ankara Nüfus Müdürlüğüne gittik.

Koca bir salon.. Salonda belki on beşe yakın memur.. Bir bankonun gerisinde çalışıyorlar. Biz kapıdan girince... (BU SATIRLARI LÜTFEN DİKKATLİ OKUYUN)

Biz kapıdan girince biri ortaya seslendi.. "Ali! Seninki gene geldi.." Ortalığı bir kahkaha kapladı.. İnsanlar gülmekten kırılıyor. Memurlardan birine yaklaştım, arkadaşla ilgili bir şeyler söyleyecek oldum ki, memur bey gürledi: "Biliyoooz kardaşım.. Biz onun hakkında her şeyi biliyooz, sen avukat mısın?"

"Hayır elbette Avukat değilim ama..."

"Eee, ne diye uğraşıyon öyleyse?"

Uzun lafın kısası adamla kavga ederek oradan ayrıldım. Ve büyük söz ama, ayrılırken ona şunları söyledim: "Bu tavrını unutma, en geç bir hafta içinde bu adamın nüfus cüzdanını sen kendi elinle dolduracaksın.."

Burada iki ayrı noktaya açıklık getirmek zorundayım. Biri, kime ya da neye güvenerek böyle kesin konuşmuştum. Çünkü efendim, o sıra Ankara Hukuk Fakültesinde okuyordum. Ve şunu öğrenmiştim: "Hiç bir alan hakkında hukuki kural bulunmaksızın açık bırakılmış olamaz." Hukukta şimdi yıllar sonra benim böylece dile getirebileceğim bir genel kural var.

Bu kurala güveniyordum, bu bir.

Bir de bu yazımı okuyanlardan bir kişi, ola ki "Sana nasıl inanalım?" diye soracak olabilir. Bu olayı ben o gün çalıştığım gazetede röportaj olarak yazdım. Hatta, Aziz Nesin biraz daha dürüst bir insan olsaydı, ben onun "Yaşar Yaşamaz" adlı eserini de benim bu röportajımdan yola çıkarak yazdığını öne sürebilecektim.

Çünkü, gazetede şair Ahmet Arif ağabeyle birlikte çalışıyorduk. Böyle çarpıcı olayları Ahmet ağabey Aziz Nesin’e postalıyordu. O da bu yazıları malzeme olarak kullanıp yazılar ve kitaplar yazıyordu. Ama, Aziz Nesin her şeyi kendisi akıl ediyor, görünmekten hoşlanırdı.

Evet şimdi konuya dönüyorum.

Bir hafta geçmeden bu arkadaş Nüfus Hüviyet cüzdanını almıştı bile. Ve benim dediğim gibi cüzdanı o memur kendi eliyle doldurdu. Bu kez o kadar haşin değildi. O gün bugündür gazetelerde "Kimliği ve nüfus kaydı bulunmadığı için perişan olan kimseler" le ilgili haberleri okudukça ben şaşırıyorum.

Bu konu o kadar kolay ki, inanmayacaksınız..

Ben o garip kişinin on beş yirmi yılda başaramadığını nasıl başardım, biliyor musunuz? Büyük bir tesadüfün eseri olarak ve bir tek telefonla.. Onun için "Çok kolay" diyorum. İç İşleri Bakanlığı Nüfus İşleri Genel Müdürü'ne telefon ettim. Ve ne yapabileceğimi sordum:

"En yakın karakola gitsin, derdini anlatsın. Hiç bir yerde nüfus kaydı bulunmadığına dair bir yazı alsın, o yazıyla Ankara Valiliğine başvursun. Nüfus Cüzdanı hemen verilir."

Hepsi bu kadar..

Karakola birlikte gittik. Polis şaşırdı. "Kardeşim, adam Rus casusu mudur, komünist midir, ben nereden bilirim?" dedi. Böyle derken de adamın şimdiye kadar açlıktan niye ölmediğine acıyarak bakıyordu, farkına vardım.

"Bakın memur bey" dedim. "Adamı teslim ediyorum. Rus casusu ise, komünist ise belirleyip birlikte asalım. Ama anlattığı öykü doğruysa adamı birlikte kurtaralım." Ankara’da Anafartalar Polis Merkezi istediğimiz yazıyı verdi, Muzaffer’in hayatını kurtardık.

Olayın öyküsünü gazetede yazdık.

Muzaaffer hemen de askere gitti. Ben de İzmir’e taşındım. Bir daha birbirimizi görmedik.

Bu yazıyı şöyle bağlayabilir miyiz?

"İnsanlar ne kadar çaresiz ise onun elinden tutanlar da o kadar az oluyor. Kişinin serveti ve gücü arttıkça, onun çevresinde ona yardımcı olmak için dolananlar çoğalıyor. Aslında bunun tam aksi olmalı, değil mi?

Öyleyse bu yanlış niçin işlenir durur. Aklınız alıyor mu?"

 
Toplam blog
: 49
: 774
Kayıt tarihi
: 19.11.06
 
 

Ben uzun zamandır yazıyorum. Türkiye'den epey uzakta oturuyorum. Üç çocuğun babası ve pek çok çocuğu..