Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Geçmişten gelen ( ıı )

Geçmişten gelen ( ıı )
 

Mevsim sonbahardı, günler hızla geçiyordu. Hayatlarında değişen pek çok şey olmuştu bu arada... Küçük kızın önceleri anlam veremediği, ancak zamanla anlayabildiği şey babasının işsiz kaldığıydı. İşsiz kalmak mı, hayata küsmek mi belli değildi ya neyse! Evet işyeri batmıştı, eldeki para suyunu çekmişti, artık her istediklerini alamıyor , istediklerini giyemiyor, şehre gitmek bile masraflı olduğundan, giderken düşünüyorlardı. Küçük kızsa ancak bakkaldan birşey almak istediğinde, verilen hayır cevabı ve bu cevabın sık sık tekrarlanmasıyla zor bir durumda olduklarını anladı.

Birgün kirası daha ucuz olduğu için taşındıkları bu evde kapı çaldı. Küçük kız koşarak ''ben açarım'' dedi. Gelen ev sahibiydi. ''Baban yok mu kızım'' dedi adam. Uzun süredir olduğu gibi babası evdeydi ve uyuyordu. Koşarak çağırdı babasını. Biraz sinirli , biraz uykulu kapıya gelen babasının yanında dikildi. Keşke dikilmesiydi. Ev sahibi geciken kira için gelmişti. Babasının durumunu biliyor ve kirasını alamamaktan korkuyordu. Kendince haklıydı tabii. Ama küçük kız o anda babasını zor duruma düşüren bu adamdan nefret etti. Olsa verirdi. Hem kaçmıyordu ya! Kız çocuklarının hemen tümünde olduğu gibi o da, ablaları da çok düşkündüler babalarına. Laf söyletmezlerdi. Oysa yıllar sonra bu durumun sorumlusu olarak yüzleşeceklerdi....

Nasıl olduysa babası asıl mesleği olan ayakkabı çanta yapımı ve tamirine başladı. Eeee, tüccarlıktan sonra ağır gelmişti tabii.... Hem esnaf dostları da bir bir kopmuştu ondan. Demek ki ''Ye kürküm ye '' diye düşündü ve bir yara da burdan aldı adam... Ama yapacak birşey yoktu, düzen böyleydi. Bu düzenin dişlileri arasında ezdirmemesi gereken çocukları ve eşi vardı, çalışmalıydı.

Bazen birilerinin yanında, bazen de evde parça başı işler yaptı. Para kazanınca evde bir şenlik havası estirir, çocukların her istediğini alırdı. Eşi zor günler için biriktirelim dese de nafile, hep gününü yaşardı o... Zaten küçük kız da en çok bu yönünü severdi babasının... Bir yanda her istediğini alan bir baba, bir yanda hayır diyen bir anne... Daha o zaman ablaları ve kendisi cephe aldılar annelerine, sonradan pişmanlık duyacakları düşmanca tavırlarla hem de!

O kış çetin geçti. O kış ve daha birkaç kış. Bazen kömür buldular ısındılar, bazen erkenden yattılar buz gibi evlerinde üşümemek için. Elektrikleri kaç kez kesildi, kaç sabah kahvaltıda peynir yerine ekşimik yediler, sayısını unuttu. Babası patrona kızıp kaç işyeri değiştirdi, daha kaç gün evde uyudu, huzurları kaçtı unuttu onları da.. Ve daha birçok tatsız anıyı unuttu, unuttum sandı...

Okula başladı, yakın olduğu için semtlerindeki ilkokula verdiler onu. Ablaları şehre giderken zor buluyordu yol parasını zaten, bir de ona masraf edemezlerdi. Olsun, okumak çok önemliydi, okumak iş güç sahibi olmak.

Dersleri çok iyiydi, sınıfın, hatta okulun en başarılı öğrencilerinden biriydi. Birgün idareden çağrıldı. Ne olduğunu merak etti. Gittiğinde eline bir miktar yardım parası verildi, bazı sorular soruldu. Yerin dibine girdiğini sandı o an. Başarılı, fakir öğrencilere yapılan yardıma hak kazanmıştı. BAŞARILI AMA FAKİR, FAKİR... Beynine kazınan bu sözlere ağlayamadı bile. Müdürün odasından çıktığında sanki etiketlenmişti, yüzüne her bakan onun fakir olduğunu biliyor, görüyordu. Uzun süre dikkatle bakamadı kimsenin yüzüne.

Yıllar yılları kovaladı. Birbirine benzeyen sıkıntılı yıllar. Evde parasızlık yüzünden yaşanan tartışmalar, kapıya gelen ev sahibi, dedikodular, can sıkıntısı... Geleceğe atılan güvensiz tohumlar...

Okullarında yapılan seçmelere girdiğinde henüz dokuz yaşındaydı. Yetenekliydi ve hemen farkedildi. Ablalarının aksine her türlü sosyal faaliyete girdi bundan sonra. Biraz unuttu, kendisini pusturan fakirliği, yokluğu... Pek çok şehir gezdi, bir sürü arkadaş edindi, sosyalleşti. Nasıl da yardımı oldu bunun, ondaki güvensizliğin bir nebze de olsa giderilmesine! Madalya törenleri alkışlar... Biraz olsun sağlamlaştırdı karakterini, giderdi ezikliğini.

Bu arada ablaları da büyümüş, genç kız olmuşlardı. Hem de çok güzel genç kızlar! Mahallelinin gözleri üstlerindeydi. Ne yapsalar konuşuluyor, sanki attıkları her adım takip ediliyordu. geçen yıllarda onlar da arkadaş edinmişlerdi. Burada ailelerin hemen her yaştan bir çocuğu vardı. Hem de her ailede erkek, kız en az üç dört çocuk ! Onlar da kafa dengi birkaç arkadaş edinmişlerdi işte . Arkadaşlarının çoğu onlar gibi lisede okuyor ve bu varoştan kurtulmaya çalışıyordu. Burada yaşamanın en güzel yanlarından biri, geç saatlere kadar sokakta oyun oynamalarıydı sanırım. Birkaç iyi komşuyu da unutmayalım.

Babası kahve alışkanlığını edindiğinden beri, eve gece yarısından önce gelmez olmuştu. Çoğu kez işi savsaklıyor, kazandığı paranın büyük bölümünü de kahvede harcıyordu. Okul masrafları için yardım eden yakınları olmasa ve bir de zaman zaman annesine verilen paralar, işleri çok zordu. Ama babaları bu durumdan hiç rahatsız değil gibiydi. Belki bir kaçıştı bu ama, evdekiler bu kaçıştan çok zarar görüyorlardı. Hem babalarını göremiyor, hem de kazanılan paradan nasiplerini alamıyorlardı.

Genç kız olunca istekler değişip artıyor, problemler de büyüyordu. Arkadaşlarından farklı olarak, hep birilerinin eskilerini giymek, okula beş parasız gitmek, delik ayakkabılardan ıslanan ayaklarla günü geçirmek, şampuan yerine sabun, diş macunu yerine karbonat kullanmak hiç de kolay değildi! Her sabah aynı nedenlerden defalarca tartıştılar, ağladılar, birbirlerini kırdılar. Yokluk böyle birşeydi işte, delip geçen, acıtan, kanatan, derin izler bırakan...

Değişen tek şey istekler değildi elbet, insanların bakışları, niyetleri de değişiyordu. Bu küçük yerde, küçük beyinlerin, küçük hedefleri vardı ve bu defa hedef büyük ablaydı. Güzel, alımlı, duruşu asil... Tam bir genç kızdı. Kısa sürede pek çok gencin gönlünü çalmıştı. Ama o farkında bile değildi bedeninin, dişiliğinin, etrafa yaydığı o olağanüstü elektriğin! Farkına varan ve çarpılan bir delikanlı, büyük bir cesaretle duygularını açtı kıza... Kız şaşkın ve korkulu, ne yapacağını bilemedi... Küçük kız bu delikanlıyı pek severdi, abisiydi onun. Hiç olmayan abisi. İş başa düştü. Küçük kız ne yaptığını bilmeden göğsünde sevdalarını taşıdı bir süre gizli gizli. Kah bir mektup, kah bir güldü en goncasından! Ama birgün kahve muhabbeti içinde babaya fısıldadılar olanları. Olanlar dedimse; ne eli eline değmişti kızın, ne de uzun cümleler kurmuşlardı birbirlerine sevdalı... Ama olsun, bu bile yeterdi. Baba öfkeli, baba şaşkın... Evde fırtınalar koptu. Hapsedildi genç kız, mahrum edildi okumaktan... Bu olay hepsi için ilkti ve belki de son... Korku, endişe ve utanç dolu geçti günler. Sonra araya giren yakınlar ve zaman babayı kararından döndürdü. Zaten olanlar, gelecekte olacaklara şekil verecek bu yaşantı, kızı tövbe ettirmişti, aşka sevgiye. Ne haddineydi ki onun; sevmek, sevilmek... Okumalı ve bir an önce işe girmeliydi. Onun için yapılan plan buydu...

 
Toplam blog
: 114
: 309
Kayıt tarihi
: 20.08.09
 
 

Antalya' yı mesken tutmuş ,ruhu bu özgür şehirde tutsak biriyim... Beden eğitimi öğretmeniyim. 12 yı..