Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '18

 
Kategori
Gelenekler
 

Geçmişten Günümüze Adap…

Geçmişten Günümüze Adap…
 

(Sevgi, Saygı, Anlayış!)

… Onu bunu bilmem! Köylünün yaşadığı hayatı şehirliler yaşayamaz! Şehirlilerin hayatını da zaten; köylüler yaşamak istemez! Ne varsa bırakıp gittiğimiz köylerimizde kaldı...

Huzurdan tutunda samimiyete kadar! Doğallıktan tutunda insanına, insanlığına kadar...!

… Eskiden diye başlayan cümleleri çok duyarsınız, neden eskiye özlem duyuyoruz?

- İşte nedenleri:

Bizim köyde çocukluğumuzda;

Arkadaşlıkların, dostlukların olduğu büyüğün küçüğünü sevdiği, başını okşadığı, küçüğün büyüğüne saygı gösterdi sevgi, saygı ortamında büyüdük bizler. Analarımız ocaklarda ekmek pişirir, konum komşuya dağıtırdı. Sadece insanlar değil, ekmeğin kokusunu alan kedi köpek bile nasibini alır, belki de bu sebepten, bereket evlerden eksik olmazdı!..  Komşuların, akrabaların gözetildiği dönemleri maalesef geride bıraktık. İşte o eski günlerden bende kalan hatıralar;

Sevgi, Saygı, Anlayış!

Aslında, bu güne kadar çok yerde değişik şekillerde gördüm yaşadım ayrıca bunlarla ilgili çok da yazıda okudum. Ancak, biraz sonra anlatacağım “sevgiyi, saygıyı, anlayışı” deyim yerindeyse üçü bir arada Nescafe gibi bunlar üçü de bir arada nasıl olur yaşanır teferruatını bir yaşlı kadından, tatlı tatlı anlatımıyla yenibaştan öğrendim desem yeridir.

… Bir aydan beri iki güne bir hastanelerde randevu, kontrol, tahlil edilmek için sürekli hastanelerdeyiz. Devlet hastanesinde kalabalıktan nefes bile alamıyorsun. Gerekli tedavini zamanında yaptırman zati mümkün değil..! Bir gün tahlil ver, diğer gün almayı git, ertesi günü varsa doktora görün, yoksa haftaya, yoksa onbeşgün sonrası tabi o zaman kadar da bir derdin varsa ikiye üçe çıkmazsa…

… Özel hastaneyi gitsen hastane ve hasta arasında para münasebeti hat safhada. ‘Neymiş efendim yeni düzenlemeyle özel hastanelerin para muhabbetini kaldırmışlar!...’- Para münasebetini kaldırdıklarını iddia edenler için o düzenlemeler yapılmıştır eminim, onlar için geçerlidir o muhabbet. - Bizim gibi vatandaşlar; özel hastanede önce elin cebine gider, cebinden çıkacak paranın rengine göre ve paran kadar tedavi kapıları sana açılır, yüzüne gülerler, paran bitti mi! tedavinde biter sonra da ilgisiz suratlar sana dışlarlar ortada kalırsın, çok üstelersen papara olursun… Neyse hastalıktan bahsedip te sizleri baymak istemiyorum.

- Dün akşam devlet hastanesinin nöbetçi doktoru gittik fazla kalmadık ayrıldık. Hastanenin yakınında eşimin yakın akrabası var buraya kadar gelmişken onları da uğrayıp gidelim dedik. Çarşıdan birşeyler aldık macur ekmeği varsa onunla atıştırma yaparız düşüncesiyle eşimin akrabalarını çat kapı vardık. Eşimin ailesi, Bulgaristan göçmelerinden yani muhacir takımından.

Kapıyı çaldık evin kapısı usulca açıldı, kapının yavaş açılmasından da anlaşıldı, baktık köyden gelen yaşlı babaanne( macırca “tete”) bizi kapıyı açtı. Macurlar nineyi “tete” derler. Yaşlı kadın, buyrun buyurun erenler, bak gelin akrabalar geldi deyip bizi salonu aldı. Biz içeriye girdiğimizde mutfak tarafından torunu ile gelininin sesleri geliyordu.

Gelin oğluna: Oğlum, sofra hazır, yemeğini koydum; haydi gel de soğutmadan ye!..

- Çocuk, tete ile konuştuklarımızı duyunca bizim yanımıza geldi. 14-15 yaşlarında ki çocuk bizi de hoş geldiniz dedikten sonra babaannesinin yanını oturdu. Gelin Gülderen Hanım kendi telaşından ne kapı zilini, nede bizim geldiğimizden haberi olmadı. Mutfak tarafından ekmek kokusu da geliyordu, şansımıza Gülderen akşamüzeri fırına ekmek atıyor dedik!.. 

- Sonra bizim hanım gelini çağırdı aynı zamanda samimi arkadaşlar.

- «Kız Gülderen gel, bu akşam yemekler bizden, biz geldik!..» dedi.    

- Çocuk; “Babaanneciğim, ben burada senle beraber yemek yiyicim!.." dedi.

- Yaşlı kadın anlamlı bir şekilde iç çektikten sonra torununu baktı: Evin erkeği gelmeden misafirler yanında akşam sofrasına oturulmaz yavrum. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaAllah!" dedi.

- Evin gelini: Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince beraber yeriz." dedi. Gülderen bu arada da çocuğuna hazırladığı yemekleri tepsinin üzerinde koyup getirdi.

- Yaşlı kadın: baktı söylediği sözleri aldıran yok, konuşma anlatımını değiştirip keskin bir eda ile doğruca gelinine söyledi bu sefer ama biraz daha gaza bastı ağır sözler sarfetti... "-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayası, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır." Dedi!

Tetenin, mülayim keskin bir eda ile konuşmasını baktım, Osmanlı usturuplu bir kadın olduğunu anladım...  - Bu sefer çağın terbiyesiyle aşılanmış olan torunu alaycı bir tavırla söze karıştı: “Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlatsana, merak ettim!.." dedi.  

- Yaşlı kadın belki böyle bir çıkışmayı bekliyordu, yumdu gözünü açtı ağzını başladı anlatmayı: "-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dahil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Asla babamız sofraya oturmadan sofraya oturmazdık, el uzatmazdık. Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun kızanlar.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duasını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç ailece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!.." diye sıraladı ‘tete’ ninemiz…

Torunu:  "-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi. "-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep baki kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum” dedi.

- Yaşlı kadın: “Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu halde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hatta perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı." Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir eda ile salonun perdelerini çekti.

- Tete: “Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur yavrum.» dedi. Devam etti büyüklerimiz dedi... “Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu halde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahalisinden bile edep ederlerdi”. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; «Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarını asılı gördü, dediğinde utancımdan yerin dibine girdim!..»  dedi..

- Tete: -“Bugün yemekler dışarıda yeniliyor, göz hakkı oluyor, kimseye umursamıyorlar. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kul hakkı oluyor bu yenenlerde... Hiç şifa olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep eza veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor”. Bu ara bende kendimce; “işte tete ninemiz en önemli insani edebe değindi, edebin en önemlisi de budur herhalde dedim...” Evin içinde yaşananlar, asla dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü değil mi Gülderencim!.." dedi gelinine... Gülderen mahcup bir şekilde:  "-Evet anneciğim." dedi ama yüzü de kıp kırmızı oldu. Bizde anladık ki, gelini kocasını el gün içinde kötülemiş olur olmaz yerde ondan yakınmış olmalı ki tete ninemiz gelinini ders olsun diye bizim yanımızda haddini bildirdi. Gelinde evegenliğin cezasını ağır ödediğini yüzünün kızarıp bozarmasıyla belli etti.

- Torunu tekrar söze karıştı, hem annesini sıkıntıdan kurtarmak hem de konuyu değiştirmek için: "-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri içtikleri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!..", "-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi? yavrum",

- Gelinde; Kaynanasını bak beni beğenmiyorsun ama benden beterleri var dercesine"-Ah anneciğim, o insanların her hallerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşya ve kıyafetlerin, hatta beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notları paylaşıyor insanlar..." . - “Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedikten sonra tete gözlerini kıstı küçülttü daldı kaldı.

 " Gelini:  "-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı." dedi. Bu aralıkta torun kaşığı sessizce bırakıp:  "-Ben babam gelince sizinle yemeğe başlayacağım, anneciğim!" dedi. Babaanne de içlendiği ve daldığı için söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini bile fark edemedi ama biz tetenin sözlerinin hemen oracıkta işe yaradığını gördük. 

… Benim en sevdiğim adetlerimizden birisi de aile içerisindeki saygıyı ifade eden bir büyüğün içeriye girmesi ile eğer bacak bacak üstüne atılmış oturuluyorsa bunun hemen düzeltilmesidir. Otobüs veya toplu taşıma araçlarda yaşlılara ve bayanlara yer veren gençleri teşekkür ederim. Yer verenleri örnek insansınız derim. Bizim incilipınar Kampüs hattında çalışan Metrobüsün yolcu sayısı çok fazla olması nedeniyle otobüs tıklım tıklım doluyor. Yolcuların çoğunluğunu ücretsiz olduğu için yaşlılar, diğer yarısı da genelde öğrencidir.  

… Bir gün, bir kız öğrenci otobüste orta yaşlı birini yer verdi ama kız ayakta duramıyor. Yaşlı dediysem dinç biri. Onu kalk dedim bu kız ayakta duramıyor sense benden sağlamsın otur kızım yerini dedim kız teşekkür etti oturdu. «Dinç adam ne dese beğenirsin!.. »  “Onu yer ver diyen mi var demesin mi!” tepem attı. “Senin gibi hayvanları yer verilmez gören seni insan sandığı için yer verdi haysiyetsiz saygısız herif” dedim.  

… Bizim çocukluğumuzda para yoktu ama sevgi, sadakat, saygı vardı. Eskiden insanlar paraları olmasa bile mutlu olurlardı çünkü evde paranın satın alamayacağı sevgi, saygı, huzur olurdu. Şimdi biçok insan birbirlerinin malına varlığına bakar olmuş saygı kalmamış, sevgi desen yalan, bence haklılar bu yüzden biçok boşanma oluyor. Paranın maddiyatın satın alamayacağı şeyler var dedim ya, hiçbir şeyin olmasa bile evleneceğin kişiyle elele verip birçok şeyin üstesinden gelebilirsin.

… Sevgi, saygı önem konusunda baş sırada tabi ki ama geçim olmadan o sevgiden de saygıdan da eser kalmaz. Günümüzde asgari ücret çok düşük, hayat pahalı insanlar adım atarken yapabilir miyim edebilirmiyim diye iki kere düşünüyor. Eskiden elektrik parası yok, su parası yok... Doğal gaz parası yoktu... Komşular desen dert alır, canın sıkıldı mı konum komşuda kahvede sohbet boldu... Kuş sesleri, horoz, tavuk, kuzu, oğlak hatta çocuk sesi gibi doğal sesler sürekli mevcuttu... Akşamları gökyüzü manzaralı... Ay ve Yıldızlardan oluşmuş ışık sistemi... Bunlar senaryo veya hayal değil, köyde yaşadığımız doğal hayatın taam kendisiydi, yaşadığımız gerçek hayatımız böyleydi bizim…

… Şimdi ise, geçim sıkıntısı insanın psikolojisine vuruyor bu da stres yapıyor. Kavgalar, kızgınlıklar kaçınılmaz. Evlendiğin zaman artık ilk derdin geçim sıkıntısı oluyor. O yüzden aileler de korkuyor mesela geçindirebilir mi kızımı? geçinebilir mi oğlum. Ama şöyle de düşünüyorum eğer bir aile damat adayından ev, araba istiyorsa o ailede damat için aynı şeyleri vermek zorunda. Artık toplumda çalışan kadınlarımız çoğaldı. Evi arabayı erkek alacak kadın bakacak diye bir şey yok. Birlikten kuvvet doğar birlik olunursa mutluluk olur.

… Çevremdeki insanlara ne zaman “sevginin mi”? -Yoksa “saygının mı”? daha önemli olduğunu sorsam, bazıları “sevgi” ve bazılarından da genellikle “saygı” yanıtını alıyorum.

… Saygı; sevgisizliğin bir örtüsüdür bence.

Sevginin olmadığı yerde saygı hiç bir şeyi çözmez, sadece öteler.

Sevgi saygıyı kapsar bence. Bir insanı seviyorsanız ona saygı duyarsınız. Ama saygı duyduğunuz herkesi sevmeyebilirsiniz.

… Ben sevgiyi daha önemli (ve de değerli) bulanlardanım. Çünkü her koşulda sevgiden saygı doğar, ama saygıdan sevgi doğması zorunlu değildir. Yani sevdiğiniz her insana saygı duyarsınız. Buna karşılık saygı duyduğunuz her insanı aynı zamanda sevmek zorunda da değilsinizdir.

… Bakın şimdiki hayatları! Eğitim alacağım, kariyer yapacağım, ekonomik özgürlüğümü kazanacağım derken, yaşlar otuzu kırkı buldu. Yeni analar kızlarına çoğunlukla şunu telkin ettiler: “Kocanın eline bakma evladım! Mesleğin olsun, maaşın olsun. Canını sıkarsa, çık gel, yanında beni bulursun. “Kızları böyle, sabırsızlık ve bencillik aşılanıp bu tür telkinlerle etiket sahibi oldular. Onların ihtiyaçlarına cevap verecek, onlara denk olup adamlık edecek erkek de bulunmaz oldu. Hazır yemeye, hazır giymeye, hazır bulmaya ve bencilce bir hayata alıştırılan çocuklar, yaşları büyüse de küçük kaldılar. Memleket, evlilik sorumluluğu alamayacağını düşünen erkekler ve kızlarla doldu. Analık, özgürlükler önünde bir setmiş gibi sunuldu. Tek çocuklu olmak medeniyet, çok çocuklu olmak cahiliyet gibi görüldü. “Hayatımı yaşayacağım!” nidaları atan bazı analar, ya doğurmak istemedi doğursa da fiziğim bozulacak kaygısıyla bebeğini bile emzirmedi. Ana sütünü esirgeyen anayı o kadar hürmet edilir.

… Size soruyorum, toplumsal hayatta hepimizin istediği, arzuladığı, olması gereken davranışlar, Sevgi, saygı, anlayış üçü bir arada Nescafe gibi her zaman bulabiliyor muyuz…? Hepimiz sevgi istiyoruz. Ama sevgimizi göstermiyoruz. Sevmiyoruz sevmemiz gerekenleri. Hepimiz saygı istiyoruz. Ama saygısızlığın daniskasını yapıyoruz. Yine hepimiz anlayış istiyoruz, ama anlayışsızlığın akla gelmeyecek çeşitlerini sergiliyoruz yine de anlamıyoruz. Anlamak istemiyoruz. Sevmek de istemiyoruz. Çünkü sevgisiz yetişmişiz. Sevgisiz bir ortamda büyüyen birinin sevgi göstermesi düşünülemez. Saygı da göstermiyoruz. Etraftaki saygısızlıkları gördükçe biz de araziye vites uydurmuşuz. Saygısızın başta gideni olmuşuz.

… Sevgiymiş…  Saygıymış… Anlayışmış… Falan da filan da eskilerde kaldı bunlar demeyin… Ballı kaymak bunlar… Evvelleri minderde otururduk, gönlümüz alçaktı, ailecek bir aradaydık, aynı çanaktan yemek yerdik, aynı tastan suyumuzu içerdik, sevgi saygı edep vardı, ağzımızın tadı yerindeydi hani… Aynı evin içinde yaşayan, ayrı bireyler yoktu... Açgözlü, bencil, saygısız nesilleri biz bilmiyorduk…

… İnsan saygıyı ve sevgiyi yaşadıkça öğrenir. İnsanın evinde, okulunda, öğretmeninde saygı, sevgi… yoksa çocuk nereden öğrenecek böyle davranışları.

… Aslında bence eğitim demek “Sevgi Eğitimi” demektir. Biz okulda, öğrenebilirsek “insanlığı” öğreniriz. Eğitimin temeli “sevgi” olmalıdır. O nedenle eğitimde en çok sevgiye sahip olan öğretmenlere, yöneticilere muhtacız.

Öyle öğretmenler yetiştirebiliyor muyuz? Yada böyle müfredat varmı? İşte sorun bu…

 

Recep ASLAN

 
Toplam blog
: 30
: 411
Kayıt tarihi
: 18.01.18
 
 

Denizli Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden emekli. Denizli'de Merkezde Yaşıyor. ..