Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gel-Gitler

Gel-Gitler
 

Derleme


Gençlik yıllarımızda, İstanbul-Laleli’de bir turşucu vardı; Kimya Fakültesinin karşısında... Bir akşam üstü önünden geçiyorduk. Cam kenarındaki kavanozları görünce durduk ve çeşit çeşit turşuları seyre daldık. Çoğu bizde kurulmayan turşulardı; diş sarımsak, kelle sarımsak, şalgam, lahana, mısır koçanı, fasulye, kelek, kırmızı biber, havuç ve diğerleri.

Gel-gel eden vitrindeki turşu kavanozlarına daha fazla karşı koyamadık ve içeriye daldık. Umulmaz bir serinlik karşılamıştı bizi. Dışarıda Ağustos sıcağı, içeride ise Ekim serinliği... bardaklarındaki turşu suyunu yudumlayan bizim gibi yürek soğutmaya gelmiş müşteriler ve kocaman ahşap fıçılar. Boş iki masaya yerleştik.

Dükkân sahibinin; “Hoş geldiniz efendiler!” sözüyle bir başka keyiflenmiştik. Ne arzu ettiğimizi sorunca, sanki işbirliği yapmış gibi hep bir ağızdan; “Küte!” dedik. Adamcağız anlamadı; “Ne dediniz?” Diye sordu. Cevap yine hep bir ağızdan; “Küte...” Yine anlamamıştı; yanımıza geldi:

— Bana teker teker söyler misiniz?
— Küte amca, küte!

Dedi, içimizden biri. Adam bu defa ellerini kalça kemiklerine dayadı, sanki hakaret yemiş gibi... Biz şaşkın ve tedirgin; son lafı eden arkadaşımız tekrar etti:

— Amca! Küte dedim; küüü-teee!
— Göster bakalım hangisiymiş şu küte...
— Aha şu!
— Hay Allah iyiliğinizi versin! Acur desenize şuna...

Adam ve içerdekiler kahkahayı patlattılar. Bozulmuştuk. Bizimki:

— Acur, macur anlamam! Biz küte turşusu istiyoruz.

Diye terslendi. Adam:

— Tamam... size, istediğiniz gibi, küte turşusu vereceğim.
— Bak amca! Niye küte demişler biliyor musun?
— Niye demişler?
— Yerken küt-küt diye ses çıkartır da ondan...
— Hımmm...
— Gülüyorsun ama... Peki siz niye acur diyorsunuz? Yoksa sizin küteler acı mı?


Adam zınk diye gülmeyi kesti. Durdu, şaşkın ve sorar yüzle bizimkine baktı. Sonra: "Sahiden yahu... Acı mı ki; acur demişler?" Diye söylenirken kavanozdan bir küte aldı ve bizimkine uzattı: "Tat bakalım acı mı değil mi?" Dedi. Hani ya... bize yok mu? Kırgınlığında kütenin kavanoz ve dişler arasındaki yolculuğunu yutkunarak izlerken bir kütürtü işittik. Bizimki:

— Yooo... Şeker gibi olacak değil ya... küte gibi, küte işte! Dedi ve bize döndü. Gevşek ve hınzırca ağzını şapırtatırken:

— Ele mi hoş... Dedi.

Bir dakika sonra, tüm adab-ı muaşeret kaidelerini hiçe sayıp küte turşusunu şapırdatmaya ve höpürdetmeye başlamıştık.

Sonraki günler O turşucu amca ile dost olmuştuk. Dükkanında tatmadığımız turşu kalmamıştı. Yeri Cennet olsun.

***

Ankara’da da Hüsmen Aga Turşucusu var; Sakarya’da...

Hemen her aybaşında inerim Kızılay’a.

Yol boyunca otobüste ve metroda eski ve yeni tatları, insanları, tercihleri, imkânları... eski ve yeniye dair ne varsa düşünür ve kıyaslarım. Hani demiş ya... “<ı>Patatesler de bozuldu!” Doğru. Bozulmadık bir Çubuk salatalığı, köy biberi, belki birkaç şey daha...

Marketler bu Yaz, Millete kabakkarpuz ve kabakkavun yedirdiler. Salatalıklar sünger gibiydi. Domatesler dışı kırmızı posetli, içi sarı-kırmızı tatsız etli ve merkezinde odunumsu bir doku. Biberler de poşetli. Domatesleri soyarsınız da... biberleri soyma şansınız yok. Kabaklar sakız değil su gibi. Patlıcanlar derseniz? Çekirdeklerinden vaz geçtik, onlardan da acı su tadı geliyordu. Ayaş domatesinin de neslini kurutmuşlar; o da tarihe karıştı. Çilek derseniz et gibiydi. Anlıyacağınız bu yaz, ne sebzeden ne de meyveden bir tat alamadık. Bundan sonrası için de iyimser olmaya yetecek tek olumlu işaret maalesef görünmüyor.

Tüm sebze ve meyveler hormonlu diyorlar; kısır diyorlar. Kimler bu hale getirdi? Kısır kalasıcalar!

İşte! Kemiyetleri keyfiyetlere (nicelikleri niteliklere) tercihin sonu... Üretiminiz, Milyonlarca tona ulaşsın; ne çıkar? İtibarınız yerlerde sürünüyor.

Genç nesle acıyorum; çok talihsiz bir nesil. Ne meyvenin ne de sebzenin gerçek tatlarını alamadılar. Bir bakıma, bizim nesil daha da talihsiz; gerçek tat ve lezzetlerden yapay tat ve lezzetlere kaldık. Bal bal değil, yağ yağ değil, ekmek ekmek değil, et et değil, sebze sebze değil, meyve meyve değil... Çünkü adam adam değil.

Biz inşaatçılar Ülke altyapısının içine, ziraatçiler ziraatinin içine, ormancılar ormanların içine, mimarlar ve şehir plancıları kentlerin ve kıyıların içine, politikacılar da her şeyin içine...

Gelecek kuşakların bizleri affetmeyecekleri muhakkak. O zaman Tanrı, bizleri ne diye affetsin ki?

Bu gel-gitler içinde varıyorum Sakarya’ya...

Geleni geçeni seyretmek, yüzleri tahlile çalışmak, birkaç söze kulak misafiri olmak ve ekmek arası döner... uzaklaştırıyor beni faydasız irdelemelerden, olumsuzluklarla dolup taşan önü alınamaz gidişatttan; bu gidişata olan katkılarımın sıkıntısından.

İşte... Bir emeklinin Ekim ayında, geçmişle gün arasındaki gel-gitleri, özeleştirisi ve nihayetinde, gerçeklerden kaçışı.

Amaaan sende...

En iyisi, Sakarya’da aylaklık... Balıkçı vitrinleri, Hüsmenaga Turşucusu, tekel bayiinden 50’lik bir Tekirdağ rakısı ve eve dönüş.

Hüsmenaga Turşucusu, daha mütevazı olmasına rağmen bana hep Laleli’deki turşucuyu hatırlatır. Küte turşusu aynı tatta olmasa bile dere otu kokulu Çubuk salatalık turşusu ve acısız şalgam suyu... tarifsiz bir lezzette.

Evde ise kendi elceğizimle hazırladığım balık (o da çiftlik ürünü...), bol limonlu maydanoz, salatalık turşusu, şalgam ve Tekirdağ rakısı...

Çok kimseler için imrenilecek, küçücük bir kesim içinse gayet mütevazi olsa da benim için değişmeyecek bir keyif.

Nice keyifli ve nitelikli günlere efendim.

Bekir Ali

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..