Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '20

 
Kategori
Siyaset
 

Geleceğe Yönelik Öngörüler

Bundan haftalar önce, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump, Dünya Sağlık Örgütüne sağladığı fonu durdurma kararı aldığını bildirmişti.

Sonrasında da DSÖ, Trump’ın bu kararını kınamıştı.

Bildiğimiz gibi bu devletüstü örgütler, sözde ve kâğıt üzerinde üyelerinin ve daha iyimser açıdan bakıldığında dünya insanlarının iyiliği ve esenliği için çalışıyormuş gibi bir intiba verse de, uygulamalar ve yaşamın acı reelpolitiği bu yönde değildir.

Yine, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, dünya beşten büyüktür sözü bir bakıma yukarıdaki yargının haklılık gerekçesini, bir devlet başkanı tarafından ikrarı boyutuyla gerçekleştirmektedir.

Salgın başlayıp, dünyaya yayılıp neredeyse tüm dünyayı etkisi altına aldığından beridir söylenegelen bu devletüstü örgütlerin, bu zor dönemde üzerlerine düşen görevi layıkıyla ifa edememeleridir. Bir başka yön ise, DSÖ’nün kâh Çin Halk Cumhuriyeti’nin arka bahçesi olduğu veya bu örgütün Amerika Birleşik Devletleri tarafından “yönlendirildiğidir”.

Gelecek dönemler bağlamında bakıldığında, ülkelerin gerçekten de çok büyük zorluklar çekeceği aşikâr bir durum. Aylardır, gelişmiş ekonomiler olsun ya da gelişmekte olan ekonomiler olsun, durma noktasına geldiler. Kapitalizmin tabiri caizse tapınakları olan Alışveriş Merkezleri olsun, dev ağır sanayi tesisleri olsun ya üretimde düşüşe gittiler veya kısmı olarak üretime ara verdiler.

Ekonomileri ayakta tutan husus pekâlâ üretimdir. Üretimleri gerileyen ya da ekonomik durgunluğa gark olan ülkeler, bu durumdan nasıl çıkacaklar? Çevrilemeyen borçlar, ödenemeyen krediler, faizler… Üretimin ana girdisi sağlandıktan sonra esas meseleye gözler dikilecektir: Ekonomiye can verecek musluk olan parasal meblağ. Bugünlerde gazetelerden okuduklarımız kadarıyla yine IMF önlemleri göze çarpmakta. Yani Uluslararası Para Fonundan borç bara almak gibi.

* * *

Gelecekte projeksiyonlarımızı makro ölçekte yapmak durumundayız. Ülkelerin tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri bir küresel salgın durumu ve bunun ekonomide yaratacağı tahribat, devletleri eşgüdüm içinde çalışmaya sevk edecek gibi.

Dediğim gibi bu bağlamda uluslararası örgütlerin, sadece kendilerini dünyanın efendileri zanneden emperyalist güç odaklarının emrinde olmaktan ziyade dünya barışı ve güvenliği için hareket etmesi gerekecek.

Şöyle genel çerçeveden baktığımızda, dünyanın en zengin 8 insanının serveti en fakir 3.6 milyar insanının parasına eşit. Yine toplumlar bazında bakıldığında, toplumların en seçkin yüzde 1’lik kesimi, dünya üzerindeki servetin yüzde 52’sine sahipken, geri kalan yüzde 99’luk kesim de yüzde 48’den pay alma derdinde.

İşte gelecekte de geçmişte olduğu gibi derdimiz, adil bir düzenden yana, eşitlikten, adaletten yana, hakça bölüşümden yana “olmak zorunda” olacaktır. Geçmiş ekonomik krizlerde olduğu gibi, bu salgın sonrası dönemde de krizin etkisinin atlatılmasında “sosyal devlet” politikalarının piyasaya sürülmesini bekleyeceğiz.

Dünya siyaset düzeni bilindiği gibi, 1980 yılından sonra hızla neo-liberal politikaların tedavüle sokulduğu, dar gelirli insanlara yapılan yardımların azaltıldığı, sosyal harcamaların kısıldığı tecrübeyi İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri eliyle Thatcher ve Reagan döneminde yaşadı.

Bir rahip olan Thomas Malthus, 1803’te yayımladığı “Nüfus Artışı Hakkında Araştırma” adlı eserinde yiyeceklerin aritmetik, nüfusun ise geometrik olarak arttığını ileri sürmüş. Yani bu bağlamda gelecekte ne olacak? Adaletsizlikler ve hukuksuzluklar var olmaya devam edecekken, zenginler daha zengin olmaya devam edecekler… E dünya nüfusu böyle geometrik artış gösterirken, dünya üzerindeki besin kaynaklarının görece nüfus artışının gerisinde kalması durumunda ne olacak?

İngiltere başbakanı Boris Johnson’un ifade ettiği gibi “sürü bağışıklığına” mı bırakılacak insanların kaderleri? Salgınlar olacak, doğal afetler olacak. Doğa hükmünü yürütecek, ama güçlü olamayan insanlar yaşamdan birer birer silinecek mi?

Ne denirse densin…

Gelecekte…

Birlikte hareket etmenin önemi her zamankinden daha ön plana çıkacak.

* * *

Yine bir başka husus da bu bahsettiğimiz olumsuz veya gerçekleşmesi olumsuz tablolar karşısında nasıl hareket edileceğidir?

Gördüğünüz gibi bugün pek çok Avrupa Birliği ülkesi küresel salgın döneminde neredeyse sınıfta kaldı! Birçok Avrupa ülkesi sınırlarının dışından yardım çağrısında bulundu.

Bu bağlamda, gelecekte artık şuan çenelerimizi yoran “darbe olur mu” veya “darbeye teşebbüs ederler mi” minvalinden tartışmaların içine gark olmaktan ise, ülkemizde, önümüzdeki dönemde yaşanacak sorunları nasıl aşarız diye bir fikir teatisinde bulunmak, büyük önem arz etmekte.

Ekonomilerin yaşayabilecekleri sıkıntıları az çok kestirebiliyoruz. Ulus devletlerin; vatandaşlarının da yine ulusal milli işletmelerin de sıkıntı çekmemesi adına birtakım önlem almaları gerekecek. Yine olayın vahametine göre ya maliye politikalarına ya da para politikalarına yönelecekler. Birçok işletme, kendi çarklarını döndürememe sıkıntısıyla karşı karşıya. Yine ülkelerin merkez bankalarının hazinelerinde yeterince döviz bulunmaması riski, ihracat ve ithalat dengelerinin şaşmasına neden olabilecektir.

Esasında son tahlilde, hem ülkemizin hem de dünya uluslarının derdi, ekonomilerini, eski düzene getirmek olacaktır da bu nasıl olacaktır? Son günlerde yapılan tartışmalara bakınca, insanın aklının karışmaması mümkün değil.

İşte efendim, tek adam idareleri, faşist yönelimler, darbe söylentileri; bunların hiçbirinin gelecek dönemde “geçer akçe” olmalarının imkânı yok gibi…

Gelecekte, yine bizler, ekonomik büyümeyi ve aynı zamanda da sosyal kalkınmayı konuşacağız. Ülkelerimiz içindeki veya sınırlarımız dışındaki açlık, yoksulluk, gelir ve servetin adil dağılımı gibi insana dokunan hususlar üzerinde çene yoracak veya kapa patlatacağız.

Ama bu tek taraflı olacak bir şey değil. Yani ülke idarecilerinin akıllarını başlarına devşirmeleri gerekiyor. Her şeyden önce ekonomik bir vurgun yememek adına, ülke yöneticilerinin hem iç piyasa aktörlerine hem de yabancı aktörlere “güven” duygusunu vermeleri gerekecektir.

Dünyanın konjonktürel gidişatı ne demokrasiden ne de hukuktan yana taviz vermeye olanaklı değildir. Demem o ki, gelecekte her sektörde ve yaşama yön veren oyuncularda, güven duygusunu aşılamak elzem olagelecektir.

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..