Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '16

 
Kategori
Söyleşi
 

Gelecek Toprakta - Nevroz Karakuş ile röportaj

Gelecek Toprakta  -  Nevroz Karakuş ile röportaj
 

Plaza çalışanlarının hayali büyük şehirlerden kurtulup küçük kasabalara göç etmek. Sanayileşmeden sonra köyden kente göç arttı. Özellikle İstanbul kalabalık nüfus, çarpık kentleşme, trafik sorunu ve güvenlik zafiyetiyle dünyada en çok muzdarip olan kentlerden birisidir. 2000’den sonra plaza sayısı sürekli arttı. Herkesin hayali olan kurumsal şirketlerde çalışanlarının büyük bir çoğunluğunun düşüncesi kentten köye ya da sahil kasabalarına göç etmek. Uluslararası bir firmada Satış Müdürü olarak çalışan Nevroz Karakuş’un hayali ise kentten kır hayatına göç. Nevroz Bey ile bu göç fikrini, toprak sevdasını, planlarını ve müzik yeteneğini konuştuk…
 

Röportajın sonunda ise benden hatıra olarak hüzünlü bir veda yazısı var…
 

Nevroz Bey Türkiye’nin 3 büyük kentinde yaşadınız. Ankara, İzmir ve şimdi ise İstanbul. Kentleşmeden sıkıldınız. Genelde köyden kente göç olur siz bunun tam tersini kentten köye göç etmek istiyorsunuz…

6 yıl Ankara, 4.5 yıl İzmir son 6 aydır İstanbul’da yaşıyorum. Kentler giderek büyüyor fakat Türkiye’de orantısız bir büyüme var. İstanbul ve Ankara çok büyürken diğer iller yerinde sayıyor ve onlardan yeni büyük şehir yaratamıyoruz. Bu orantısız büyüme alt yapı ve üst yapı sorunlarını getiriyor. Beni daha çok üzen ise insanların yapısı değişiyor. İnsanlar kentlere göçtükçe kaygıları artıyor. İnsanlar ekmek parası peşinde çok daha vahşi oluyorlar ve kendi kültürlerinden benliklerinden uzaklaşıyorlar, değerlerini kaybediyorlar. Toplumları bir arada tutan en önemli maddelerden birisi de değerlerdir. Değerleri yoksa o toplum ilerleyemez daha iyi hale gelemez. Kentleşme ile bu problemler geliyor. Kariyerime paralel olarak mecburen 3 il değiştirdim, son durak şimdilik İstanbul.


Hiç kimse İstanbul’da yaşamak istemiyor ama her yer dolup taşıyor…

Herkes lanet olsun trafiğe diyor fakat her gün o trafiği içine giriyor.


Gaziantep, Ankara, İzmir ve İstanbul toplam 16 senenizi geçirdiniz. Nasıl geçti yıllarınız?

Ben İç Anadolu’da Kırşehir’de doğdum, Üniversiteyi Gaziantep’te okudum, 6 yıl orada yaşadım. Orası bambaşka bir şeyler öğretti. Doğu’nun ne demek olduğunu oraya gidip yaşamadan anlayamıyorsunuz. Ya terör ya toprak ya geri kalmışlık ya da garibanlığı çağrıştırıyor. Bana ise doğu uygarlığı çağrıştırıyor. Mezopotamya coğrafyası efsunlanmış bir coğrafya bence. Yıllar üzerinde savaşlar yaşanmış ve çok fazla kan akmış. Bu kadim toprakların yer altı yer üstü çok zenginlikleri var. Yıllar geçmiş kültürler birbirlerini kovalamış ve çok farklı uluslar yaşamış.

Orada yaşamadıkça ne Antep ne Diyarbakır ne Artvin ne Kars’ı anlayamayız. Turistik gezi ya da Ankara’dan oraya bakmak yetmez. 40 yıldır orada bir savaş var bu çok üzücü ve kahredici insanlarımız ölüyor. Bu savaş orayı kalkındıramıyor, kalkındırmıyor. Herkes geçim kaygısı nedeniyle oradan batıya göçüyor. Kentleşme dediğimiz şey aslında bir geçim savaşı ve doğuda büyük bir savaş var. Gerek psikolojik gerek silahlı bir savaş var. Dağlarda olan savaş maalesef şehirlere taşınıyor.

Ankara ise farklı bir dünyadır. Başkent olduğundan dolayı belli bir kuralları belli bir normları olan bir şehirdir. Ankara altyapı olarak İstanbul ve İzmir arasında en iyi şehirleşmiş yerdir. İnsanlar yaşadıkları yerlerde güvenli alanlar yaratıyorlar ve o düzene alışıyorlar. Bir manav, bir kasap, bir ayakkabıcı… Ankara’dan İzmir’e taşınırken yeniden güvenli alanlar oluşturmaya başlıyorsunuz. Yeni bir kasap, yeni bir manav güveneceğin doğru yerler istiyorsunuz. Ben hep pazardan satın almayı severim. Hafta sonu hep pazara giderim. Taze gıdayı ve uygun fiyata oradan bulurum. İnsan daha önce gittiği pazarı bile özlüyor.


3 büyük şehirde yaşamak size neler kazandırdı Nevroz Bey?

İç Anadolu’da büyüdüğüm için Ankara kültürüne çok yabancı değildim. İzmir’e gittiğimde hayatımı Ankara’da iken ne kadar çok alışveriş merkezlerinde ne kadar çok kapalı alanlarda ne kadar kurallara bağlı yaşadığımı gördüm. Çünkü İzmir ile birlikte bir özgürlük ortamı görüyorsunuz. İzmir’in alt yapısı, şehirleşmesi kötü fakat hayat böyle de güzel, böyle de yaşanabilir diyorsunuz. Evinizden çıkıp 40 dakika sonra denizde olabiliyorsunuz. Bu bir lüks…

İzmir’de sabah şehrin bir köşesinde kahvaltı yapıp akşam yemeğini diğer ucunda yedikten sonra çok rahat evinize dönebiliyorsunuz. Çünkü ulaşım çok rahat ve kolaydır. Ankara’daki insanların yapısı ile İzmir’deki insanların yapısı çok farklı. İnsanın davranışı ve bakış açısı değişebiliyor.

İstanbul’da 5 aydır yaşıyorum. Büyük bir hayat mücadelesi var. İnsanlar birbirlerini eziyor trafikte saygı yok yolda yürürken kimse kimseye günaydın demiyor yüzüne bile bakmıyor. Trafikte, yolda birbirlerine saygısı olmayan nesil yarın ne yapacağını kestiremiyorum. Burada bir yaşama savaşı var. Güçlünün güçsüzü ezdiği ve güçsüzün hayatta kalma mücadelesini görüyorum. Bir yandan ise fırsatlar şehri burada her şeyi görebiliyorsunuz. Kentleşme doruk noktasında her türlü insanı görebiliyorsunuz.

İstanbul’a alıştınız mı?

Güvenli alanları oluşturmak çok zor bu şehirde… Evi taşırken elektrik ustasını çağırdım oradan bir kazık yedim. Elektrik tesisatında ufak bir sigorta değiştirdi dünya kadar para aldı. Sıhhi tesisatta problem oldu dünya kadar para aldı. Doğru adamı çağırmak çok önemlidir. Hala Pazar yeri bulamadım. İzmir’de alışkanlığımdı.

İstanbul’da gece korkuyor musunuz?

Eşim ile birlikte dışarı çıkarken insan ister istemez tereddüt yaşıyor. İzmir’de gecenin ikisinde yolda çok rahat sokakta yürüyebilirler.  Haberlerde geçen gün gece bir kızın çantasını kapkaççılar çalmış insan tedirgin oluyor. Seyahatte iken eşim güvende mi diye insan korkuyor.

Sizin hayaliniz… Kentten kıra göçüş mümkün mü?

Bu 3 şehrin hepsi birbirine benziyor aslında fakat yaşama mücadelesinin şiddeti farklı. Ortak nokta kentler ve insanlar kirleniyor. İnsanlar organik gıda yiyemiyorlar. Yemek istiyorlar çok pahalıya alıyorlar. Birçok insan doğduğu yerde iş olmadığı için geliyor. Çiftçiler tarım ile karnını doyuramamaktan dolayı göçüyor. Keşke o insanları üreterek hak ettiği geliri elde edebilseler, nüfusu da kontrol etmiş oluruz. İnsanlar ürettikçe gelirleri artacak ve toprak var olma amacına ulaşacak. Bence kentten kıra gitmek mümkün. Zaten kentte yeteri kadar arazi kalmadı boş toprak görmemek beni yoruyor. Dikili alanlar olmalı. Şehirlerarası giderken ekilmiş toprak görmek beni mutlu ediyor. Binaları görmek beni sıkıyor. Köyden kente gitmenin bir parçası olmak istiyorum. Hayallerim var. İleride bir köy hayatı kentten İstanbul’da kopup üretmek istiyorum. Hayalim üretmek, bu mümkün. Araştırıyorum ama tarla almak maalesef zor uygun zamanı bulduğum an üretime başlayacağım. 50 yaşından sonra buralarda yaşamak istemiyorum.


Nevroz Bey emekli olunca mı toprak ile uğraşmayı düşünüyorsunuz?

Şimdi düşünüyorum. Geçim derdinden dolayı İstanbul’dayız. Ben uygun tarla alırsam ve ödedikten sonra üretime başlayacağım. Şu an ceviz ya da badem ekersem 5 yıl sonra hasat elde ediyorsunuz. Şimdi tarla aldım birikim yok kredi ile ödeyeceğim 2 yıl sonra ise hasat en az 5 yılık süreci var oturması bunu 10 yıldır.


Ne zaman bu kararı aldınız?

Geçen yıl 35 yaşında karar verdim dilerim 45 yaşında ilk ürünlerimi almış olurum.

 

Nereden geliyor toprak sevdası?

Anadolulu olmak,  Anadolulu olmaktan geliyor. Kırşehir’de az da olsa topraklarımız vardı, alışkanlıktan buğday, arpa ekilir tarlalarda. İzmir’ de ise nar, incir, üzüm var. Hatta yılda bazı ürünleri 2 – 3 defa alabiliyorsunuz. Şehirleşme bir yerde tıkanıyor ve toprak bana geçmişimi hatırlatıyor. Tek katlı bir evde yaşıyor ailem Kırşehir’de. Küçük bir bahçesi var, domatesinden maydanozuna tüm üretimi görmek, toprağa dokunmaz inanılmaz bir duygu.

İstanbul’da binaların görüntüsü bile yoruyor.  İzmir’i özlüyorum. Ankara’da kendimi kısıtlı hissediyordum. Mesela Akhisar’da zeytin üretimini gördüm. Yeşil ve deniz hayatımı renklendiriyor. Şimdi bir gence çiğ badem verin bu ne der işlenmişe alışmıştır. Aslında özünü unutuyoruz. Endüstri’nin ilerlemesi insanları tüketmeye sevk ediyor.  Organik tarım diyoruz fakat onu da tüketmeye sevk eden kapitalist düzen.



Organik topraktan geliyorsa diğer yediklerimiz nereden geliyor?

Farklılaştırmak zorunda. Pazarlama aracı olarak kullanıyor. Gerçekten organik olup olmadığını bilmiyoruz. İnsanlar daha fazla para vermeye alışkın. Türkiye’de pahalı olan iyidir algısı var. Biz doğru satın almayı bilmiyoruz. Bir ürünün fiyatı senin almaya razı olduğun fiyattır. Organik çilek 9 TL yazıyor. O 6 TL olsa alacağım bütçeme uygun olacak. Başkasının cebinde 8 TL varsa onun için zaten uygundur. Organik gıda tüketme doğru fakat doğruluğunu bilmemiz gerekiyor.
 

En çok emek veren çiftçiler fakat aslında en az onlar kazanıyor…

Çifti Ürünlerini çok ucuza satıyorlar. Son tüketiciye gelene kadar büyük bir fiyat farkı oluşuyor. Türkiye’de kooperatifleşme maalesef yok. Zamanında varmış bunu da kötüye kullanmışlar. Fakat adil bir kooperatifleşme olma tarladan 50 kuruşa çıkan salatalığın kilosunu 2 – 3 tl değil en fazla 1 tl ye alabilecektik. Köylü kendi tarlasından alıp kendi tarlasının önünden satmaya çalışıyor. Tarım para kazandırmıyor.

Antalya’ya 10 sene önce gittiğimde uçaktan bakınca her yer seraydı. Bu sene gittim o seraların yüzde 70’i yok olmuş ve yerlerine ev, otel yapmışlar. Bu beni çok üzüyor. Tarım Bakanlığı’nın kamu spotunda düz ve verimli arazilere bina yapmayın, mümkün mertebe daha tepelere doğru kentlerin yapılması isteniyor ama çoğu tarım alanı satılıyor, ormanlar imara açılıyor. Dengeyi bozuyor ve bir süre sonra bu tıkanacak. Londra’da geniş yeşil alanlar ve parklar var insanlar sincaplarla birlikte yaşıyor. Avustralya’da kanguruların yaşama alanı var. Türkiye’de uzun zamandır büyük bir park açılışı görmüyorum. Kültürümüz, değerlerimiz yoksa o şehrin içi boş demektir.

Ceviz, badem, çilek, karpuzun üretimini bilmeyen çocuklar ileride tüketirken kıymetini bilmiyorlar. Evin balkonunda saksıda biber, domates yetiştirmeye çalışıyorum. Babam bahçeden domates fidesi verdi onu İstanbul’a pamuklarda taşıdım ve burada ektim. Domatesin çiçek açıp oluşma süreci bana büyük bir mutluluk veriyor. Her akşam gelince hemen topraklarına bakarım. Umut insanı toprağa bağlıyor. Gelecek toprakta



Klasik insan kaynakları sorusunu Satış Müdürü ve toprak sevdalısı Nevroz Karakuş’a sorayım... 

15 yıl sonra nerede olacaksınız?

Tarlada üretim yapan bunu yurt dışına satmaya çalışan birisi olacağım. Çocuklarımın o bahçede büyümesini ve etrafımdakileri tetikleyip küçük bir kooperatif kurmak isterim. Amsterdam’da araştırdım çiftçilerin yüzde 99’u kooperatifi bağlı. Benim ilk aşamam tarla alıp ceviz badem yetiştirmem daha sonra ise belli bir miktar hayvancılık yapmak. Yonca üretim hayvana yedirmek, gübreleri ise tarlada kullanmak istiyorum. Kendim bir döngü oluşturmak istiyorum.


Eşiniz Avukat o neler söylüyor?

Doğaya tutkulu birisidir. Anlattıkça kafasına yattı. Balkondaki domates ve biberlere birlikte bakıyoruz. Beni destekliyor. Adım adım ilerleyeceğiz. 15 yıl sonra Üretimin tam ortasında olacağız.

Hayat toprakta gelecek toprakta…

Tarım ile kalkınma yoksa o ülkede kalkınma geride kalmıştır. ABD’de tarımsal kalkınma ile endüstride ayağa kalktı.  Dünya’nın en büyük sanayi ülkelerinin tarımları da aynı seviyede çok gelişmiştir. İnşaat piyasası doydu inşaat ile kalkınmak bir yere kadar. Asıl hayat tarımsal kalkınmada.


Hayatınızda müziğin ayrı bir yeri var…

Müzik ile hep uğraştım. Neşet Ertaş ile büyüdüm. Kendisinin yeri benim için çok özeldir. Doğduğum günden beri onu dinlerim, kulağımda onun esprileri vardır. Lise çağında farklı müziklerle tanıştım. Batı müziği, pop, arabesk nereydese hepsini dinledim herkesin İbrahim Tatlıses dönemi de vardır. Benim yaşımdakiler iyi bilirler. Neşet, topraktan gelen bir adamdır. Gönlünde çok mütevazı hayat yaşamış bir ozandır. Kırşehir ozanlar diyarıdır. Hep gönülle uğraşmışlardır. Oradan Türklere sevdalandım. Türküler ile hayatım geçti. Yaşım ilerledikçe farklı enstrümanlara merak sardım Bir dönem  kemanı merak ettim. Son 3 yıldır ise klarnete hayranım. Bir çok düğünde ve gittiğim yerlerde İzmir’de klarnetin ağırlığını gördüm. Ona sevdalandım. Neşet Ertaş’i klarnet ile çalabilmenin peşine düştüm. Ufak ufak çalmaya başladım. İzmir’de kursa başladım ve yavaş yavaş ezgiler çıktı. İstanbul’da iyi bir hoca bulabilirsem devam edeceğim. Şu an notalarla çalabiliyorum. İyi bir klarnet satın almak istiyorum. Geçiş dönemi olduğu için orta düzel bir klarnet aldım. Fakat benim için sevda oldu. Çalan üstadlar çaldıkları müzik aletine sevdalanıyorlar ve aşkla çalıyorlar.


Neden bağlama çalmıyorsunuz da klarnet ile ilgileniyorsunuz?

Klarnet üflemeli çalgı. Üflerken kalbinizden ruhunuzdan ciğerlerinizden oraya bir tat katabiliyorsunuz. Bağlama ise elle çalınıyor ve elle yapabiliyorsunuz. İçerdeki duyguyu verirken zorlanıyorsunuz. Üflemeli çalgılarda nefesinizin tınısı bile alete başka bir can veriyor. Yürekten gelen bir şeyi yansıtıyor.
 

Ülkenin güçlülüğü büyük yapılarından değil, sanatı, müziği, kültürü ve toprağı güçlüyse kalkınabilir…

 

Röportaj: Anıl Sural

twitter.com/AnilSural

Fotoğraf: Cemal Cönger

 


Veda…


Türkiye’nin 6 farklı ilinde yaşadım ve birçoklarınız gibi ayrılıklar bana göre de değil... İnsan içinde olduğu duruma elbette alışıyor ama düzeninin bozulması güvensiz hissettirebiliyor bazen. Hele vedalar... 

Malum hayatımızın büyük kısmı işyerinde geçiyor. Hal böyle olunca huzur herkesin en  büyük kriteri. Evinizden daha çok vakit geçirdiğiniz yer sonuçta. İşte Bosch Termoteknik de böyle bir yerdi. Huzur dolu, sıcacık bir yerdi.... Yerdi diyorum çünkü ne kadar çok isteseniz de bazen şartlar sevdiğiniz yerden, sevdiklerinizden veda etmek zorunda bırakabiliyor insanı...

Yaşam için Teknoloji sloganı ile ısıtma cihazları üreten Türkiye’nin ilk 50 ihracatçı firması arasında yer alan   ve Manisa’dan tüm dünyaya gurur kaynağı olan Bosch Termoteknik’ten Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fırsat, macera ve yeni bir deneyim amacıyla ayrılmak zorunda kalıyorum.

İş hayatımda oldukça önemli yer tutan bir  aileden, geçici olarak uzak kalacağım. Bu ayrılık beklediğimden de zor oldu. Arkadaşlık ve dostlukların etkisi büyük. Yazarken bile duygulanıyor insan.  Sanırım beni en iyi daha önce Bosch bünyesi altında çalışmış olanlar anlayabilir.

Başta Bosch Termoteknik, Satış Genel Müdürü Zafer Polat, Ticari Genel Müdür Akın Kazak ve Teknik Genel Müdür İrfan Bayrak olmak üzere tüm Bosch Termoteknik çalışanlarına teşekkür ediyorum.

İki departman çalışanlarıma özel teşekkür ediyorum ve iyi ki sizlerle birlikte çalıştım.

Satış Operasyonları Bölümü Direktörü İlknur Bulgurcu Akbaba, İç Satış Kısım Müdürü Emir Dervişbey, Kübra Yıldırım, Sercan Kurtuluş, Ersin Kocatürk, Denizer Atlı, İdil Dursun, Önder Aksoy, Nesrin Eliş, Necmiye Tan, Hatice Olğun, Seyhan Sertbaş, Özlem Dağdelen ve Mehlika İmamoğlu…

Satış Sonrası Hizmetler Direktörü Nazif Özakıncı, Satış Sonrası Hizmetler Kısım Müdürü Altan Işıltan, Nurullah Çırakoğlu, Gökhan Aydın, Suat Aygün, İlhan Şahin, İlter Güzel, İlhan Ak, Ömer Savan, Serhat Dündar, Bekir Tolaman, Serdar Uzunoğlu, Vedat Demir, Kaan Özgür Türe, Mehmet Hakan Terzioğlu, Akın Akpınar, İsmail Esnemez, Ilgın Kahraman, Halil Liman, Tahir Ehad Ozar, Zekeriya Aydinç, Gökhan Kolbasar, Mehmet Savaş Uslu, Vehbi Baş, Egemen Barış, Fuat Yılmaz ve Hasan Yüksel…

İnşallah sizlerle yolum tekrar kesişir, sizleri unutmayacağım ve çok özleyeceğim…

Anıl

 
Toplam blog
: 32
: 1589
Kayıt tarihi
: 20.02.16
 
 

11 Ağustos 1990 Amasya doğumludur. Diyarbakır, Karabük, Sakarya, Orlando - Florida, Trieste ve İs..