Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '18

 
Kategori
Siyaset
 

Gelenekçiler ve Cumhuriyetçiler

OSMANLI İmparatorluğu, din-tarım devleti idi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kazanılan “Kurtuluş Savaşı” sonrasında, kurtuluşu örgütleyen, yön veren muzaffer komutanların, “yukarıdan-aşağıya” toplumu dönüştürmeleri neticesinde, “laik” bir düzende kurulmuştur.

Evet, bir bakıma Türkiye Devleti, “Jakoben” bir yöntemle çağa ayak uydurmuş, çok kısa denilebilecek zaman zarfında medenî ülkeler safında yerini alabilmiştir.

İşçi sınıfının ve sermaye sınıfının yeterince olgunlaşmadığı bir din-tarım devletinde, yaşama adapte edilecek reformların halka sorulması, halktan görüş almak, toplumun talepleri doğrultusunda “yeniliklerin” “gelenekselin” yerini almasını beklemek, fazlaca “hayalden” öte bir şey olmazdı.

Türkiye Cumhuriyeti, emek-sermaye sınıflarının yönlendirdiği bir hareket sonucunda değil; evet, İstiklal Harbini kazanmış ilerici kadroların inisiyatifleri noktasında, din eksenli toplum düzeninde değil, seküler bir toplum düzeninde, yüzünü çağdaşlaşmaya dönük olarak Ortadoğu coğrafyasında “Tek” ve “Biricik” olarak emsallerine de örnek teşkil etmiştir.

***

En baştan, yeni bir anlayışla kurulan Cumhuriyet Türkiye’si yitik, yılgın, yoksul, geri bir toplumsal yapı devralmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nda ticaret ve sınai azınlıkların elinde olduğundan, yeterli bir sermaye birikiminin sağlanamamasından, sermaye sınıfı, “Devlet Eliyle” tekparti döneminde yeşertilmiş, Demokrat Parti döneminde dışa bağımlı olarak olgunlaşmış, ve daha sonraki dönemlerde elde edilen deneyimler neticesinde son durumuna gelebilmiştir.

Türkiye’de işçi ve sermaye sınıfları, egemen güçlere karşı bir savaşım vermeden, tepeden inme demokrasiye sahip olmuş, demokratik devlet düzeninin içinde gelişimini devam ettirmiştir. Türkiye’de Avrupa’dakine benzer bir işçi-sermaye oluşumundan bahsedilemez.

Türkiye’de feodaliteye ve din baskısına karşı “örgütlü” bir güç ve hareket yeşertilememiş, modern bir toplum düzenine ve devlet anlayışına ancak Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun gibi düşünenler sayesinde geçilmiş, bugün yaşamımızın her zerresinde anlam bulan “Devrimler” tepeden aşağıya doğru çok kısa denilebilecek sürede adapte edilmiştir.

***

Bu bağlamda modern bir devlet tesisi aşamasında toplumsal sınıfların yeterli donanıma sahip olamamasından ötürü, demokrasinin memleketimizde varolabilmesi de, Avrupa’da yaşanan deneyimlerin tersi bir süreçte ve yöntemle vuku bulabilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, 1961 Anayasasıyla taçlandırılmış, devletçi seçkinlerin-elitislerin demokratik “Cumhuriyeti” iken…

Dönem dönem Siyasal Yaşamımıza damga vuran darbeler neticesinde, özellikle hareket alanı bulan sol ideolojinin, gerçekleştirilen darbeler neticesinde siyasal yaşantımızdan silinmeye çabalanılması sonucunda, ve yine özellikle İslamî Hareketlerin güç kazanması, 1980 Darbesi sonrasında 82 Anayasasının yarattığı ortamda palazlanan dinci oluşumlar; cemaatler, tarikatlar eliyle “Devrimci Cumhuriyetimiz”, mezhepçi, ılımlı siyasal İslam gölgesi altında, neo-emperyal ve ne-liberal bir tehdit altındadır.

***

İşte bu bağlamda, bugün ülkemizde sürgit devam eden tartışmalar, didişmeler, eleştiriler, karaçalmalar, cumhuriyet ve onun yerleştirdiği toplum düzeninin devamı eksenindedir.

Gelenekçi-Osmanlıcı liberaller diyebileceğimiz şuanki iktidar partisi ile Atatürkçü-Cumhuriyetçi kesimlerin mücadeleleri, ortak bir eksende buluşamamaktadır: Esasında sorun, gelenekçilerden kaynaklanmaktadır. Ülkenin rejimiyle sorun yaşayan, demokrasiyi amaca giden “araç” olarak gören, ülkenin kurucusunu unutturmaya meyleden bir siyasal ideoloji, ne hikmetse, ülkemizde bazı belli başlı çağın ruhuna uygun atılımları da atmış bir siyasal harekettir.

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..