Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '11

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Gelin, kaynana ve ben

Gelin, kaynana ve ben
 

kaynana-gelin


“Yüzüm beyaz ay gibi
Kaşlarım da yay gibi
Oğlun bana ev almış
Koskoca saray gibi!”
anonim
 

GELİN, KAYNANA VE BEN 


Evlilikte bir çok erkeğin kendini içinde bulduğu bir şeytan üçgenidir bu genellikle. Baba çalıştığı için ve genellikle sorumluluktan kaçtığı için, yani tembel olduğu için, biz erkekler babaerkil çağlarda bile analarımız tarafından büyütülürüz. Her ne kadar babamızı modellemek fırsatı bulursak bulalım, daha çok annemiz gibiyizdir kişilik olarak. Çünkü onun yanında, doğal olarak, (aslında babamız bizimle ne kadar ilgili olursa olsun) daha çok vakit geçirmişizdir, doğumumuzdan itibaren. 


ANNE (/KAYNANA) 


Bizim üzerimizdeki emeğinin, özverisinin karşılığını, dünyasal değerlerle ödememiz olası değil kuşkusuz. Peki ne olacak şimdi, onunla ve eşimizle beraber yaşamak da mümkün değil genellikle.
Mitolojide anne, ejderha sembolüyle gösterilir. Dünyaya verdiğini tekrar almaya çalışan bir varlıktır bu. 


Jung, C.G. Afrikada ilkel kabileler arasında yaşayarak, insanın ilksel değerlerini (arketipler) araştırmış ve bir kabilede, ana-oğul ilişkisiyle ilgili son derece ilginç ve radikal bir geleneği gözlemlemiş. Bu kabilede ergenlik çağına gelen erkekler, bir gece törenle bir araya gelir, yer içer eğlenir ve gecenin sonunda, her ergen erkek kendi annesiyle beraber olur. Ertesi sabah, anne sonsuza dek yok olmuştur artık(1). Ana-oğul arasındaki bağın ilkel bir kabilede böylesine radikal bir yöntemle kırılması, bize konunun köksel önemini göstermesi açısından yararlı olur sanırım.
Bir mitolojik öyküde de, ana-oğul ilişkisi şöyle anlatılır(2): 


Savaşta eşini ve oğullarını kaybetmiş bir kadın, son oğlunu koruyabilmek için onu insanlardan uzakta tek başına bir evde büyütür. Ancak oğul büyüyüp ergenlik çağına geldiğinde, bir gün, birkaç şövalye görür ve heyecanla annesine gelerek, “Anne Tanrıları gördüm, onların ardından gideceğim” der. Anne oğlun kararlılığı karşısında çaresiz kalır. Son olarak gitmeden önce ona üç öğüt verir. Oğul annesinin öğütlerini aklında tutarak yola koyulur. Ancak görür ki annesinin öğütlerini tutmak onu sürekli olarak amacına ulaşmaktan geri koyar ve sonunda bu öğütleri unutmak zorunda kalarak yoluna devam eder. 


Ana-oğul arasındaki bağın, erkekliğe atılan ilk adımlarda kopmasının önemini vurgulayan bir çok çalışma bulabilirsiniz. Bu bir erkeğin kendi ailesini kurabilmesi için bir önkoşul niteliğindedir. Bir erkek ve bir kadın eğer bir araya gelerek kendi ailelerini kurmak istiyorlarsa, erkek annesinden bağımsız bir kişilik oluşturmuş durumda olmalıdır. Aksi halde işin içine başka sorunlar da girer, kadınların da annelerine olan bağları devam eder böyle bir durumda örneğin. İş arap saçına döner, erkek evden uzaklaşır. Sadece ekonomik sorumluluğuna yönelir...vs.
Peki medeni toplumlarda, ana-oğul bağı nasıl kopar ve erkek, kendi ailesini kurabilecek duruma nasıl gelir? Ne yazik ki ana-oğul bağının kopması kavramı bile bir tabudur toplumumuzda. “Böyle bir bağın kopması mı gerekiyormuş?” diyenleri duyar gibi oluyorum. 


EŞ (/GELİN) 


Yıllar önce bir karikatür beni hem güldürmüş hem düşündürmüştü. Kadın erkek arkadaşına “Seni terk ediyorum!” der ve erkeğin sorulu bakışlarıyla devam eder : “Çünkü senin, benim için terk edebileceğin ne bir sevgilin, ne bir kız kardeşin ne de bir annen var!”
Bu, ayrı bir yazı konusu olsun. Çünkü adı üstünde “EŞ” kavramından söz ediyoruz. Bunun anlamını düşünün biraz.
izzetbalci@ziprotek.com
(1)ANALITIK PSIKOLOJI - Carl Gustav Jung
(2)He: Understanding Masculine Psychology, ROBERT A.JOHNSON 

 

 
Toplam blog
: 75
: 1163
Kayıt tarihi
: 06.06.11
 
 

Zihinsel Programlama Teknikleri(NLP, Hipnoz, Meditasyon..vs.) alanında, uzun yıllardır araştırma ..