Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gelin Canlar Bir Olalım

Gelin Canlar Bir Olalım
 

Tarih diye bildiğimiz ve okuduğumuz olayların hepsi, bir siyasi güç ve iktidar kavgası adına yapılmış eylemlerden ibarettir. İktidarı oluşturan unsur, maalesef her dönemde sadece güç olarak belirlenmiş, haklılık ve doğruluk daima devre dışı bırakılmıştır.

Bu bağlamda yapılan değerlendirmelerin bizi yanlış sonuçlara götürmesi de mümkündür.

İslam'ı kaynağından öğrenmek ve bugünkü bilgi birikimimizle yorumlamak, bizi çok daha olumlu ve doğru mecralara yönlendirecektir.

Bugün bütün dünyada, özellikle son zamanlarda yapılan aleyhte propogandalar nedeniyle İslam'a ve müslümanlığa karşı düşmanca bir yaklaşım vardır. 11 Eylül saldırılarının ardından "Muhammed" adı Batı'da âdeta bir kâbus haline dönüşmüştür.

Oysa müslüman evlerinde anneler babalar, çocuklarına yahudiliğin peygamberi Musa ve hıristiyanlığın peygamberi İsa adını vererek, onu İsacığım, Musacığım diye şefkatle sevmeye devam etmektedirler.

Bu basit örnek bile insanı biraz düşündürmeye yetmez mi?

Son zamanlarda ülkemizi bölüp parçalamak için binbir yöntem deneyen iç ve dış düşmanlarımız, şimdi de bir Alevi- Sünni ayırımından medet ummaya çalışmaktadırlar.

Hz. Ali'nin Peygamberimizin en yakın arkadaşlarından biri, henüz putperestliğe yönelmeden müslümanlığı seçen ilk çocuk, İslâm'ı yayma mücadelesinde Hz. Muhammed'in en güçlü, en kahraman kumandanı ve bütün bunların üzerinde biricik kızı Fatıma'nın eşi, yani damadı ve torunları Hz. Hasan'la Hüseyin'in babası olduğunu bilmeyenimiz var mı? Yok...

Peki Türkiye'de kadın nüfusun en çok kullanılan adlarından birinin Fatma, erkek nüfusun en çok kullandığı adların da Ali, Hasan, Hüseyin olduğunu bilmeyen var mı? Yok.

Bu tablo, bu müslüman milletin Aleviler'le bir derdi olmadığını, onlara karşı bir tavır ve peşin hüküm içinde de bulunmadığını gösteren, en önemli delildir.

Türkiye'deki Alevî topluluğun yüzlerce dernek vakıf veya benzeri kuruluşla temsil edilmeye çalışılıyor olmasının altında yatan sebebin, dinle, mezheple, inançla ilgili olmaktan çok, siyasi görüşlerle ve benzeri dünyevi çıkar ilişkileriyle bağlantılı olduğu da açıktır.

11 Ocak cuma akşamı, ülkemizde ilk kez düzenlenen iftar sofrasında, Aleviler'le Sünnilerin bir Muharrem orucunu birlikte açmaları, bugüne kadarki gereksiz ayrılığı gayrılığı, öteleyecek bir atılım olmuştur.

Bazı siyasi gerekçelerle, bu davete katılmayanların söylemlerini ve bu bahaneyle organizasyonu başarısızlıkla suçlamaya çalışanların sevinçlerini, samimiyet ve iyiniyetle bağdaştıramadığımı belirtmek istiyorum.

Yapılmaya çalışılan iyi şeylerin sonuçsuz kalması, o iyilikleri arzu edenleri sevindiremez. Kötülüğümüzü isteyenlerin sevincine de ortak olmak bize yakışmaz.

Bu konuda çok olumlu bir adım atıldığı şüphesizdir. Bazen ilk hareketi karşıdan beklememiz yüzünden, işlerimizin geciktiği olmuştur. Fakat her konuda olduğu gibi, atılan bu ilk adıma, iyiniyet çerçevesi içinde diğer taraf da elbette ki aynı şekilde karşılık verecektir.

Dünkü yazımda da belirtmiştim. Yaldızlı kelimelerden kurulu popüler cümlelerimiz, okuyanlara şekil olarak çok güzel görünse de, uygulamaya geçirilmedikçe, değişen hiçbir şey olmaz.

"Gelin canlar bir olalım" çağrısını yıllardan beri hep biliriz, duyarız. Nereye geleceğimizi ve nerede birleşeceğimizi bilmiyorsak, daveti yapan çok güzel, olumlu bir cümleyle bize hitap ediyor da olsa, sonuçta herkes yerinde kaldığı ve bir adım atmaya cesaret etmediği sürece, bir gelişme yaşamak mümkün değildir.

Şunu kabul etmeliyiz ki, iki kişinin anlaşması veya uzlaşmasıyla, iki bin kişinin, iki milyon kişinin anlaşması ve uzlaşması aynı kolaylıkta olmaz. O yüzden seçilen ortak zeminin sağlam, tutarlı ve gerçekçi olması lazımdır.

Artık hayali çağrılardan, davetlerden, birliklerden, sanal oluşumlardan, yanılsamalardan öteye somut bir adım atmak gerek. Ehli beytin bütün isimleri kullanılan bir ailenin ferdi olarak, ben de Kerbelâ'nın acısını yüreğinde hisseden bir Alevi'den farklı düşünmüyorum.

Bunun dışındaki hareketlerimizin, dolayısıyla eksiklerimizin ve yanlışlarımızın takipçisi de, yargılayıcısı da, cezalandırıcısı veya mükâfatlandırıcısı da Allah'tır. Hiç kimse kendini Tanrı yerine koymak ve insanları bu şekilde sınıflandırmak, bölmek, ayırmak, değerlendirmek ya da taltif ve tecziye etmek hakkına sahip değildir.

Önümüzde yepyeni bir sayfa daha açılmasından dolayı mutluluk duyuyorum. Karşılıklı diyalogla bütün sorunlarımızı çözüp, mutlu bir toplum ve güçlü bir ülke olmayı hakettiğimizi ve bu konuda bize engel olanlara karşı artık bilinçli bir mücadele içinde olacağımızı ümit ediyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..