Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Kasım '14

 
Kategori
Öykü
 

Gelinin Kerameti -3-

Gelinin Kerameti -3-
 

Cuma günü sabahı, daha güneş yüzünü göstermeden, bahçedeki ağaçlara tünemiş kuşların şakıyan sesiyle uyanan Kevser, yine uyanık düşlere dalmıştı. Bebeğini emzirirken, annesiyle konuşurken, zihninin bir yanı hep düşlerindeydi. Hele yapayalnız kaldığında buluşma anını, yatakta sessiz sedasız geçen sevişme anlarını düşledikçe kendinden geçiveriyordu. O anlarda ne anneydi, ne eşti. Yalnızca arzuyla kendini erkeğine sunan, erkeğinde yok olan, onu kendinde var eden, onu kendinde kuşatan, eriten, çoğaltan bir dişiydi.

Sala okunurken, düşlerinin etkisi altında, ansızın zihninde beliriveren “ahh o an ölsem gam yemem” sözleriyle banyoya girdi. Yıkanıp tertemiz olmak, kendini her şeyiyle erkeğine sunmak, her şeyiyle onun olmak istiyordu. Dudaklarında beliren ve gamzelerini ortaya çıkarıveren bir tebessümle “Tıpkı eski günlerdeki gibi” diye düşündü. Gözlerini yumdu. Başından aşağı akan suyun altında, daha imam hatipten mezun olmadan başlayan kaçamak buluşmalarını, el ele tutuşmalarını, ilk öpüşmelerini anımsadı. Ve kendini erkeğine teslim ediş anını… Erkeğin, davudi sesiyle, onu ikna etmek için Kuran’dan ayetler aktarışını… Anımsadıkça bedenindeki arzu ateşi alevlenmekte, kasıklarının derinlerinden doğan ıslaklık dışarıya doğru sızmaktaydı.

Düşlerini aralayan, gerçekliğe dönmesini sağlayıveren bedenindeki belirtileri, banyodan çıkıp, yatak odasındaki gardırobun aynası karşında kurulanırken fark etti. Beyaza çalan kumral teninde belirgin morluklar vardı. Kalçalarında, bacaklarında, sol memesinde…

Memesindekini fazla dert etmedi. “Bebek emerken olmuş” derim diye düşündü. Ama özellikle kalça ve bacaklarındaki morlukları nasıl izah edecekti? Arzu düşleri yerini çoktan kara kara düşüncelere bırakmıştı. Eğer kocası görürse ne mazeretler, ne gerekçeler ileri sürebileceğinin peşine düşmüştü. Düşündükçe bebeğini doğurduğu günden itibaren kayınbabasının birer birer önüne serdiği varidatın zerresini bile yitirmek istemediğini fark etti. İlk istemeye geldikleri gün, kendi kendine kaldığında, arkadaşları arasında sözü geçtikçe alaya aldıkları Hörgüçlüzade soyadını bile yitirmek düşüncesi zihnini kemirmekteydi.

Hörgüçlüzadelere gelin olmak da onların gelini olarak kalabilmek de çok zordu. İstemeye istemeye evlenmek zorunda kaldığı andan itibaren bunu kısa sürede anlamıştı Kevser. Ama onun için birincisi çok kolay olmuştu. Hörgüçlüzade sülalesindeki soyadlarını sürdürecek biricik erkek olan Keramettin Hörgüçlüzade’nin azıcık safça oğlu Murat, yaşı kendinden oldukça küçük olan Kevser’i görüp de “İlle de Kevser olacak! Ondan başka birini istemem Allah, istemem!” diye tutturunca yapacak fazla bir şey kalmamıştı. Kevser’in inadını kırmak ve annesini bu evliliğe razı etmek için araya konan, başta sitedeki bir bakan, iki üç milletvekili ve aileleriyle daha başka hatırlı kişilerin sayesinde kız istemenin ardından apar topar evlilik gerçekleşivermişti.

Kevser, göz açıp kapayıncaya dek Hörgüçlüzadelerin gelini olup çıkıvermişti. Ancak gelin olarak kalabilmek, Keramattin Hörgüçlüzade’nin kendi evlatlarından bile daha öne geçip, onun el üstünde tuttuğu biricik gözdesine dönüşmesi için bebeğin cinsiyeti belirleninceye dek beklemesi gerekmişti. Evliliğinin dördüncü ayında, karnındaki bebeğin erkek olduğu tespit edilir edilmez, Kevser el üstünde tutulan, Keramettin Hörgüçlüzade’nin eski ve yeni kurulan şirketlerinde hatırı sayılır hisse sahibi olan birine dönüşüvermişti. Hele hele şimdi yedi aylık olan bebeği sağ salim doğduğunda, artık o herkes için Kevser Hörgüçlüzade oluvermişti. Mutluydu. Olup bitenleri, kayınbabasının oğlu Murat’a bile göstermediği ilgi ve alakayı, kendisi için yaptıklarını düşündükçe içi içine sığmıyordu. Çocukluk yıllarından itibaren babasız büyümenin de etkisiyle kayınbabası rol modeli olup çıkıvermişti. Onu dikkatle izliyor, her geçen gün onun gibi hesapçı, çıkarcı, sözünü ne getirip ne götüreceğini düşünerek söyleyen, kimin karşısında ne zaman, niçin yerlere kadar eğileceğini, kimin karşısında dikleneceğini bilen birine dönüşüyordu. Ne var ki bunların hiçbiri bedeninde biriken, her geçen gün artan açlığı gidermeye yetmiyordu. Hele evlenmeden önceki deli dolu, delişmen bir genç kız olarak, tesettürlü kıyafetinin altında kıvranan, yeni deneyimlere açık bedeniyle sevgilisinin kollarına koştuğu, yasak buluşmalarda yaşadığı sevişmeleri anımsadıkça, açlığı daha da depreşmekteydi.  

Banyoya girmeden önce özenle seçtiği iç çamaşırlarını ve kıyafetlerini giyinirken, bedenindeki morlukları ve yitirmekten korktuklarını düşünmekten Kevser’in hareketleri yavaşlamıştı. Heyecanını yitirmiş, zihnini ve bedenini etkisi altına alan arzu yerini, kaygı ve endişeye bırakmıştı. Kocasına fark ettirmeden bu işten nasıl sıyrılabileceğini düşünmekte, zihninden “İnşallah, geç gelir. İşi uzar da gelinceye dek morluklardan bir belirti kalmaz.” sözleri geçmekteydi.

Kevser zihnindeki çelişkili düşünceler ve ağır aksak adımlarla bahçe kapısından dışarı çıktığında, Cuma namazına gidenler çoktan dönmüş, sitenin sokak aralarından el ayak çekilmişti. Dün koşar adım, nefes nefese geçtiği mesafe, şimdi Kevser’e aşılmaz gelmekteydi. Sanki adımları ileri değil, geri geri gitmekte, her adım atışında bacaklarının gücü, dermanı kesilmekteydi. Kafasının içinde bir ses çığlık çığlığa “Gitme! Gitme! Geri dön! Geri dön! Her şeyi mahvetme!” diyerek yankılanıp durmaktaydı.

Üçüncü bölümün sonu… Devamı yarın…

Birinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--1-/Blog/?BlogNo=480765

İkinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--2-/Blog/?BlogNo=480876

 
Toplam blog
: 55
: 1448
Kayıt tarihi
: 26.04.08
 
 

Felsefe öğretmeniyim. İzmir'de görev yapıyorum. Edebiyat, felsefe, eğitim ve politikaya ilişkin yazı..