Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '14

 
Kategori
Öykü
 

Gelinin Kerameti -4-

Gelinin Kerameti -4-
 

Cuma namazından dönmüş olan Kerim’in aralık bıraktığı kapıyı usulca iteleyip içeri girdi Kevser. Girer girmez de yarı çıplak halde merdiven basamaklarında oturmuş bekleyen erkeği gördü. Buruk bir tebessümle “Selamünaleyküm” dedi, “Çok bekletmedim ya…”

Kevser’i görür görmez, sevinçle gözleri parlayan Kerim hızla yerinden doğruldu.  “Aleykümselam Gülpembem… Aleykümselam” diye karşılık verdi. Onu kollarının arasına alıp sıkıca sardı. Dudaklarını Kevser’in soğuk ve isteksiz dudaklarına yaklaştırırken, “Gelmeyeceksin diye çok korktum Gülpembem” dedi, “Çok korktum”.

Dakikalar geçtikçe Kevser’in dudaklarının ve bedeninin soğukluğu erkeğin dokunuşlarına yenik düştü. Kerim’in elleri, parmakları, dudakları, başlangıçta isteksiz ve soğuk bir biçimde kendini sunan Kevser’in her yerindeydi. Dokunuşlar artıkça Kevser’in derinliklerinde küllenmeye yüz tutmuş arzu ateşi yeniden harlayıp alev alev yükselerek her şeyi silip süpürmeye başladı. Artık yalnız ikisi vardı.

Her şeyin bir sonu vardı. Sevişmelerin de… Arzuların, arzuyla tutkulu kavuşmaların, kendinden geçerek yaşanan esrik birleşmelerin… Ve gerçeklik galebe çalardı, er ya da geç. Çaldı da… Yavaş yavaş hayatlarının gerçekliğine döndüler. Bireysel gerçeklikler ve onun bilgisi arzı endam eylemeye başladığında, hakikat nerede başlar yanılsama nerede biter kim bilebilirdi ki… Hangi söz hakikatti hangi söz yanılsama… İnanmaktan başka ne gelirdi elden…

Bedenleri soğurken konuşmaya girişen Kevser’di. Çıplak bedeniyle yatakta bağdaş kurup oturdu. Uzun saçları boynunun her iki yanından memelerinin üzerine sarkmaktaydı. Zihninde dünkü soru vardı. Yanıtını iyice düşünüp tasarlamıştı. Kerim’in bir şey sormasına fırsat vermeden, gözlerini onun gözlerine dikerek, dünkü gibi fısıldamadan tane tane ve kararlı bir ses tonuyla, “Bebeğin babası, sen değilsin” dedi, “Eşim. Dün gece iyice düşündüm. Hesapladım. Bebek şu anda altı aylık sayılır, hatta altı ay olmasına iki üç gün var.”  

Kerim, duyduğu sözlerle, ne denli belli etmemeye çalışsa da rahatlamıştı. Sol dirseğinin üzerinde doğrulup, sağ eliyle hafifçe Kevser’in memesini avuçlarken, “Allah analı babalı büyütsün!” dedi, “Hiç kimseyi ne anasız, ne babasız bıraksın!”

Ardı sıra bakışlarını arzuyla Kevser’in üzerinde gezdirirken, ilk kez fark etmiş ve şaşırmışçasına, bacaklarının iç kısmında görünen morlukları işaret ederek, “Bunlar da ne Gülpembem” diye sordu,  “Nasıl oldu bunlar? Yoksa dünden mi?”

Soru, öğle sıcağında yeniden uyanmakta olan bedenini bir anda ürpertmişti. Sanki tepesinden aşağı soğuk sular dökülüvermişti. Özenle alınmış incecik kaşları alnının ortasında birleşircesine erkeğe sert bir bakış fırlatan Kevser, seri bir hareketle çıplak kalçalarının üzerinde dönerek yataktan indi. Doğruca kıyafetlerine yöneldi. Kerim’in “Ne oldu? Gidiyor musun yoksa?” sorusuna aldırmadı. Aceleyle giyinirken yalnızca başını sallamakla yetindi. Kararını vermişti. Yarın yoktu. Sonrası bilinmezdi. Ama yine de bir açıklama yapma gereği hissetti. “Bebek rahatsız. Yarın gelemem.” dedi soğuk bir edayla, “Beni bekleme. Uygun olduğumda seni ararım. Allah’a emanet ol!”

Dördüncü bölümün sonu…

Birinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--1-/Blog/?BlogNo=480765

İkinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--2-/Blog/?BlogNo=480876

Üçüncü bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--3-/Blog/?BlogNo=480958

 
Toplam blog
: 55
: 1448
Kayıt tarihi
: 26.04.08
 
 

Felsefe öğretmeniyim. İzmir'de görev yapıyorum. Edebiyat, felsefe, eğitim ve politikaya ilişkin yazı..