Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '10

 
Kategori
Şiir
 

Gelişen Kıbrıslı Türk Şiiri

Gelişen Kıbrıslı Türk Şiiri
 

Picasso


Yazılan şiirler aynasıdır ülkelerin. Acı, huzursuzluk, yoksulluk, mutluluk, sevinç, barış ve savaş şiirlerin yönünü belirler.Yaşamdır şiir. İnsanoğlunu, kendi kendisiyle hatta vicdanıyla yüzleştirir. Şiir, bu yüzleşmeyi acıyı, umudu, düşleri, söz sanatlarının, sesin, esinin kısacası şiirin bilgisiyle ama estetik ve yaratım da katarak aktarmaktır.Etkilemeli, heyecanlandırmalı ve düşündürmeli şiir.Bizi etkilemeyen, beğeni uyandırmayan şiiri kaç defa okuruz? Şair sürekli kendi özelini, kendi takıntılarını yazarsa o şiirler toplumun şiirleri olamaz. Yalnızca yaşadıkları ülkenin değil bütün dünyanın dertlerine duyarlıdır şair. Dünyadaki olumsuzluklardan fazlasıyla etkilenir.Yine de umut, şairlerin vazgeçilmezidir. “Her ülkede şiirin kendine özgü bir rengi, bir kokusu, bir sesi oluyor” demişti Cemal Süreya. Veysel Çolak da benzer cümleler kuruyor şiir atölyesindeki konuşmalarında. “Bir ülkeyi tanımak isteyenler, o ülkenin şiirini okumalı.”

Sürekli kendini yazan, kendini okuttaran şairler yaşadığı ülkenin şairi olamazken dünya şairi olması da beklenemez. Şair olabilmesi için insanın, önce toplumuna sonra da dünyaya karşı duyarlılığı kendinden de ötede olmalı. Böyle şairlerin şiirleri dilden dile nesilden nesile hiçbir zorlama olmadan kendiliğinden akıyor. Şiirin merkezidir Akdeniz. Acıların da...

Çok küçük olmama rağmen anımsıyorum. Evimizin ön tarafındaki odalar, sokağımızı koruyan mevziydi. Evin arka tarafındaki odalarda ise komşu kadınlar ve çocukları kalıyordu. Erkeklerse başka başka mevzilerdeydiler. Korku, acı, kan, gözyaşı ve hüzünlü kalabalıklar arasında büyüyorduk. Kocaman tencerede her gün tek çeşit yemek pişiyor ve onlarca kadın ve çocuk o yemeği paylaşıyorduk. Yemek seçmek gibi bir lüksümüz olamazdı (1963-64). Çünkü kimse kendi şehrinin sınırlarından dışarı çıkamıyordu.Barikatlar, yol kesmeler, ölümler hepsi bizim içindi. Türkiye'den gelen yardımlar her gün soframızın yüzünü güldürüyordu. Kıbrıs'ın göğü, hep telaşlı hep dağınıktı o günlerde.Kurşun sesi ve bombalar filmlerde izlediğimizden çok daha yırtıcı eziyordu yıllarımızı. Yaşadığı şartlardan elbette şair de etkilenecek ve yazdığı şiir de toplumun yaşadıkları ile örtüşecekti. Bu doğal ve kaçınılmaz bir gerçek. Altmışlı yıllardaki Kıbrıslı Türk Şiiri'ni incelediğimizde Arif Nihat Asya şiirinin uzantısı diyebiliriz. Milli şiirin en önemli ismi ise Özker Yaşın'dır Kıbrıs için. Şiirde o günlerde “Vatan, millet, Türk olmak, bayrak” asıl temadır. Yine o yıllarda milli şiirin yanı sıra Ada'da hem çekilen çilenin şiirini, hem de farklı bir şiir anlayışla yazan şairler de vardı. Bu isimlerden en önemlisi Fikret Demirağ'dır. Kıbrıslı Türk Şiirinin gelişimi de Fikret Demirağ şiiriyle başlar. Var olan şiirin dışında farklı temalarla yazarak, Kıbrıs Türk şiirinin önünü açar Demirağ. Dünya şiirini yakından izler ve şiire sürekli kafa yorar. Yaşadığı ülkenin trajedisini yayımladığı onlarca şiir kitabında okuyucu ile buluşturur.1960'ta yayımlanan “Tutku” isimli ilk kitabının üzerinden 50 yıl geçti. Onun şiirlerinde Ada'da yaşanan trajediler, travmaların yanı sıra aşkları, alışkanlıkları, hayata ilişkin algıları, kültürel kimliğinin farklı yönleri, özel dil ve retorikleri, ruh halleri, iç dünyaları da ayrıntılı ve kapsamlı biçimde yer alıyor. Kısacası, bütün bir hayat ve dünya yer alıyor Demirağ’ın şiirlerinde. Bin sayfayı bulan toplam kitaplarıyla, Kıbrıs rüzgârını, acılarını, umutlarını dize dize dökmüştür şiirlere şair. Bu şiirlerine “Bir nehir şiir” diyor” Fikret Demirağ*.

Hayatım ağrıyor. / Ağrıyan Hayatımla yürüyorum ağrıyan dünyaya. / Ağrıyan hayatımdan ağrı dindirici bir şiir / damıtıp akıtabilirsem ağrıyan dünyaya / hayatımın ağrıları bir işe yaradı diyebileceğim. / Hayatım ağrıyor. / Zonklayan bir çağın, dünyanın çocuğuyum. / Kanım, beynim, yüreğim zonkluyor / çağımın ve dünyanın zonklamasıyla birlikte; / zonklayan dünyaya ilişkin bir şiir zonkluyor / bende de. ** Yukarıdaki Fikret Demirağ şiirine baktığımızda bugün Türkiye'de yazılan şiirle örtüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu şiir otuz yıl öncesi yazılmış, çağrışımları çok olan bir şiir. Ve teması bugün için de geçerli. Yalnızca ilk dize bile kendi içinde bir şiir. Şair bu tek dizeden sonra da noktayı koyabilir ve şiirini bitirebilirdi. Soyuttan somuta giden bir aranış, bir o kadar da anlamlı. Ağrıyan hayatımla yürüyorum ağrıyan dünyaya. Ağrıyan dünya, ağrıyan hayat... Dizeye dikkatlice baktığımızda soyut kavramların ustaca dizilişi, somut kadar hayatın içinden anlam taşıyor. Hayatın ağrılarının işe yaraması. Gözle görülmeyen ama gözle görülecek kadar açık bir dil. Zonklayan bir yürek... Burada ise soyuttan somuta bir anlam yüklemesi var. Az sözcükle dünyanın kocaman çilesi uzanıyor şiirine. “Ağrıyan hayatımdan ağrı dindirici bir şiir / damıtabilsem dünyaya...” Şair şiirden umutlu. Şiirin gücüne inanıyor. Şiiri damıtabilsem diyor dünyaya. Damıtmak derken de; öyle bir şiir yazmak istiyor ki tüm insanların derdine çare bir şiir. Dünya; ağrılar, acılar, kan, kin, nefret, iki yüzlülük ve maskelere sürekli gebe. Nereye baksak, acıdan kıvranan yaşamlar. İşte 1981'de böyle diyor Fikret Demirağ. Bu şiirler dünyayı kucaklayan, insanı önemseyen şiirlerdir. O bir dünyalı olmanın derdini yüreğinin zonklaması ile dile getiriyor. Hayatın içinden seçtiği abartısız imgelerle de şiirini güçlü kılıyor. Kırk yedi sözcükten oluşan on bir dizelik şiirde yedi kez ağrı sözcüğünü kullanmasına rağmen, şiirde kakofoniden söz edemeyiz. Tam aksine vurgu yaparak, daha da anlamlı kılıyor şiirini.

2009'da yayımladığı son kitabı “Akdenizli Eros” şairin aşk ve erotizm temalı toplu şiirlerinden oluşuyor. Şiirlerinde aşk ve erotizm temasına, şair usta kalemiyle acıları da serpiştiriyor. Örneğin, Akdenizli şiirindeki dizeleri gibi.”Bir sevdayla sevişmeyi bilmeyen/ Akdenizli değildir/ Bir gövdeyle sevişmeyi bilmeyen... / Bir kadınla sevişmeyi bilmeyen / Akdenizli değildir / Bir yangınla sevişmeyi bilmeyen”

Öğretmen, kadın hakları savunucusu, araştırmacı yazar, gazeteci ve şair Neriman Cahit de adada gelişen şiirin emekçilerinden. Yıllardır şiirini geliştirerek örüyor dizelere. Sesi ve yapısı ile kendi şiir dilini kuranlardan Neriman Cahit. Bir kızıl öfke şiirinde şöyle diyor: “Yaşadığın her utancı / sımsıkı tut avuçlarında / Ve öylesine bir şarkıya dönüştür ki onu / dudaklarından süzülen isyan / delip geçsin uykularını... Neriman Cahit toplum şairidir. Toplumun acılarını taşır şiirleri. Yaşadıklarını ve yaşananları aktarır kendine özgün şiir diliyle. “Nicedir gökyüzü yırtık buralarda/ ellerime düşüyor çığlığım / belleğini yitirmiş bir coğrafyada.../ Bütün kaçışların yalnızlık olduğunu bile bile / her çekip gidenle yenildik / biraz daha... Doğuramadık kendimizi / dölümüz tutmadı, yeniktik / Akdeniz de yenikti / bir zamanlar maviydi / aşktı oysa...

*** Doğduğu Ada'ya kendini adadı Neriman Cahit.Yüzlerce öğrenci yetiştirirken, şiir hep yanı başındaydı. Onun şair duruşu da şiirleriyle örtüşüyor. “Hâlâ, mahzun bir çocuk bakıyor / kalbimin açık kalmış penceresinde” diyor, “Unuttum Yasakların Zulasında” isimli şiirinde. Akdeniz'in bu üçüncü büyük adasında çocuk olamadan büyüyen bir halkın fotoğrafıdır onun dizeleri. Her sözcük duyarlı kalbinin atışlarından ayrı bir nota. Az ve öz şiir yazanlardandır Neriman Cahit. Onun şiiri her dönemde kendini geliştirerek Kıbrıslı Türk Şiiri'nin kendi sesini oluşturmasına harç koyar.

Günümüz Kıbrıslı Türk Şiirinde öfke, siyaset, toplumsal sorunlar, aşk ve erotizm temaları da sık sık işlenmekte. Ada kültürünün yanı sıra son elli yılda geçirdiği değişimler şiirlere tema zenginliği katıyor. “Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım”, Faize Özdemirciler'in Haziran 2009'da yayımlanan son kitabının ismi. Düz anlatım şiiri gibi zor bir şiiri yazıyor Faize Özdemirciler.

Mehmet Rauf, Süleyman Nazif, Yakup Kadri ve Edip Cansever de düz anlatım şiirine emek verenlerden. Enis Batur, Ogün Kaymak da günümüzde bu şiiri yazan şairlerimizden bazıları. Dünya şiirine baktığımızda Baudelaire, Mallarmé, Arthur Rimbaud'u sayabiliriz. Faize Özdemirciler toplumcu bir şair. Yaşadığı Ada'nın sorunları ile yoğrulu bir şiiri yazıyor. “Akdeniz'in doğusunda telafisi mümkün olmayan bir hataydık biz, kendini ada zanneden ildik ve tatlı dili bekleyen yılanlar uyuyordu sarının koynunda.. Bir bir geçip gitti önümüzden aşka dair ne varsa. Mor bir küskünlük, lacivert bir hayal gibi aktı o uzun yaz kokusunu ve korkusunu baharda kasten unutarak... Hasrete aşina olmayan garip bir nesil gibi geçti zaman... Yılbaşı ekmeğindeki altın'ı ilk bulan gitti önce mahrem bir mahlep kokusu kaldı geriye... Turuncuyu güney aldı, çocukluğu ve tatlı suyu, sarı bir ova kaldı kuzeye, sivrisinekler ve yaz sıcağı...”**** Şiir bilgisinin olanaklarından yararlanarak kendine özgü şiir diliyle yazıyor Faize Özdemirciler. Hüznün şairidir o. Çocukluğundaki savaş yıllarının koyuluğunu akıtıyor sözcüklere. İçten dili okuyanı etkiliyor. Söz sanatlarını sözcükleri boğmadan, yerinde ve abartısız kullanıyor.Benzetmeler, eğretilemeler ve imgelerle şiirindeki duyguyu daha da yoğunlaştırıyor.

“Mor küskünlük, lacivert bir hayal”. Her iki benzetmede de karamsar duygular öne çıkıyor. Savaş ortamındaki insanların içinde bulundukları yalnızlığı anlatıyor mor küskünlük. Öyle ki artık hayalleri bile lacivert. Pembe ve mavinin dansı gökyüzünde yerini koyu dumanlara bırakınca, düş kuracak gözlerini de unutanların şiirini yazar Faize Özdemirciler.“Yılbaşı ekmeğindeki altın'ı ilk bulan gitti önce mahrem bir mahlep kokusu kaldı geriye...” Kıbrıs'ta eskiden yılbaşı gecelerinde şanslı kişileri belirlemek için ekmeğe ya da pastaya altın koyarlardı. Saatler on ikiyi gösterdiğinde dilimlenerek dağıtılırdı. Altını bulanın o yıl bereketli bir yıl geçireceğine inanılırdı. Şiirdeki altın da birçok çağrışımları içine alıyor. Ada ikiye bölündüğünde kuzeye ilk geçenlerden birisi belki de o yılbaşında altını bulan kişiydi. Ya da savaşta ölenlerin geride kalanlara göre daha şanslı olduğunu da bu dizeyle imleyebilir şair. Çağrışımları çoğaltabiliriz... Ada ikiye bölündükten sonra şairin çocukluğunun geçtiği köy güneyde kalıyor. Ve orayı hep bir masal diyarı gibi anımsıyor. Hatta köyünün suyu o kadar güzeldir ki tatlı su diyor. Şair belki de burada tatlı su derken aslında kendi köyünün hemen yanındaki bir başka köyü imliyor. Tatlısu köyünü. 1963 yılında köyleri yakılan, göçe zorlanan Türk köylülerinin göç ettikleri Tatlısu köyünü özel imaj olarak da kullanmış olabilir. O kadar çok özlüyor ki çocukluğunun geçtiği evi ve köyünü, kuzeydeki Mesarya ovasını “Sarı bir ova kaldı geriye” diyerek kurak ve verimsiz tarlaları imlerken, bu sözlerde bir alay da seziliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun göçmen olan insanların çektikleri acılar aynıdır. Benzerdir yaşanan hüzün.

Faize Özdemirciler şiirini yazarken bir yandan da yargılıyor zamanı. “Toprakların ne uğruna aktığı belli olmayan kanla sulandı. Türkü öldüren Türkler Rumun üstüne attılar suçu, Rumu öldüren Rumlar Türkün üstüne. Rumlar da Türkler de 'Kurban' oldular ama vur emirlerini verenler kahraman olarak yaşıyorlar hâlâ...” Şiirin bu bölümünde şiir dilinden çok konuşma dili başattır. “Şiir bilgi içermez, içermemeli, bilgi aktarmamalı. Şiirin bilgisi kendinde içkindir. Şiir, imgelerle okuyucunun anlamlar oluşturmasını sağlamalıdır.” diyor Veysel Çolak. Ama Faize Özdemirciler “Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım” isimli son kitabına ismini de veren uzun şiirinde, zaman zaman okuyucu ile sohbet eder gibi geçmişi yazıyor. Konuşma dili ile aktarıyor bir tarihi. Bilgi vermek ihtiyacını duyuyor.“Görüyorsun işte, bir tek şair iğne, bir tek şiir iplik olamadı yırtığına, temmuz'larını dikecek bir tek terzi doğmadı topraklarında. Rumca küstüm Türkçe kırıldım, Rumca yarıldım, Türkçe bölündüm Kıbrıs, anla!” Bu bölümde de artık şair sevgiden umudunu kesmiş ve herkesin sevgisizlikte payı olduğunu düşünüyor. Acılardan öyle bir şair doğmalıydı ki kini, nefreti ve egoizmi Ada'dan silmeliydi. Ama bunu ne Türkler ne de Rumlar başaramadı diyor Faize Özdemirciler. Gelişen Kıbrıslı Türk Şiirine Faize Özdemirciler'in şiirinin katkısı önemlidir. Şu anda dünyada yazılan iyi şiirlerin şairlerinden biri de Faize Özdemirciler'dir. Kimbilir hani yazılamadı dediği o özlenen, insanı önemseyen, sevgiyi çoğaltan şiiri belki de Faize Özdemiriciler yazacaktır.

Neşe Yaşın şiirini incelediğimizde daha bireysel bir şiirle karşılaşıyoruz. Şiirlerine serpiştirdiği geçmişin izlerini elinde sihirli bir değnekle silmek ister gibi. Biraz naif, biraz kadınsı, hayat dolu, ama hüzün bulutlu. Zaman zaman acıları yenip gülümsüyor şiirler. “Kim bilir belki de / evimizi öldüren mevzilerde silah çekerken sen / bir çocukluk kederinde uyuşurdum / ölümler geçerdi iç çekişimden /ta o zamandan bilirdim / bir gün ruhumu çalacağını /ben merdiven aralıklarına kaçıp / aile cinayetleri için ağlarken / geleceğe dair düşler fısıldardı / içime doğan ışık / üç melek zuhur etti / biri kızıl bir lale getirdi/ ikincisi senden buse / üçüncüsünün boştu elleri / sıkılarak baktı yüzüme /... Öyle çok bekledim ki seni / ıssız Babil kulelerinde / çıkar asker giysilerini / ve yanıma gel / ölmüşlerin ruhundan üç çocuk ver bana / biri acıları unuttursun / diğeri toprağı avutsun / üçüncüsü şehri dolaşsın geceleri / ağlayan annelerin elini tutsun.” Bu şiir bir zamanlar evine kurşun yağdıran askere adanmış bir şiir. Düşmanlıkların geçici olduğunu imliyor. Hatta daha o zamanlardan kalbini bu askere çaldıracağının düşünü kurar. Sürekli düş kurar şair. En acılı anlarda dahi. Neşe Yaşın barışın ve aşkın şairidir diyebiliriz. Dünya ve Türkiye şiirini yakından izleyen şairlerden. Kendi şiirini geliştirdikçe yaşadığı toprakların şiirine de katkı koyuyor. Şiirini yalnızca duygularla yazmıyor. Esin geldikten sonra sözcüklerini özenle seçiyor. Eğretileme ve mecazlar Neşe Yaşın'ın şiirlerinde önemli yer tutar.

Tamer Öncül'ün şiir dünyasının kapısını araladığımızda daha farklı bir dille karşılaşıyoruz. Sorunlara, acılara umutla yaklaşır. “Acılar öğüten/ zalim değirmenin / hışmına uğramış saçlarımız... / Kırılıp dağılan umutlar / meteor kalıntısı izler bırakmış / gittikçe çoraklaşan/ açık alınlarımızda... / kazandıklarımızdan ağır basıyor yitirdiklerimiz / -kamburumuzun büyümesi ondan- / Eskittiğimiz yılların / umut ve düşlerin giysisi / örtüyor pörsümüş tenimizi / ama alnımız açık hala. / Kutsal büyük ana / Kybele'nin kucağı kadar/ açık ve davetkâr / yeni düşlere, umutlara...” “Alnımız Açık” isimli şiir Tamer Öncül'ün “Düşler” isimli son şiir kitabının ilk şiiri. Şaire göre yaşadığımız dünya acılar öğüten zalim bir değirmen. Durmadan acı, durmadan şiddet. Tükenen insanın hâlâ umudu ve düşleri var. O yüzden de gelecekten umutlu. Türkçenin ve dilin olanaklarından yararlanarak, şiir dilini kuruyor. Son kitabı Düşler'de ironik bir dil geliştiriyor. Zaman zaman sürrealist ve fantastik bir söyleme dönüşüyor şiiri. “Fokurdayan kazanlarda yıkanır / ölümden kara tüyler / çığlıktan kırılır çurungalar... / Alevlenen tenden fışkıran / şehvet mayalar dölü... / Ayaklar çılgın/ toz korkak... / Kendi gölgesini çiğneyen / dansçının teriyle kabarır / yarına gebe toprak...” Tamer Öncül şiirle yaşamını özdeşleştirenlerden. Şiirini üzerine giyenlerden.

“Bir dizeyle abdest aldım / dilim bozuldu da / odamın yalnızlığını / bozamadım”. Fatma Akilhoca'nın şiir dili zaman zaman ironik, zaman zaman da nükteli bir dil. Kadın acılarını dizelerine sözcüklerle boyarken ironi yapmaktan kaçınmaz. Savaş yılları, acılar, hüzünler, ayrılıklar, göçler onun şiirinde de var. Yazarken gözlemlediklerini ilmekler arasından tığla çeker gibi ince ince çekip, en çarpıcı haliyle aktarıyor şiirine. Hayat dolu kişiliği kadar şiirleri de hareketli ve renkli. Her şair kendini yükler şiirine. Fatma Akilhoca da kimseye benzemeden yazıyor şiirlerini. “Ne zaman sırtımı dönüp / saklansam kendime / daha çok kaşınır dilim / belki de her saklanma / bir kanatlanmadır derine...” Acılar, onun şiirinde çok da karamsarlığa yol açmıyor. Bulutların arasından hep bir aydınlık göz kırpar. Tamer Öncül ve Fatma Akilhoca'nın şiirlerinde bu ortak benzerlik göze çarpar. “Her fısıltı / karanlıkta doğar / aydınlıkta ölür / yeni bilenmiş keskinliğinde / doğrarım içimi bıçağımla / dizerim soframa / ne bir iz / ne bir kan var ortada/ her şey güllük gülistanlık / yine de/ bir şeyler var / bir şeyler var / bu havada!” Umut, acıların üzerine gül kokusu serper.Tedirginliği yaşasa da hayat onun için anlamlı. Farklı bir dile doğru akmaya başlamıştır Fatma Akilhoca'nın şiiri. Yepyeni şiirlere sancılı bir dil'in doğumu sanki.

Gelişen Kıbrıslı Türk Şiirinde farklı temalar, farklı söylemler zenginlik katıyor şiire. Türkiye dışında yaşıyan diğer Türklerin Kıbrıs'taki kadar şiirlerinin geliştiğini söylemek yanlış olur. Kıbrıslı şairler Dünya ve Türkiye Şiirinin gerisinde şiirler yazmıyorlar. Kuzey Kıbrıs'ta şiir dünyaya açıldı. Yasaklı kapılar, ambargolar şiirin önünü zincirleyemedi. Çünkü şiirin özü özgürlüktür. Çeşitli ülkelerin edebiyat dergilerinde Kıbrıslı Türk şairlerinin şiirleri yasemenler gibi açıyor. Ada'nın hüzünlü bakışları, yalnızlığı, özgürlüğe dönüşür Avrupa, Asya, Avustralya hatta Amerika kıtasındaki şiir sayfalarında.

Zeki Ali (Yolcukuş) şiirlerini değişik ülkelerde şiir dergilerinde yayımlayan şairlerden. Şiir dili yıllarca yaşadığı yabancı ülkelerin şiir dili ile örtüşüyor. “Bir ay çizdim: yüzüne benzetmek için değil, / yüzünü anımsadığım için. / Getirip bir selvi koydun önüne / bir selvi, ayrılık kadar uzun.” Şiirlerinde sese önem verir Zeki Ali. Çünkü onun yaşamında müzik de önemli yer tutar. “Demek ki aşkmış bu, özgürlüğü kömürleri üzerinde yanan. / Demek ki kurtuluşmuş değişirken / biz o güzel küllere. / Zamanın gerisine düşer sözlerim / Her seni seviyorum dediğimde.” Aşkı, özgürlüğü yok edici olarak görüyor şair. Külleri seviyor çünkü kurtuluşun simgesi olarak kullanıyor. Aşkı imlese de Kıbıs’taki acıları da çağrıştırıyor dizeler “... Acil bir telaşla / Şarkıları yağmalayan sözle / herkesin şiiridir artık…/ Bir süreçtir yokoluş / kendi kapısına dönen bir yoldur. / Gözlerini kapatmak yetmiyor / geri getirmeye uzaklıkları: / aşkı ve her şeyi istedin / her şey biraz fazlaydı.” Zeki Ali, söz sanatlarından yararlansa da abartılı imgelerden hep uzak kalmıştır. Şiir ve müzikle iç içe bir yaşamı omuzluyor. Toplumun acılarını, umutlarını ve hüzünlerini aktarıyor şiirlerinde. Acının, aşkın ve ayrılığın şairidir Zeki Ali. Hayat kadar canlı hayat kadar anlamlıdır şiirleri. “Zaman zehir zaman nehir / kurşun sesli ötüyor kuşlar”, “Füze sesli miyavlıyor kediler”, “Tank sesli yürüyor papazlar”. Ümit İnatçı'nın “Kıbrıs'ta Yaşamak” şiirinden seçtiğim bu dizeler, bir Kıbrıs gerçeği. Kıbrıslı şairlerin tümünde aynı acılar, aynı temalar, aynı özlemleri bulabiliriz. Fakat her şairin şiir dili farklıdır. Ümit İnatçı şiirin olanaklarından ve kendi estetik yaratımından oluşturuyor şiirlerini. Onun şiirlerinde yapıdaki sağlamlık göze çarpar. “Tarih yüzümüze kapadı sayfalarını / Ayrılık o kadar eskidi ki / o kadar dondu ki şefkatin dudakları / o kadar öldü ki bekleyiş / Artık yıllar zamandan saymaz saatleri / Yek vücut bir denizin avcu ortasında / Asya'nın çapağı kadar bir yer / içinde kendini ikiye bölen bir beden / evcilik oynuyoruz çocuksu ve suçlu / bir ben bir de ben”. Bu şiirde sesin estetik nüansını daha ilk okumada farkedebilirsiniz. “ Asya'nın çapağı kadar bir yer”. Özgün ve yepyeni bir benzetme. Buradaki istiareden anlıyoruz ki Kıbrıs Asya'nın çapağı kadar bir yer. Ama yıllardır yaşanılanlar fiziki büyüklüğünden çok daha fazla derin ve büyük acılar. Şair tüm yaşanılanların tek suçlusu olarak Kıbrıslıları imliyor. İnsan sevgisizliği ve insana verilmeyen değeri imliyor. İşte bu yüzden suçluyuz. Vicdanlar kömürlü. Bu küçücük adacık aslında tüm dünyanın gerçek yüzünü yansıtmıyor mu? Güçlü olan, zayıf olanı iyice sıskalaştırıp yok etmeye çabalamıyor mu her dönemde? Daha çok şişmanlamak için değil mi bu arsızlık?

Düş süzüyorum geceden / tellere asıyorum / naylon çoraplar içinde. / Güneşin alnına/ dayıyorum kalemi / düş süzüyorum. / Kuruyor güneşte / düşün imgeleri”. Aliye Ummanel bu kısa şiirini gerçeküstücü bir yaklaşımla yazdı. İkinci yeni ve İkinci Yeni sonrası Türkçe Şiir'de çokça yazılan bir tarz. Düşleri süzüp naylon çoraba geçirmek ve tellere asmak. Onca zahmete rağmen güneşin düşlerdeki imgeleri kurutması...Bu izdüşümler düşü bile yaşayamıyor, sonlanıyor. İşte böyle bir şey Kıbrıs'ta yaşamak. Kıbrıslı olmak. Düşler kurudu ama duyan yok diyor şair. Aliye Ummanel'in bugüne kadar yalnızca bir kitabını okuyabildim. Ama onun da söyleyecek çok şeyleri var. Şiirlerinden öyle anlaşılıyor. Yeni sözler için dilini durmadan parlatıyor.

Gelişen Kıbrıslı Türk Şiirine daha birçok şair emek verdi, veriyor Ama tümünü dergi yazısında bir araya getirmek mümkün değil. Sevgiyle bazılarının isimlerini anıyorum. Mehmet Kansu, Feriha Altıok, Taner Baybars, Orbay Deliceırmak, Ziya Ormancıoğlu, Hakkı Yücel, Filiz Naldöven, Mehmet Yaşın, Hakan Cem, Raşit Pertev, Gür Genç, Rıdvan Arifoğlu, Jenan Selçuk ...

Zaman zaman Kıbrıslı Türk Şiiri'ni farklı şairlere yer vererek yazmaya devam edeceğim. Mutlaka bu isimlere yeni isimler de eklenmeli. Çünkü şiirin amacıdır, çoğalmak. Karıncalar gibiyiz. Durmadan çalışıyoruz. Durmadan yoruluyoruz. Ama karıncalar gibi paylaşamıyoruz! Hep birlikte sevmeyi hep birlikte mutlu olmayı imliyor güneşimiz. Sevgiyle ısıtıyor üşüyen geleceğimizi... Zayıf, şişman, zenci, beyaz, zengin, yoksul hepimizi eşit öpüyor sıcaklığı. Kimbilir, insanoğlu da kendine güneş olabilecek mi bir gün?

Şairler, işte bu heyecanla yazıyorlar şiirlerini. Dünya sürekli gelişiyor, şiir de aynı değişime uğrayarak, gelişerek hep yanı başında olacaktır yaşamın. Varolan şiiri tekrarlamak, yaşamı tekrarlamak gibi bir şeydir.

Şiir canlıdır. Hareketlidir.Özgürlüğü sever. Doğurgandır. Kendini yeniler. Yeter ki şairlerin düşleri her gün yeniden, yeniden doğsun. Şiir insanın geleceğinden yanadır. O yüzden de şairler ölür ama şiir diri kalır.

* “Hepimizin, İçinde Akıp Durduğu Su'dan 'Kalıcı' Olanı Yakalamak”, Fikret Demirağ'la Söyleşi, Mine Ömer, Alaz Edebiyat Dergisi, Kasım 2008 Sayı:8

** Hayatı Ağrıyan S:9- Dinle Şarkımı , Fikret Demirağ İkinci Basım, İleri Basımevi

*** Mida'nın, Hasan Bullilerin Selamı Var, şiir Neriman Cahit

**** Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım, S.80 , Faize Özdemirciler.

Yararlanılan kitaplar

Fikret Demirağ / Ada'mın Sahilinde, Akdenizli Eros; Faize Özdemirciler / Rumca Küstüm, Türkçe Kırıldım; Neşe Yaşın / Bellek Odaları; Tamer Öncül / Düşler; Fatma Akilhoca / Su(s) Öldü; Zeki Ali Yolcukuş / Taş Uyur; Ümit İnatçı / Tükeniş Güzergâhı; Aliye Ummanel / Düş Geceye Düşünce.

Mine Ömer

kurşun kalem edebiyat dergisi

Mayıs-Haziran 2010

 
Toplam blog
: 56
: 504
Kayıt tarihi
: 05.10.09
 
 

Mine Ömer; Larnaka, Kıbrıs doğumludur. Kıbrıs Bayrak Radyosu'nda memur olarak çalıştı. Haber ..