Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Geminin gideceği liman belli

Geminin gideceği liman belli
 

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendisine özgü farklı bir mutsuzluğu vardır” Tolstoy’un Anna Karenina kitabını okuyanlar, kitabın bu giriş cümlesini hatırlarlar. Bu cümlenin doğruluğuna hak vermemek imkansızdır. Bende hep hak verirdim; ama bugün içinde bulunduğum garip hislerle karşılaşınca tam anlamıyla ne olduğunu kavradım.

Aslında benim düşüncelerim, birbirine benzeyen mutlu aileler ya da birbirinden farklı gözüken mutsuz aileler üzerine değil; olayı aileden de çıkartıp daha da genişletecek biçimde. “Bütün mutlu insanlar birbirine benzer, her mutsuz insanınsa kendine has farklı bir mutsuzluğu vardır” Bu düşünce olayı, Tolstoy’un cümlesinden biraz daha genişletip bütün insanlara indirgiyor olsa da, önermesi aynı. Bugün yaşadığım ufak bir deneyim sonucu, insanların mutsuzlukları üzerine düşünmeye başladım.

Bir arkadaşım ameliyat oldu. Bende gece onun yanında refakatçi olarak kaldım. Saat gece 02.00 sıralarındayken, bulunduğumuz odada herkes uyumuştu; hastanenin tamamı sessizlik içindeydi. Arkadaşımın kaldığı odada refakatçinin uyuyabileceği koltuk benzeri bir şey olmadığından bende sürekli çıkıp etrafta dolaştım. Koridorda gezinirken oturmak istedim; ama etrafta oturabilecek hiçbir nesne yoktu. Tek bir şey dışında; hastanenin boş koridorunda, pencerenin önünde duran bir tekerlekli sandalye gördüm ve yaklaşıp oturdum. Bütün bu düşüncelere boğulmamı da o sandalye sağladı zaten.

Tekerlekli sandalyeye oturduğum zaman, içimde garip duygular oluştu. Yürüyemeyen ve o sandalyeye mahkum olan insanları düşündüm. Bir an ayaklarım yokmuş gibi hissettim. Öyle bir psikolojiye girmiş olmalıyım ki, bacaklarımın tamamen uyuştuğu, sanki vücudumdan bağımsız kaldıkları düşüncesi beynimi yiyip bitirdi. Öyle uzun bir süre de değil, bir dakika kadar oturduğum sürede bunlar geçti içimden. Sonra hemen kalktım ve bir süre sonra kendimi pencerenin önünde dışarıya bakarken buldum.

Bazı şeyleri yaşamadan bilemez, anlayamaz derler ya hani; galiba çok doğru bir düşünce. Ben o sandalye ile mahkumiyeti yaşamadım; ama sandalyeye temas ettiğim an yaşadığım, yaşayabileceğim hissine kapıldım. Ve o mahkumiyete, mahkum olmuş insanları anladım bir anda. En azından her zamankinden daha çok. Öylesine anladım ki, saatlerce etkisinden kurtulamadım. O boş sandalyeye bakarken bile içimde bir ürperti belirdi. Belki bunları düşünmek komik gözükebilir kimilerine, ama değil. Çünkü hepimiz onların bulunduğu konuma adayız. Yarın başımıza ne geleceğini bilmiyoruz ki.

Belki de, bu insanların en çok anlaşılmaya ihtiyaç duydukları o hallerinde, bir çoğumuz onları anlamıyoruz. O sandalyede otururken, birkaç saniye içinde gözlerimde o an canlandı. O sandalyeye mahkum olmak belki de dünyanın en zor şeyi. Sabahları yürüyüşe çıkamamak, sevgilinin arkasından koşamamak, bir yerlere gittiğinde doya doya gezememek, hatta belki de o bir yerlere gidememek. Daha da kötüsü, insanların sana sanki farklıymışsın, onlardan değilmişsin gibi bakması; acıyan edalarla seni süzmesi. Belki de aklıma gelmeyen daha düşünemediğim bir çok şey. Bütün bunları düşününce, o insanları anladım ve kendimi her zamankinden daha yakın hissettim onlara. Bundan sonra eskisinden daha yakın olacağıma da emin oldum.

Orada başka bir duygu daha yaşadım. İşte tam olarak bu girişte yazdığım cümle gibi. Herkesin kendine özgü mutsuzlukları varya hani, ben bunları düşünürken kendi mutsuzluklarımdan utandım bir an. Ne mutsuzluklar yaşayan, ne hüzünlerle boğuşan insanlar var. Böylesine acılara sahip insanların arasında, sıradan sayılabilecek bir çok konuda kendini mutsuz, şanssız, talihsiz olarak nitelemek garibime gitti. Elbette kimse kimseyle acılarını, mutsuzluklarını yarıştıramaz, ama sorun şurada ki, biz insanlar ufacık olayların peşine takılıp, mutsuzluğun dibine vururken, çok büyük sorunlarla uğraşan, çok zor anlar yaşayan ve paylaşmaya ihtiyacı olan insanları es geçiyoruz. Bu yüzden, ufak sorunlar aslında daha büyük yozlaşmalara neden oluyor hep hayatlarımızda.

Hayat, anlaşılması için ne kadar uğraşsak da kolay kolay anlamını çözemeyeceğimiz bir şey. Gerçek ve kesinliği kesin olan tek olgu var bu hayatta; ölüm. Mutlu, mutsuz, farklı, benzer herkesin sonunun kesinliği bu. Hayatlarımız denizde yol alan bir gemi gibi. Kimilerinin mutlu, kimilerinin mutsuz olması gibi, denizde yol alan bir gemi bazen fırtınalı, bazen sakin sularda ilerler. Sonra da tıpkı mutlu veya mutsuz tüm insanların ölüme varacağı gibi, koşul her ne olursa olsun gideceği limana sonunda varır. Yani hayat gemiye, ölüm limana benzer. Gidiş şekli nasıl olursa olsun, o gemi o limana elbet varır.

Hep derler ya, “hayat kısa tadını çıkarmak gerek” diye. Bu doğru, hayat kısa, sonuç belli o yüzden de tadı çıkarılmalı. Sevgiyle, paylaşmayla, iyilikle…
 
Toplam blog
: 23
: 2179
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Hayattan sıkılmış bir kişilik.  Hep acaip şeylere ilgi duydum insanlara göre. Bir çok insana gö..