Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gene acele ediyoruz...

Gene acele ediyoruz...
 

Görsel kaynak: injoydesign.com


Orta yerde bir boşluk varsa bu boşluğu dolduracak “bir şey” mutlaka vardır. Gök kubbenin altında boş yer, boş alan, boş hacim, boş mevkii yoktur. Tüm boşluklar bir şekilde doldurulur.

Öğretmenin öğrencileriyle ders arasında sohbet ederken bu cümleyi söylediğinde hınzır öğrencilerden biri “öğretmenim bardağınız boşalmış, doldurayım mı?” diye sordu.

Öğretmen zekî öğrencisine gülerek baktı.

- Doldur bakalım.

Öğrenci yüzünde hınzır bir gülümseme ile bardağı doldurup öğretmenine ikram etti.

Öğretmen teşekkür ederek bardağı eline aldı ve diğer öğrencilerine gösterdi.

- Şu anda bu bardakta hava ve su yer değiştirmiş durumdadır.

Gülümseyerek hınzır öğrencisinin yüzüne baktı. Öğrenci yapmak istediği hınzırlığa hınzır bir yanıt almıştı. Düştüğü duruma önce kendisi güldü, sonra diğer arkadaşları...

Öğretmen gülüşmelerin ardından ciddiyetle devam etti.

- Siz havayı görmüyorsunuz diye havayı yok sayamazsınız. Arkadaşınız bir anlık aceleyle aslında en belirgin, en düşünülmesi gereken, önemli bir detayı atladı. Aslında benim tuzağıma düştü, çünkü ben cümleyi söylerken parmağımı boş bardağın kenarlarında gezdirdim. Sizi boşluğa şartlandırdım. Arkadaşınız zekasını kullanarak hem espri yaptı hem de bana boş alanlar olabileceğini göstermek istedi.

Öğrenci mahcubiyet içinde başını öne eğdiğinde öğretmen onu teselli eder gibi konuştu.

- Utanmana gerek yok, bu tuzağa aslında hepiniz düşmüştünüz. Senin tek kusurun zekanı kullanırken aklını unutman oldu. Durumu muhakeme etmeden, daha önce yaptığımız deneyleri unutarak konuştun. Kıvrak zekân sana anti-tez kararını dikte ettirdi. Karar anının aklın durduğu an olduğunu da unutmuş oldun. Yani acele ettin. Oysa size daima “karar vermeden önce düşünün, acele etmeyin” diye tembihlerim. Siz hala acele ediyorsunuz, çünkü bildiğinizi zannediyorsunuz. Size “hiç bir şey göründüğü gibi değildir” dediğimde siz bana bakıp göründüğüm gibi olmayabileceğimi düşünüyorsunuz. Oysa bana değil önce kendinize, sonra çevrenize bakmalısınız.

Öğretmen aylar süren eğitimi bu sohbetle özetlemişti. Öğrenciler bu iletişim dersini hiç unutmadılar. Daha sonra Lao Tsu’ nun bildik öyküsünü bir kez daha anlattı.

Bu öyküyü daha önce Acele etmeyin başlıklı yazımda anlatmıştım. Bir kez daha anlatmayayım.

O sohbette alınan dersler çok fazla. Ben sadece bir tanesini örneklemek istiyorum.

İletişim bir sanattır. Evet bence iletişimin sanat dalları arasında hatırı sayılır bir yeri vardır.


Bir öğretmen öğrencisiyle “öğretmek üzere” iletişim kurar. Sanatı güzel kullanırsa öğrencisini güzel yetiştirir.

Bir anne/baba çocuğuyla “yetiştirmek üzere” iletişim kurar. İletişim sanatı güzel kullanılırsa iyi bir evlat yetiştirilir.


Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz ama, sanırım “pozitif iletişim” bu örneklerle yeterince anlaşılmıştır.

İletişim sanatı pozitif amaçlarla kullanıldığı gibi negatif amaçlarla da kullanılabilir. Negatif iletişimin en güzel örneklerini son yıllarda fazlasıyla yaşıyoruz.

İletişimin pek çok yöntemi var. Eğer iletişim iki kişi arasında yapılıyorsa sözler, ses tonlamaları, beden dili, mimik ve jestler iletişimin kalitesini ve etkisini belirler.

Bir kişi, pek çok kişiyle iletişim halinde ise (örneğin konferans veriyorsa) yine aynı öğeler kaliteyi ve etkiyi belirler.

Bir kişi iletişim enstrümanlarını iyi kullanıyorsa kişiyi ya da kitleyi tam istediği gibi yönlendirir. Eğer pozitif bir amaç taşıyorsa alınan sonuç da pozitif olacaktır. Ama ya değilse?

Evet “ama ya değilse?” sorusu bize negatif iletişimi işaret ediyor. Sorunun vurgusu içimizde kuşku uyandırıyor.

Bu soru ile çevrenizde sizinle kurulan iletişimlerin bazılarının negatif iletişim olabileceği kuşkusunu yaratmış olurum. Eğer yarattıysam mutlu olurum, çünkü söz etmek istediğim şey budur...

Negatif iletişim tekniklerine çok sık rastlıyoruz. Gazete başlığına bakıyorsunuz görüyorsunuz. Tv’ da haber izliyorsunuz görüyorsunuz.

O kadar fazla örnek var ki, herhangi bir gazetenin başlıklarına bakın, “okuyanı koşullandıran haber başlıklarını” derhal görürsünüz.

Herhangi bir haber programını izleyin, spikerin mimik ve jestlerinden negatif iletişimi derhal yakalarsınız.

Tüm bu çabalar size ne düşüneceğinizi öğretmek içindir. Sizinle şartlandırma iletişimi kurulmaktadır.


Burada ve toplumun içinde çok tartışıldığı için Ergenekon örneğini vermek istiyorum.

Öyle haberler, öyle güzel şartlandırmalarla veriliyor ki insanlar derhal yargısız infazlara başlıyorlar.

Öyleleri var ki, yazdıklarını baktığınızda Ergenekon’ un tüm detaylarına hakim oldukları, hatta sorgularda bile bulundukları izlenimi ediniyorsunuz.

Yazan kim? Sıradan bir vatandaş! Gizemli iddialarla, gizemli cümlelerle satır aralarında “ben neler biliyorum neler” havasındalar.

Bildikleri sadece “böyle bilmesini ve böyle düşünmesini isteyenler tarafından” ortaya konmuş verilerdir. Bu kişilerin görevleri "bu verilerle yemlenip” kamuoyu oluşturmaktır.

Bu da karşılıksız olmuyor tabi ki, işin ödülü “bilgili, entelektüel ve aydın” görünmek oluyor.

Bunun tersi olan durumlar da var tabi.


Bana kalırsa bu konuda “keskin hatlarla” konuşarak acele ediyoruz.

Bir yargı süreci içindeyiz.

12 Eylül yargılamalarını hatırlayın. Yetmiş iki suçtan idam isteğiyle yargılanıp 20 sene sonra beraat edenleri ne çabuk unuttuk? Toplum daha cunta döneminin yargı yaralarını saramadan biz gene (halk olarak) yargısız infazlara başladık.

O zaman da böyle yapmamış mıydık? O zaman da bize suçlu diye gösterilenlere topluca küfür etmedik mi?

Peki, kaçımız bu düşüncelerimiz için ömrünün büyük kısmını suçsuz yere hapiste geçiren, işkenceler gören bu insanlardan özür dilemeyi düşündük ya da diledik?

Ya suçsuz yere infaz edilenler? Bunların ailesinden özür dilendi mi?

Beyler, bayanlar; orta yerde dönenlere bakarak insanları yargılayıp, üstüne üstlük infaz etmeyin ya da beraat ettirmeyin. Olan bitenden fikir sahibi olun, ama bilmediğiniz konular için kesin hükümler vermeyin. Yaptıklarınız sadece bilgi kirliliği yaratır, başka bir şey değil.

Tutun ki bu gün suçladığınız insanlar yarın beraat ettiler. Ya da suçsuz dediğiniz insanlar hüküm giydiler.

Nasıl özür dileyeceksiniz? Bu durum sizde vicdan yarası açmayacak mı? Buna gerek var mı?

Bu durumda vicdanınız kirli iletişimin kurbanı olmayacak mı?

Bu sadece Ergenekon davası için geçerli değil, gündemi kapladığı için örnek olarak verdim. Magazin programlarına bile bu gözle bakmalıyız. Bizlere sadece “bilmemiz gerekenler” anlatılıyor. Gösterilmeyenleri görmeye çalışalım, gösterilenleri herkes görüyor zaten.

Acele etmeyelim. Hiçbir şey gördüğümüz gibi değildir.

Bu kadar karmaşık ilişkiler içinde hüküm vermek bize düşmez.

Yazının başındaki “boş bardak” örneğini iyi düşünün:

Orta yerde bir boşluk varsa bu boşluğu dolduracak “bir şey” mutlaka vardır. Gök kubbenin altında boş yer, boş alan, boş hacim, boş mevkii yoktur. Tüm boşluklar bir şekilde doldurulur.

Bardakta hava ile su yer değiştirir.
Devlette ise demokrasi ile cunta...

Parmağın neyi gösterdiğine iyi bakın...

Ve acele etmeyin...

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..