Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '11

 
Kategori
Siyaset
 

Genel seçimleri AKP kazanacak. Çünkü.....

Genel seçimleri AKP kazanacak. Çünkü.....
 

haber34.com


Bir partinin seçim kazanması için arkasında 3 tane ana destek olması gerekir.

1. Sermaye çevreleri desteği
2. Taban desteği
3. ABD'nin desteği

Bunların arasında ekonomik durum ve basın desteği de sayılabilir ama bunlar kısmen taban desteği kısmen de sermaye çevreleri desteğinin içindedir.

Bugünkü ortama bakıldığında bu şartların hepsi AKP lehine görünüyor. Şimdi zamanda bir yolculuk yaparak, seçimlerde neden AKP’nin şanslı olduğunu anlayalım.

1964 yılında Kıbrıs’ta Rumların Türklere yaptığı katliamlar sonucunda Türkiye Kıbrıs’a müdahale etmeye karar verir, ancak ABD başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye yazdığı mektupta NATO’nun size verdiği silahları ancak NATO emriyle kullanabilirsiniz şeklinde bir uyarıda bulunur. Her ne kadar İnönü “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” dese de apar topar ABD, ye ziyarette bulunur. Sonuç olarak Kıbrıs’a müdahale edilmez. 1965 seçimlerinde ise ABD’nin desteklediği Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet partisi seçimi kazanır. Bu dönem içerisinde Demirel, ABD’nin sözünden çıkmaz. 1969 genel seçimlerini de Adalet Partisi kazanır, ancak artan anarşi olayları ile bozulan ekonomik dengeler sonucunda 1970 yılında % 66,6 oranında yapılan devalüasyon bu hükümetin sonunu getirir ve 12 Mart muhtırasıyla hükümet istifa etmek zorunda kalır.

1973 seçimlerine kadar Türkiye’yi parlamento dışındaki Başbakanların kurduğu hükümetler yönetir. Bu dönemde ABD, Türkiye’de haşhaş üretimini yasaklatır. Çiftçiler haşhaş yerine patates ve mısır ekerler. Bu kayıplarını da ABD sözde mali yardım yapmak suretiyle karşılar.

1973 genel seçimler öncesindeki genel durum ise şöyledir . Ferruh Bozbeyli'nin kurduğu Demokratik parti, Adalet partisini bölmüş, nispi seçim sisteminin olduğu, seçim barajının olmadığı, partisine yeni bir dinamizm getiren Ecevit'in Genel başkanlığında seçime giren bir CHP’nin olduğu bir seçim ortamı. Tek partili dönemden sonra ilk defa taban desteği sağ seçmenden sol seçmene dönmüştür.

Nispi seçim sistemi nedeniyle de parlamentoya da 7 parti girmiş, Ecevit ise en çok oyu almasına rağmen ancak Erbakan'la koalisyon kurarak iktidara gelebilmişti.

Ecevit’in iktidara gelir gelmez yaptığı ilk iş haşhaş üretimini serbest bırakmak olur. Yani bir şekilde ABD ye meydan okur. 1974 de Kıbrıs’a müdahale kararı öncesi MGK toplantısında Başbakan Ecevit ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, müdahale kararını ana muhalefet partisi başkanı Demirel’e ilettiklerinde Demirel’in ilk sözü “ABD’den izin aldınız mı?” olur. Bu soruya ise Genelkurmay Başkanının büyük tepki gösterir. Sonuç olarak Türkiye Kıbrıs’a müdahale eder. Ancak garantör sıfatıyla müdahale etmemiz yasal hakkımız olmasına rağmen, ABD, daha önceki gerekçelerle Türkiye’ye ambargo koyar.

Bu arada Ecevit ve Erbakan’ın anlaşamaması sonucu koalisyon hükümeti 17.11.1974 tarihinde dağılır. O tarihten 31.03.75 tarihine kadar Türkiye’yi Sadi Irmak başkanlığındaki güven oyu alamamış hükümet yönetir.

31.03.75 tarihinden 1977 yılı genel seçimlerine kadar Süleyman Demirel’in Başbakanlığındaki 1. Milliyetçi Cephe hükümeti Türkiye’nin idaresinde söz sahibidir artık.

1977 yılı seçimlerinde Ecevit % 41.38 oranında oy almasına rağmen nispi seçim sistemi yüzünden 13 milletvekili daha çıkaramadığından yine muhalefette kalır. Bu durumda 2. MC Hükümetinin kurulmasına da mani olamaz. Demirel yine Başbakandır. Artan petrol fiyatları ve süregelen ABD ambargosu yüzünden Türkiye Demirel’in deyimiyle 5 cent’e muhtaç hale gelir. Bu arada sağ-sol çatışmaları ve anarşi hızla artmaya başlamıştır.

1978 yılının ilk günlerinde Ecevit belki de hayatının en büyük hatasını yaparak, AP den 13 milletvekili transfer ederek hepsini bakan yapar. Kendisi de 42. Hükümetin başbakanı olmuştur. Bu arada yolsuzluklar almış başını gitmiştir. En büyük yolsuzluklar arasında adı geçen 2 bakan daha sonra Yüce divanda yargılanarak hüküm giymişlerdir.

Bu hükümet döneminde Türkiye ikinci dünya savaşının yaşandığı dönem dışında en büyük yokluk dönemini yaşamıştır. Yağ kuyrukları, benzin kuyrukları, tüp kuyrukları, elektrik kesintileri, grevler, döviz sıkıntısı had safhaya ulaşmıştır. Ecevit ABD karşıtlığı dışında artık sermaye çevrelerini de karşısına almıştır. Şöyleki;

27 Nisan 1979 ve 6 Haziran 1979, Türkiye’nin genç özel sermayesinin kurduğu patronlar kulubü diye adlandırılan Türk Sanayici ve İşadamları Derneği TÜSİAD’ın Türkiye’nin kaderini değiştirdiği dönemin başlangıç tarihleri olarak hatırlanır. Dönemin Ecevit iktidarını ‘pazar ekonomisinden giderek uzaklaşan politikalar’ nedeniyle sert eleştiren TÜSİAD, bu iki tarihte gazetelere ilan verir. Toplam yedi ilanın dördü gazetelerde yayınlanmıştır.

Yabancı sermaye karşıtı olarak eleştirdikleri iktidarı, artan enflasyonu ve artan işsizliğin altını çizen TÜSİAD’ın bu ilanlarını üç bilim adamı kaleme almış. Emre Gönensay, Memduh Yaşa ve Nevzat Yalçıntaş’ın yazdığı ilanlar Manajans tarafından ilan metnine çevrilir.

Nejat Eczacıbaşı’nın Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan aldığı özel izinle ilanlar yayımlanmaya başlamadan önce dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e de ilanlar gider. Fakat Ecevit, çok önem vermez.

Ancak ara seçimlerde 5 milletvekilini de Adalet partisine kaptırınca hükümet istifa etmek zorunda kalır.

12.11.1979 tarihinde azınlık hükümeti kuran Süleyman Demirel meclisten güven oyu almayı başarır ve hükümet kurulduktan birkaç gün sonra, ülkede yokluklar sona erer. Böylece ülkedeki yoklukların arkasındaki gücün sermaye çevreleri olduğu anlaşılır. Çünkü Demirel’in siyası hayatı boyunca sermaye çevreleri hep kendisinin arkasında olmuştur.

24 Ocak 1980 ekonomik kararlarını ise IMF hazırlayıp zamanın hükümetine vermiş, faizlerin yükselmesi sonucu tüketim kısılarak enflasyonu önleme çabaları yoğunlaşırken, 12 Eylül 1980 ihtilali olmuş ve Türkiye yeni bir döneme girmiştir.

12 Eylül’den sonra gerek Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevinde, gerekse Başbakanlık görevi sırasında piyasada Özal zenginleri görülmeye başlamıştır. O güne kadar Türkiye’nin lokomotif ve köklü holdingleri Koç, Sabancı, Eczacıbaşı iken, birden yeni yeni isimler ortaya çıkmıştır. Felsefesi zenginleri sevmek olan Özal bunu açıkça severi“Ben zenginleri severim” diyerek bu duygusunu açıkça belirtmekte de sakınca görmemiştir. O dönemde Türkiye’nin en büyük sorunu döviz sıkışıklığı olduğundan Özal, ülkeye döviz girmesi için her yola başvurmuştur. Hayali ihracatlar almış yürümüş, geçmişinde kaçakçılık ve mafya babalığı olan ve bu yolla yurt dışında parası olan kişiler, affedilerek holding sahibi yapılmış, banka üstüne banka kurulmuştur. Bu arada Türkiye’nin ilk hayali ihracatçısının da Yahya Demirel olduğunu belirtmekte yarar var.

Bundan sonraki siyasi safhaları detaylı yazmaya gerek yok. Çünkü bu tarihten sonra kurulan hükümetler her zaman ABD ve sermaye çevreleriyle iyi geçinmişler, hatta son dönemde Ecevit bile tamamen değişmiş, ve ortama ayak uydurmuştur. Çünkü artık herkes öğrenmiştir ki sermaye çevrelerini desteklersen onlarda iktidarı desteklerler. İktidarı destekleyen sermaye çevreleri ise kısa zamanda olması gerekenden fazla büyür.

2001 yılında ise iki önemli olay olmuş. Birincisi Şubat 2001 deki mali kriz sonucu yaşanmış. Kurtarıcı olarak Amerika’dan getirilen Kemal Derviş’in hazırladığı ekonomik program sonucunda ekonomi kontrol altına alınmış olmasına rağmen, bazı bankalara el konulması ve döviz fiyatlarındaki hızlı yükseliş, iktidar ortaklarına da büyük oy kaybettirmiştir. İkinci olay ise 22 Haziran 2001 yılında Fazilet partisinin kapatılmasıdır.

Bunun sonucunda 14 Ağustos 2001 yılında kurulan Adalet ve Kalkınma partisinin 3 Kasım 2002 yılında % 34.43 oy oranıyla tek başına iktidar olması, 1980 yılından sonra değişen seçim sistemi yanında, Anavatan partisi, DYP ve MHP nin baraja takılmaları ile, Genç partinin de % 7 oy alarak, en azından DYP nin parlamentoya girmesini önlemiştir.

AKP iktidara gelince Kemal Derviş’in ekonomik politikasını aynen uygulayarak değişken döviz sistemine devam etmiştir.

AKP iktidarı döneminde hemen hemen satılmayan hiçbir şey kalmamış, özelleştirmeler bütün hızıyla devam etmiş. Türkiye yabancı sermaye için cazip hale gelmiştir. Bu nedenle cari açığa rağmen hiçbir zaman döviz sıkıntısı çekilmemiş, buna paralel olarak faizler düşmüş, büyük holdingler ve bankalar karlarını katlayarak arttırmışlardır. Bu dönemde de AKP zenginleri ortaya çıkmaya başlamış, bugüne kadar ismi duyulmayan holdingler çok büyük sermaye grupları haline gelmiştir. Yabancı yatırımcılar da bu durumdan mutludur. Çünkü özelleştirmelerde, bugün de gazetelerde yazıldığı gibi 290 milyon dolara satılan Tekel’in içki bölümünü o fiyata alan kişiler tarafından 810 milyon dolara bir fona satılan Mey içki bu defa da ilgili fon tarafından 2 milyar dolara Johnnie Walker’a satılmıştır.

Tezkere krizi dışında ABD ile her yönden iyi geçinilmiş. Büyük sermaye çevreleri de karlarına kar katmışlardır. Tabii sermaye çevreleri derken, bizim gözümüzün önünde olmayan sermaye çevrelerini de hükümete örtülü destek vermişlerdir. Her hükümet döneminde olan kadrolaşma bu dönemde de artarak devam etmiş. Ancak partinin muhafazakar görünümü Türkiye’nin genel görünümüne uygun olan tabanını oldukça etkilemiş, yapılan kömür, gıda yardımları ise bu kesimin gözünü boyamıştır.

AKP’nin alt kadroları da gayet iyi çalışmış ve sokaklarda bile üye kaydı yapmışlardır. Üye olanlara hediye vermeleri de adet haline gelmiştir. Partilerde üye kaydı çok önemlidir. İkinci Dünya savaşında Hitler’in iktidara gelmesinin en önemli nedeni partiye yapılan üye kayıtlarıdır. AKP dışında tabanı değil de tavanı hedef alan diğer partiler 2007 yılında da hüsrana uğramışlar ve bu seçimler öncesinde de hala uyanamamışlardır.

Referandum sonucunda Yargıyı istediği kalıplar içerisine sokan iktidar orduyu da çeşitli davalarla etkisizleştirmiş , dış güçler ise bu durumdan demokrasi (!) adına memnuniyet duymuşlardır. Basın deyince sadece yandaş basının akla geldiği bir ortamda muhalifler çeşitli yöntemlerle susturulmaktadır.

Son olarak taban, sermaye çevreleri ve Amerika Birleşik Devletleri, Ak Partinin arkasında durmaktadır.

İşte bu nedenlerle geçmiş ile son durum kıyaslandığında AKP yine tek başına iktidarda kalacaktır.

Günün Sözü : Demokrasi amaç değil araçtır. Recep Tayyib Erdoğan.

NOT: BLOGLARIMIN TAMAMININ BULUNDUĞU ANA SAYFAM İNTERNET EXPLORER TARAYICISI İLE GÖRÜNTÜLENEMEMEKTE ANCAK MOZİLLA FİREFOX VEYA GOOGLE CHROME TARAYICILARI İLE GÖRÜNTÜLENEBİLMEKTEDİR.







 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..