- Kategori
- Sinema
Gerçeğe Çağrı-Yönetmenin karısını okşayan adam
internetten alınmıştır
Başrolde yaşıklıııı aktör Colin Farell’in oynadığı filmdir. Elemanımız Colin terfi edemediği için aynı montaj bandında çalışmaya mahkum olmuş bir fabrika işçisidir. Bir süre sonra, hayatındaki rutinde sıkılır ve Recall adlı bir şirkete başvuru yapar. Recall şirketi insanların beyinlerine, hayallerindeki hayatı yaşatacak olan programı yüklemektedirler. Yani kolaycıların, bedavacıların başvurduğu bir şirkettir :)
Recall şirketi, “ düşleri, gerçek anılara dönüştürüyoruz “ sloganıyla müşterileri avlar ve para kazanır. Kullandıkları yöntemin mantığı şudur: Hayat beynin kimyasal olarak algıladığı şeylerden ibarettir. Göz görür beynin kimyasal yapısı tepki verir. Recall şirketi, aracıyı(gözü) ortadan kaldırıp direkt olarak kimyasallara ulaşıyor. Bu sayede, insanlar hayal ettikleri deneyimi yaşadıkları illüzyonuyla mutlu oluyorlar. Bu filmi yazmak istememin asıl nedeni, biraz da Matriksvari bir film oluşudur. Her iki film de, kuantum dünyasının anlatmaya çalıştığı “hayal mi, yoksa gerçek mi” ikileminden dem vurulmakta. Gerçeğe çağrı filmindeki elemanız tabiri caizse bahtsız bedevi gibidir. Kendisine yanlışlıkla aranan bir ajanın programı yükenir ki, bu kısım filmin aksiyonel hikayesini oluşturmaktadır. Bunun tam tersi olarak, Matriktsteki elemanımız Neo daha şanşlıdır. Çünkü Tiriniity ve Morpheus sayesinde; yazılım elemanı olarak yaşadığı hayatın, beynine yüklenmiş matriks adlı bir programın ürünü oldugu ve gerçek bedeninin bir kapsülün içinde saklandığı gerçeğine uyanır. Herkesin gerçek olarak algıladığı dünyanın birer hayalden ibaret oldugunu artık bilmektedir. Filmde de, matriksten kaçarak hayatının kontrolunu eline alma yani kendi matriksini yaşama hikayesini izleriz. Gördüğünüz gibi, Matrikste elemanımız derin rüyasından( illüzyonundan) uyanmak için hamle yaparken , Gerçeğe Çağrı filminde elemanımız bilinçli bir şekilde bu rüyaya( illüzyona) dalmayı istemektedir.
Bizim zihinsel matriksimiz ise, sürüngen beyinde yer alan yazılımda saklı. Alt beyindeki yazılım bize ne buyuruyorsa ya da neyi güvenli olarak öngörüyorsa biz onu yaşıyoruz. Beynimiz her şeyi yaratabilecek mükemmel ve çok güçlü bir organ. Bilinç ve bilinçaltı birbiriyle mükemmel bir uyum içinde çalışarak bize bir hayat yaratıyorlar. Bilinçaltı, bilinçten milyon kat daha güçlü çalışan bir işlemci olmasına rağmen alt beyin, akıllıca değerlendirme yetisi olmayan aptal bir robot gibi iş görüyor. Milyarlaca yıl önceki( evrim sürecinde) ihtiyaçlara cevap veren programlar hala alt beyinde çalışmakta. Kısacası tüm kontrol bilinçaltında. Bu yüzden, eğer bilinçaltında negatif programlar çalışıyorsa, bizim pozitif düşünerek yaratacağımız değişimin etkisi sınırlı oluyor. Zaten çoğumuz, sahip oldugumuz yazılımların farkında dahi değiliz. Çünkü bilinçaltı düzeyindeler. New Age furyasına uyup “ben olumlu düşündüm ama gene ne olacaksa o oldu…hep ben hep ben” dememizin nedeni bu. Eğer yüksek bir farkındalık ve derinlere varan bir arınmışlık düzeyine sahip değilsek, o müthiş sırdan(secret) faydalanamıyoruz.
Secret furyası yeni bir uyanışın habercisi gibi çaktırmadan girdi hayatımıza. Hatırlıyorum 2008 yılında işsiz ve aşktan darbe yemiş bir haldeyken Secret filmini izleyip “aaa bu iş bu kadar kolaymıymış meğer, keşke daha önce öğrenseydim” diye hayıflanmıştım. Düşük farkındalık düzeyimle secret filminde söylenenleri uyguladığım takdirde sorunlarımdan kurtulacağım gafletine düşmüştüm:) Oysa ben bir müptelaydım. Hücrelerim acıya ve olumsuzluğa bağımlıydı. Bu tıpkı uyuşturucu müptezellerinin ki gibi bir bağımlılıktı. Hücrelerim bağımlısı oldugu stres kimyasallarını alamadığında krize giriyordu. Yani üzülecek bir şeyler bulmazsam hücrelerim, elekromanyetik dalgalar yoluyla beynime sinyal gönderiyor ve beynimde bu sinyalleri dalgaların kodlanmış diline çevirerek beni olumsuz düşünce kalıbına kolayca sokuveriyordu. Bu sırada, beyinde hummalı , kolektif bir çalışma başlıyordu. Tıpkı bir kimyasal fabrikası gibi çalışan hipotalamus emri alır almaz, ilgili neo peptitleri ve neo kimyasalları bir araya getirip hipofiz bezi aracılığıyla kana karıştırıyordu. Kana karışan kmyasallar hangi hücreye gideceklerini adeta ellerinde yol haritası varmış gibi biliyor ve gidip bi güzel hücreye yerleşiyorlardı. Ohh hücrenin karnı doyuyor, bağımlısı oldugu kimyasalı alıyordu. Altı temizlenip, karnı doyurulmuş bir çocuk kadar mutlu ve tatminkar. Peki yaaa beeen. Ben mutsuz ve isteklerimin aksi yönünde olan elektromanyetik frekansları bedenimden atmosfere yollamış bulunuyordum.
Beyinde yer alan noronlar yani sinir hücreleri hergün birbirleriyle haberleşerek bize günlük olarak duygu ve düşünlerimizi oluşturuyor. Uzun vadede bu etkileşim kalıplaşmış inançları ve karakteri oluşturuyor. Beynimiz her gün milyonlarca dışsal uyarana maruz kalıyor, beş duyumuz aracılığıyla çevreyi ve çevremizdeki bilgileri algılıyor ve işliyor. Örneğin, güneşten ya da herhangi bir ışık kaynağından maddeye yansıyan fotonlar(ışık demeti), göz tarafından algılanıyor ve beynin arka tarafındaki görme merkezine ulaştırılıyor. Maddeye çarpıp yansıyan fotonun taşıdığı bilgi bu merkezde çözümlenerek bir görüntü oluşturuluyor. Yani bizim katı olarak alguladığımız cisimler zihnin bir yanılgısı. Katı olmasının tek nedeni, maddenin elektronlarının, bizim elektronlarımızla çarpışıp bize dokunma hissi yaratması. Zİhin odaklandığı anda, o maddenin atomlarını bir araya topluyor aslında...
Maddenin realitesi pek de umrumda değil açıkçası. Benim için, sosyal çevremi ve hayatı algılama şeklim ve buna dayalı olarak yaratılan realitenin illüzyoni oluşunu anlamak daha önemliydi. Çünkü duygusal tepkilerimi yani mutlu ya da mutsuz bir insan olmamı sağlayan kimyasal tepkilerim, iilüzyonu nasıl algıladığım ve şekillendirdiğimle alakalı. Değişmez ve rijit olarak algıladığım gerçeklik sadece alışkanlık haline gelmiş, otomatikleşmiş bir düşünce ve duygu sisteminin bir ürünü. Yani, aslında en önemli inançlarımın kendimle alakalı oldugu düşünülecek olursa, ben kendimle ilgili yarattıgım katılaşmış gerçeklikten uzaklaşabilirsem ve ona yeni bir yalan verebilirsem , bu sefer de beynimdeki yeni oluşumlar vasıtasıyla evrene gönderdiğim sinyaller değişecek ve maddeleşme denen süreç işlemeye başlayacak. Yani, deneyim dediğimiz olaylar vuku bulacak.
Ancak yukarıda basitçe anlattığım değişim yazıldıgı kadar kolay olmuyor. Egosal bilinç diye bir gerçek var. Ego, yaratılmış olan hayatı sırf güvenlik ihtiyacıyla korumaya ve sizi hayallere dalmamanız konusunda engellemeye kendini adamış, sadık bir asker. Değişime bu denli dirençli olmamızın, esnek olamamazın nedeni bu. Değişim yani düşüncenin dönüşümü için, belli bir karmaşanın ardından düşüncenin düzenli ve disiplinli bir şekilde eğitilip esnekleştirilmesi gerekli. Bunun için kendimizle yüzleşme ve hesaplaşma evresinden geçmemiz şart. Bizi esareti altına alan karanlıkla yüzleşmek yani kendi şeytanlarımızla dans edecek cesareti göstermek çok önemli. Öteki türlü, kolay yola başvurup kişisel gelişimcilerin mucize avı olmaktan öteye gidemeyiz. Kurban psikolojisinden kurtulup, belli bir farkındalık düzeyine ulaşmak, kendi realitemizin yaratıcı oldugumuzu öğrenmek belli bir süreci ve yüzleşmeyi gerektiriyor. Bu yüzden, daima kalbinizi pusula olarak kullanın lütfen…