Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '07

 
Kategori
Öykü
 

Gerçek bir aşk masalı

Gerçek bir aşk masalı
 

Sıla telefonu açtığında, arkadaşı heyecandan öyle bir konuşuyordu ki, ne dediğini anlayamadı bir türlü. “Dur biraz, sakin ol, hani internetten yazacaktın” deyince, arkadaşı olabildiğince sakin bir şekilde tekrar anlattı olanları.

Deniz duygusal biriydi ve “aşk masalları” yazmak istiyordu. Yaşayamadığı aşkları anlatmak istiyordu belki de. İşte bu yüzden bilgisayar kullanmayı öğrenme ihtiyacı duymuştu. Sonunda bir gün, yazıp bitirebildiği “ Bir aşk masalı”nı Sıla’ya yolladı ve heyecanla yapacağı yorumu bekledi. Yorum geldiğinde okuduklarına inanamadı; müthiş güzel şeyler yazmıştı Sıla ve ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Heyecanla telefona sarıldığında ise “Ne masalı?” demişti. Yazmanın verdiği o heyecanla, yazdıklarını bir başkasına; bir adama yollamıştı üstelik. Panikledi, kendini yabancı birinin önünde çıplak kalmış gibi hissetti. Kaydını kendi adına yapmadığına sevindi sonra, ulaşamazdı adam kendisine. Sıla öyle demişti yani. Yine de, bir garip utanma duygusuyla, hemen özür cümleleri yazdı. Sonra?

Yaşamadığını yazdığında, yazdığı yaşadığı olmaya başladı… Adalardan bir duvar örmüştü çevresine oysa Deniz, orada gel-gitler olmadan, mutlu ve güvenli yaşıyordu. Kimsenin kendisini kırmasına izin vermeyecekti. Söz vermişti kendine ama… Ama hiç tanımadığı, görmediği biri, “yüreğini” avuçlarının içine alıvermişti. Beş saat uzaklıktaki bir şehirde oturuyordu adam ama şu “çet” yok mu, uzağı nasıl da yakın kılıyordu! Deniz; "yüz yüze tanışıp konuştuklarım yüreğimi bu kadar acıtıyorsa, görmediğim biri kim bilir ne yapar" diye hiç çetleşmemişti bu güne kadar. O sabah, Sıla ile internetten görüşeceklerdi. İşyeri sakindi, biraz erken açtı sayfasını, Sıla uygunsa erkenden konuşabilirlerdi. Sıla yerine yine o çıktı karşısına. Adamın, sevgiye dair sıraladığı sözcükleri engellemeye çalışırken, resmi geldi. Deniz’in resmini istedi, ama verir mi Deniz, vermedi tabi, gerçek ismini de söylemediği gibi. Sonra nasıl oldu anlamadı, “yanında olmak isterdim” dedi adam, Deniz de o beş saatlik uzaklığa güvenerek; “ol o zaman” dedi. Madem bu kadar “sevgi” cümleleri yazıyordu… “Geliyorum” yazdı, adam. Şaka yapıyor sandı önce; yooo ciddiydi.

Evine alamazdı adamı; ne olur ne olmazdan çok, sanki evine alırsa, “güzelliği” bozulurdu evinin. İşte Sıla’ya heyecanla bunu anlatmaya çalışıyordu ve o bir türlü anlamıyordu! Hemen, kalabilecekleri bir ev bulmak zorundaydı oysa. En sonunda anlamıştı Sıla, ancak yatılı misafiri vardı. Üzüldüğünü fark etti Deniz ama ne yapabilirdi? İstemeden de olsa, “gelme” diye yazdı. Doğru olan da buydu belki. İki dakika sonra, adam bir otel adı ve adresi verip, “yola çıkıyorum” dediğindeyse inanamadı. Gelmesine bir saat kala arayacaktı, Deniz’in otelin olduğu semte gitmesi o kadar zaman alırdı çünkü. Heyecandan dizleri titriyordu Deniz’in. Bunca yıl sonra, hiç tanımadığı biriyle ve bir otel odasında? Hiçbir şey düşünecek halde değildi. Mecburen telefon numarasını vermişti ve adam arayıp, çıkıyorum dediğinde, araba markasını ve plakasını söylerken, o sadece sesini dinledi, elinde olmadan; sesinin tınısı yüreğine dokunmuştu. Sadece “Lütfen dikkatli sürün” diyebildi, telefonu kapatmadan önce.

Arabadan inip “merhaba canım” dediğinde, “hoş geldin” diyebildi ancak, kendi sesini bile zor duyarak. Adam ona özlemiş gibi sarıldı, kokladı sanki öperken… Otele giderken, arabada bakamadı ondan tarafa, garipsedi. Bir yabancıydı sonuçta, yazılarla konuşmak daha kolaydı. Ve yazılarıyla yüreğine dokunan adam, tenine dokunmaya başlamıştı az sonra; yumuşacık okşuyordu elleri, usulca soyarken onu. Ve tenine değen dudakları, usul usul dudaklarını öperken zamanı unuttu… Yeniden zamanı fark edebildiğinde, hava kararmaya başlamıştı. Sonra, adamın kucağına oturmuş, sohbet ederken buldu kendini; uzun uzun bir şeyler anlattılar birbirlerine; sanki yıllar önce ayrılmış da yeniden buluşmuş iki sevgili gibi.

Gecenin geçinde geri dönmek zorundaydı adam ve zaman bitivermişti… Yüzünü görmediği, sesini duymadığı bir kadın için; kendisi için, bunca yolu tepip gelmek ve geri dönmek... Nasıl bir şeydi bu, anlayamıyordu bir türlü. Ve adam giderken, “yüreğini” de alıp götürmüştü… Eve geldiğinde, otelde yıkanmadığını anımsadı; hayret hiç canı istememişti. Oysa bu güne kadar yıkanmamak hep onu rahatsız etmişti. Hatta bir keresinde, adamın biriyle sırf tokalaştı diye, eve gelip, hırsla yıkanmıştı! Bu kez yıkanmadı, kokusu teninde kalsın istemişti ve ilk kez öylece yattı... Sabaha karşı, “Geldim” diyen mesajını alana kadar da kim bilir kaç kez, teninde kalan kokusuna uyandı.

Bütün bu olanları Sıla’ya anlatırken, bir sigara da bana versene dedi; sigara içen adamını anımsayıp. Ve belki de ömründe ilk ve son kez sigara içerken, hem de keyifle içerken, cep telefonu çaldı. Arayanı görünce, arkadaşına baktı, gülümsedi. Heyecandan ağzı kurumuştu, konuşamayacaktı sanki. Arkadaşı su getirmeye giderken, “merhaba canım” diyerek konuşmaya başladı; maviyle…

II. bölüm http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=45723
III. bölüm http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=49392
IV. bölüm http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=50808

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..