Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '07

 
Kategori
Öykü
 

Gerçek bir aşk masalının ertesi

Gerçek bir aşk masalının ertesi
 

Deniz yine heyecanla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu Sıla’ya. Ve Sıla, “Yarın buluşacaktık zaten, o zaman anlatsan olmaz mı?” der gibi dinliyordu. Ama birden kendine geldi. Bu kız gecenin bu vaktinde Antalya’ya gitmekten bahsediyordu. Hem de sadece bir gece birlikte olduğu o adamın yanına. Tedirgindi Sıla ve adam o gece apar topar geri döndüğü için, evli olacağını düşünmüştü. Deniz’e de söylemişti bunu ama anladığından emin değildi. “İşle ilgili, önceden ayarlanmış bir görüşmesi vardı”, demişti Deniz ama çok sıradan bir bahaneydi bu.

“Kusura bakma ne olur, hemen çıkmam gerekiyor. Dönünce konuşuruz olmaz mı?” diyerek telefonu kapatmadan önce, uçakla gittiğini öğrenebildi sadece. Şaşkın kalakaldı… Bu saatte nasıl ayarlamıştı uçağı? Hani interneti kullanmayı bilse neyse de. “Yoksa onu da yanlışlıkla mı ayarladı” diye düşünüp, kendi kendine güldü Sıla. Olur mu olurdu; bu adamla internetten yanlışlıkla tanışmamışlar mıydı?

O sabaha uyandığında biraz canı sıkkındı aslında Deniz’in. İki gündür aramamıştı onu Poyraz. Daha birlikte olalı bir hafta olmuştu ve her gün, günde birkaç kez arayan adam, yok olmuştu sanki. Bir anlam da veremiyordu; onu yeterince tanımıyordu ki! Başına bir şey mi gelmişti acaba? Öyle bile olsa bir mesaj yazmak hiç de zor değildi ki o gecenin sabahında katıldığı, o çok önemli olup da dönmesini gerektiren “toplantı”da, kaç kez mesaj çekmişti; liseli aşıklar gibi… Ama şu iki gündür? Yoksa deli bir poyraz gibi hayatından "esip geçmiş" miydi? Yoksa? Yoksa, Sıla'nın dediği gibi gerçekten evli miydi? Bunu düşünmek bile istememişti. Her zamanki gibi, müzik dinlemek iyi gelecekti. Bir de tuttuğu şarkı güzel çıkarsa; bugün mutlaka arayacak demekti. Ve gerçekten güzel bir şarkı çıktı. Kayahan’dan; “seni çok özledim gece gözlüm benim, gemilere bin gel yine gidersin” , diyen şarkı. O daha çok şarkının “unutuldum mu ben unutuldum mu ben, seviyorsan denizleri geç gel yine gidersin” diyen kısmına takıldı kaldı… Sonra istemeden de olsa işe gitti. Bütün gün, çalan telefonunun ekranına, o olsun diye dua ederek baktı, gelen mesajları açana kadar yüreğinin çarpıntısından öleceğini sandı; şu Türk-cell de her şey için mesaj yollamasa olmazdı sanki! Gün biterken hala aramamıştı. Deniz de aramayacaktı. Söz vermişti kendisine.

Eve geldiğinde, her cuma akşamı olduğu gibi yorgundu biraz. Yine de ertesi gün Sıla ile buluşacakları için, makineye çamaşır attı, kuruması zaman alacaktı nasılsa, ütülenmesi sabaha kalırdı ve sonra evi toparladı. Ev dağınık olunca canı sıkılıyordu ve sabahki keyifsizliği yüzünden yatağı bile toplamadan çıkmıştı ki iki eli kanda olsa toplardı yatağını. Bu sefer kanayan yüreğiydi, toplayamamıştı… Pembe gül demetlerinin olduğu kanaviçelerin aplik edildiği, pike yatak örtüsünü serdiğinde, gülümsedi. Bu örtüyü iyi ki yaptırmıştı. Kanaviçeleri kendisi işlemişti yıllar önce; karyola eteği olarak. Oysa yataklar bazalıydı artık. Kenarından o güzelim işlemeli kanaviçelerin göründüğü karyolalar kalmamıştı. Ve “Allah bir yastıkta kocatsın” diyenlere inat hep iki yastık vardı çift kişilik yataklarda. Bunun için mi boşanmalar artmıştı acaba? Evlerde “Karyola eteği” güzelliğinin yaşandığı, hani ilişkilerin yozlaşmadığı zamanlarda yetiştiği için belki de evine almamıştı Poyraz’ı. Nasıl olmuştu da birlikte olmuşlardı, onu hala anlayabilmiş değildi zaten ve bu sabaha kadar pişman da olmamıştı. Ya şimdi?

Bir yorgunluk çayı koydu sonra. Hava güzeldi, yakasını bırakmadı; hemen balkonunu yıkadı. Çayın yanına da bir şeyler hazırlayıp oturdu; akşamüzeri keyfi yaptı(!) Havanın yavaşça kararmaya başladığı saatlere geldiğinde, canı biraz içki içmek istedi. Her zamanki gibi “votka- vişne” karışımını hazırladı. Yavaş yavaş içerken, bütün gün daralan yüreği, kararan havayla birlikte; karardıkça karardı… İyi ki yarın Sıla ile buluşacaklardı ve olan yine Sıla’ya olacaktı. Bütün gün durmadan Poyraz’ı anlatıp kızın kafasını şişirirdi artık. Her zaman böyle olmamış mıydı? Cep telefonu çaldığında, ikinci kez bardağını içkiyle doldurmak üzere mutfağa gitmişti. Işıkları yakmak istemediğinden el yordamıyla yapıyordu her şeyi. Birden telefon çalıyor gibi geldi ama canı kimseyle konuşmak istemiyordu. Poyraz’ın arayacağına inancı da kalmamıştı zaten. Belki kapanır diye sallanarak döndü balkona ama ısrarla çalıyordu telefon. Ekranda; “Poyraz” yazısını görünce; inanamadı! “Canım”, derken yüreğine dokunan sesini duyduğuna da inanamadı. Hemen hazırlan, yanıma geliyorsun dediğine de! Uçak biletini ayırtmıştı Poyraz, biraz erken gidip alması gerekiyordu sadece. Kızacak zaman bile bulamamıştı. “Seni havaalanından alırım, sonra da evime gideceğiz. Bak bu iyiliğimi unutma, seni evime alıyorum." demişti en son; gülümsediğini gördü sanki, o da gülümsedi.

Sonra uçak mı Deniz’i götürdü, Deniz mi uçağı, anlayamadan gece yarısı Antalya’ya vardı. Cep telefonunu açar açmaz çaldı; peş peşe aramış olmalıydı Poyraz. “Hoş geldin aşkım, özledim seni” diyordu. Az sonra yolcu salonundan çıktığında ise, Poyraz o kadar kalabalığa aldırmadan sarıldı ve… Ve orada bulunan herkes şahittir ki, Poyraz sarılmış, Deniz’i öperken, maviler yağıyordu üzerlerine…

I.bölüm :http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=44759
III.bölüm :http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=49392
IV. bölümhttp://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=50808

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..