Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

12 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gerçek

Gerçek
 

İki gün önce bahar geldi. "Yok canım, bahar daha önce gelmişti, siz kaçırdınız sanıyorum" diyen arkadaşlarım olacaktır, ama havadan gelen kokuların bana söylediği baharın iki gün önce geldiyiydi. Yine bazı arkadaşlarım "bahar hiç gitmedi ki" de diyeceklerdir. Ben "o ısınmaları" bahar diye isimlendirmem; o daha çok dejenere edilmiş havalardı. Doğal olmayan, doğaya ait olmayan sıcaklar, yakında çok daha fazla ısıtacak bizleri. İsmine "dejenere yaz" deriz. Ama şimdi bahar.

Mevsimlerin üç ay sürdüğünü söyleyeceksiniz ama ben yine de size hafiften hafiften karşı çıkacağım. Yeni dünya düzeninde kış bir ay, sonbahar dört ay, bahar birbuçuk ay, beşbuçukumsu ayda yaz yaşanacak gibi. Hem sayılar kesin hatlı hem de "gibi" diye yazmamın nedeni adı üzerinde, havadan bahsediyor olmamız tabi. Ee, dünya artık daha hızlı dönüyormuş!

Bahar dendiğinde aklım, çocukluk yıllarıma doğru taşır beni. Sayın Barış Manço'nun "bir bahar akşamı rastladım size" dediği Bayrak radyosundan gelen ezgi ve iki bin yıllık bir köprü üzerinde karşılaşmış iki eski sevgilinin birbirlerini kavrayışları ve dertleşmeleri gelir aklıma birde. O yıllarda başka bir tatla gelirdi bahar. Hani yediğimiz meyvenin tadı bir başka doğaldı. Evlerimizin önünden topladığımız domatesleri yıkayıp hemencecik iştahla yediğimiz yıllardı. Belki ülke o yıllarda karışıktı ama en azından çevremiz güvenliydi. Şimdi ise...

Efendim, bahar diyerek yola çıktım ama matrix filmindeki Neo'nun aynaya ilk teması ve sonrasında akan yeşil jölemsi sıvı gibi kaçamayacağız bizi kuşatan karamsarlıklardan. İnsan bu yüzden evrimin yüzkarası olmalı. Her çukurdan çıkmasını bilmiş. Kendi kardeşlerini yok etme pahasına bile olsa. En keyifli anlarında bile yaşama refleksini elden bırakmıyor. Kendini bekleyen olası felaketleri öğrenmek istiyor. "Bazen" diyorum şu Amerikan aile filmlerinde geçen, bol güneşli baharlı kasabalarında yaşayan, hayatın keyif tılsımlarını içlerine almış, sporunu yapan, eğlenen, çevre bilinci gelişmiş, herkesin işini iyi bildiği (böyle yaşıyorlar demiyorum, filmde öyle veriliyor), asla küresel ısınmadan, Irak savaşından, Afrika'daki açlardan söz edilmeyen, tatlı akşamların ve aşkların yaşandığı, bol yeşilli büyük ağaçların altında, tertemiz geniş güvenli sokaklarında mutlu insanlarla şöyle bir ay geçirseydim. Arınır mıydım acaba baharımın içine eden plansız çoğalımların deneme yanılma kültürlerinin sıkıntılarından? Sonra da şöyle diyorum, oralardan çok daha güzel bir doğa içinde yaşıyorum ama bir karamsarlık ve kalabalık nefeslerin içinde gözatlı yaşamlar, gereksiz kuşatmalar ve güç savaşları neden bitmez?

Herşey bir kenara, memleketimin baharı dünyada bir tanedir. Ben demiyorum kuşlar söylüyor. Kuşlar bunları görüp bilirken, ya biz insanlar? "Üç gün sonra kesinlikle şu anki gibi olacağım" diyen varsa yanılıyor derim. En basit anlatımla üç gün sonra daha yaşlı olacaksınız.

Biz yine de baharı elden bırakmayalım. Havanın soğuk falsoları olmaz gayrı.

Yazmaya başlarken adını koymadım yazımın. "Gündem" veya "gerçek" olacak ismi. Tabi kategoride değişecek: "Gündem" olursa "gündelik yaşam", "gerçek" olursa "felsefe". Off, yandık desenize:)(gerçi en son önemlidir). "Gerçek" nereden çıktı demeyin, işte geliyor;

Gelecek gerçek değildir.

Gerçek tanımı için Thales'ten başlayıp günümüze gelecek tüm insanlık birikimlerinin söyledikleriyle uğraşmayacağım. Tırrıki tanımlara da girmeyeceğim. Boş da demiyorum o tanımlara. Gerçeğin olamadığı kavramlara şöyle bir bakalım.

Gerçek; zamanı hissetmediğiniz anlarda gizlidir.

"Nasıl geçmiş habersiz o güzelim yıllarım" dediğiniz an, gerçek içinde değilsinizdir. "Bir atomun çekilen resmindeki anı bile o andaki hali değildir", çünkü ışığın atoma çarpıp objektife girdiği an arasında bir zaman geçmiş olur.

Gerçek bir yanılsama mıdır? Asla değildir. Bir trafik kazası haberinin yanılsaması yoktur. "Amansızlık" gerçeğin kötü halidir; çaresizlik üretir.

Göz, kurcalayıcı aranır, akla uydurur. Kulak daha geriden gelir, ses avutucudur. Öğretici olan bizim yaşam tutkularımızdır. Hepsi sonuçta birer alışkanlığa dönüşür. Sanatçı bile üretirken birkaç olağanüstü yetenek tılsımını sürekli kullanmaya başlar. Dinlediğiniz bir müzik eserinin hangi besteciye ait olduğunu anlamanız ondandır. Farklıyı deneyense çok az olmuştur tarihte(Leonardo).

Yani, birşeyde herşey olmanız beklenir. Dünyanın selameti için de bu iyidir ama ben yine de herşeyden birşey bilmeyi tercih ederim.

Gerçek bir objeye hangi açılardan bakarsanız daha farklı tanımlarla kaşılaşabilirsiniz. Eğer değişik açılardan bakan başka başka gözlerse? Ama ortada duran obje bir gerçektir. Şöyle bir sonuç, sanıyorum daha akla yatkın gibi;

bir konunun bir anafikri yoktur, gerçek, anafikirlerden oluşur.

Örneğin, inançlı bir insanının ölüme bakışı ve inançsız bir insanın ölüme bakışı farklı olacaktır; ama ölüm tektir.

Buradan şu sonuca ulaşırım; herkes için ulaşılan "tekse ölüm", yaşam da "herkes için tektir".

Ölümün bir sonucu olarak verilmiş bir yaşam.

Yürünüp ulaşılan yolun sonu aynı ise, her insanın aynı yolda yürümesi, bir objeye aynı noktadan bakmasını istemek, veya göremediğimiz için "Ay'ın arka yüzü yoktur" demek, insanın düz bir çizgide yaşam rolünü oynamasını istmekten başka nedir ki?

Güçlü rahat yaşasın, dışındakiler avunsun.

Çok iyi tuttu bu slogan; 10 bin yıldır iktidarda.

Politik söylemlere özellikle girmem, yani güncel politika anlamında. Çemberin kıyılarında dolaşırken bazen çizgi dışına ayağım basarda sobelenirim kaygım da yoktur. Geçip gideceğimiz şu dünyanın nasıl "daha yaşanabilir olur" derdindeyim.
Gerçek, dünyanın içindeki; şu anki kaostur. Ülkemin yaşadığı, satranç tahtasındaki rolüdür.
Gerçek: Satranç tahtasında şah olmaktansa, oyunu oynayan el olmakla-olamamak arasındaki farktadır.

Kaostan düzen doğar diyen adamda (niçe) bir gerçektir. Ama yaşamı bir yanılsamadır. Birde bizim gerçeğimiz var.

MB bahsedeceğimi fark etmiş olmalısınız.

Öncelikle, bizler kahvehane köşelerinden toplanıp buraya getirilmedik. 12 eylülden bu yana birikimleri ve söyleyecekleri olan insanların, ilkkez tüm kamuya fikirlerini yazabildiği bir platformda biraraya geldik. Eğer bir yazar arkadaşım "bugün yazacak birşey bulamadım ve bunları yazıyorum" demişse bile, kendinden söz ediyor demektir ve çok önemli bir yazıdır benim için. Burada yayına giren her yazı büyük bir anlatım isteğinin ürünü olarak çok değerlidir. Eğer, kahvehane kültürüyle davranarak; kızgınlıklarımızı, nefretlerimizi burada saman alevi gibi dillendirirsek çok hatalar yapmış oluruz. Çünkü, kahvehanelerde söylenenler orada kalır ama burada söylenenler yazılı ve belge niteliği taşıyan sölyemlerdir.

Size bir örnek vermek isterim. Keyifle yazılarını okuduğum bir arkadaşımıza yorum yazmış yine değerli bir arkadaşımız. Demişki; "şiir geri toplumlarda, roman gelişmiş toplumlarda sevilir". Arkadaşımızda bunu yayına almış. Yayına almışsanız ve altına cevap yazmamışsanız, o fikre katıldığınız anlamına gelir bana göre. Peki, sizce böyle bir saptamayı bir şair okumuş olsaydı ne düşünürdü? "Geri ve ilkel toplumlar şiirle beslenir, asil ve gelişmiş toplumlar roman okurlar" demek istendiğini düşünmez mi? Şimdi gelelim asıl konuya. Bu arkadaşımın yazdığı onca güzel yazıyı bu cümle gölgeler mi? hayır. Gölgelemeli mi? ona da hayır.

Başka bir örnekleme;

Reha bey blogumuzun beyefendisidir. Geçenlerde kızgın olmali ki, mizahı da içine alan "bunları okumam, bana birşeyler veren yazıları okurum" dediği bir söylemini görünce dedimki içimden, Reha beyi dahi ortamımız germiş. Reha bey kabalık mı etmiş oldu? hayır. Düşüncelerini dürüstçe ifade etmiş. Eğer sizi rahatsız etmişse o söylemleri, güzel bir blog yazarsınız, hatalı olduğunu düşündüğünüz fikirlerini çürütmeye çalışırsınız.

Yüzleşmek kavga etmek değildir!

Yüzleşmek insanı doğrulara götürür. Ancak hakaret ederek, insanların en değerli varklıklarına, inançlarına hedef seçerek saldırmak; zayıflığın ve zavallılığın ifadesidir. MB ilk geldiğimizde bizler bunları biliyorduk ve biliyoruz. MB Türkiye'nin fikir ve tartışma platformudur. Eğer günlük gazetelerden ve okuduğum kitaplardan, MB zaman ayıracaksam bu niteliği korumak zorundadır. Bu zorunluluk bizim ellerimizdedir.

Herzaman şunu söylerim: On kadar sağlam okuyucunuz olsun, on kadar sağlam okuduğunuz olsun.

Herkesin bir hapishanesi vardır. Kimileri pencerinden bakar kuşlara, kimileri avluda voleybol oynar, kimileri akşam üzerleri hapishanesinin kapılarını açar batan güne, kimileri yazı tura oynar ranza aralarında, kimi ranzasında elinde kitap aklı dışarıda, kimi ekmek getirir hapishaneye.

Gerçekse şu an bu yazıyı bitirdiğinizde aklınıza ilk gelendir.

sağlıcakla...

Not: Tırrıki: İçeriği boş, anlamsız.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..