Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '21

 
Kategori
Felsefe
 

GERÇEKLİK NEDİR?

 
 
Her şey zıttıyla anlaşılmaz. Beyazın, beyaz olduğunu anlamak için siyah görmeye ihtiyacımız olmayan bir zaman gelir. 
 
Gerçek budur ya da bu değildir diye baktığımızda, dikkatimiz bütünde değil parçalarda olduğunda, şeylerin birbirleriyle olan zincirleme etkileşimini göz ardı mı ediyoruz! 
 
Karşıt kavramlar açısından değerlendirildiğinde gerçek; yalan, sahte ve yanlışın karşısında duran şey gibi düşünülür. Ama yanılsamanın içinde tabloya, parçalar üzerinden değil bütünü görecek şekilde baktığımız zaman koşulların, zeminin, orada yaratılan şeyin ve buna göre biçimlenen duygu, hareket, algı ve yaratım biçimlerinin kendi koşullarını yarattığını; tüm bunların kendi gerçekliği olduğunu görürüz. Böylece gerçeğin bir tanımlamasını yapamayacağımızı anlarız. O zaman farkına varmaya başlarız ki gerçeğe kavramsal bakmak, karşıtlıklar üzerinden bakmak, birilerinin aslında güvensiz ve muğlak olarak söylediği, inandığı düşünceler üzerinden (kendi algısal sınırları dahilinde) bakmak bize gerçeğin ne olduğunu anlatamaz! O zaman anlamalıyız ki gerçek bir sonuç değildir; sonucu yaratan her bir adımın da içinde olduğu şeydir. Gerçeklik, hem bunların tamamı hem de parçaların kendisidir. Parçaların gittiği yoldur. Ulaştığı yerdir. Aynı zamanda da içinde bulunduğu labirentin bize uzattığı anlamın bizzat kendisidir. 
 
Bu durumda diyebiliriz ki her durumun kendi gerçekliği vardır. Her koşul kendi içinde özgün bir gerçeklik taşır. Bu gerçekliğin mesajıdır. Her insanın ruh hali, her an bir yerde olmakta olan bir şey, bir yerdeki ölümcül bir kavga, çocuklarına şiddet uygulayan anne-baba, hayatı anlamsız bulan ve intihar etmeyi sık sık kafasından geçiren bir insan ve bunun gibi nokta atışlar üzerinden baktığımızda dünyanın hangi köşesinde olursa olsun her evin, her insanın, her kalabalığın, her ailenin kendine özgü yaşayışı içinde kendi gerçekliği olduğunu fark ederiz. Bu gerçeklik, tam da içinde bulunulan enerji alanının gerçekliğidir. Gerçek, titreşimdir diyebiliriz o halde. Bu referans noktası üzerinden titreşim düzeylerinin farklı gerçeklikler barındırdığını görebiliriz. Bu, aynı zamanda o durumun bize uzattığı anlamdır; olanın anlayışıdır. Olan/olmakta olan şeydir. Bu, onun gerçekliğidir. 
 
Her yerin bir gerçekliği var. Farklı ortamlarda hareket ettiğimizde, bu alanlara girip çıktığımızda bu farkları ayırt etmek, detaylarda boğulmadan seyir etmek kolaylaşır. Herkes kendi üzerinden bilir, bende kendi deneyimlerden biliyorum ki seyri görmek için kesinlikle seyir etmek gerekir. 
 
Dünya, insanların görmezden geldiği gerçeklerle dolu. Başlarını çevirseler de  onları hisseder ve onlardan korkarlar. Korktukları için reddederler, ötekileştirir ve yadsırlar. Kutsalları ve şeytanları, doğruları, yanlışları, ahlakı, ahlaksızlığı, günahı ve sevabı yaratırlar böylelikle! Tıpkı kutsallaştırılan şeyler gibi gerçeklik de uzanamayacağımız, öyle hemen göremeyeceğimizi düşündüğümüz, bizden saklı, uzak mı uzak ve kendini bilirkişi ilan edenlerin bildiği şeyler olarak görülür!. Bu böyle devam ettiği sürece gerçeklik denen şey avucumuzun içinde olsa bile onunla ne yapacağımızı hiç bilemeyeceğiz.
 
Şimdi hemen başlayabiliriz oysa; şu an şimdi her ne haldeysek, hangi şartlarla çevriliysek kendi gerçekliğimize bakarak başlayabiliriz. Tam da gerçeklik o şartların içindedir. O da bize bakmaktadır. Onu yanlış yerde aradığımız sürece kafa karışıklığımız devam edecek. İnsan yaşamları demek olan deneyimler alanı 'dünya içindeki dünya'dır. Zamanın çarkı kendi içinde ve kendi kurallarıyla oynar. Bir oyunun nihayete ermesi ya da yeniden başlaması gerçekliğin yeniden ve yeniden konumlanışıdır. Hırs bir gerçeklik yaratır, riya, sahtekarlık, yalancılık, hırsızlık, öfke, suçluluk, korku tüm bunların kendilerine göre bir gerçeklik ağı vardır. Tıpkı doğruluğun, güzelliğin, muhabbetin, şefkatin ve sevginin kendi gerçekliği olması gibi. Düzen bunun içindedir, kaos bunun içindedir; sağlık, hastalık, özgürlük, esaret, yaşam ve ölüm, insana dair ne varsa, dünyaya ait ne varsa, evrene ait ne varsa hepsi bunun içindedir. 
 
Hayat, değişimdir. Ölüm, değişimdir. Sırf bu yüzden kendini değiştirmen normaldir; hatta her yeni gerçeklikte kendini sallaman gerekir. Ve bu yeni gerçekliğin sunduklarına bağlı olarak insan zihnini, bedenini ve hissiyatını yeniden konumlandırır; sakinleşmek, merkezlenmek ve zihni yeniden rahatlatmak durgunluktan akışkanlığa giden yola kendiliğinden koyar insanı! Bunu insan kendi yapmazsa, evrensel yasalar yapar. Bu da evrenin gerçekliğidir.
 
Yaratım, şeylerin kendi gerçekliğini yaratmasına izin veriyor. Tüm bu olanın biteni, olmakta olanı ve olacak olanı bir an gelir de uyanık ve farkında olur da anlayabilir, görebilir ve sezinleyebilirsek içinde bulunduğumuz duvarların, sınırların ve kalıpların içinden görüşümüz semaya çıkıp ordan aşağıya bakabilirse eğer, şeylerin -kendi yaşamımızın bize verdiği referansla tabii- kendi gerçekliğini yaşadığını/yarattığını/yıktığını, evrensel yasaların bağlayıcıyla yol alan zincirleme bir hareketle kendi yollarını izlediğini fark edecektir. Elbette uyanıklık ve dalgınlık arasında gidip gelen bir seyir halinden kurtulmak daimi çaba, disiplin içeren içsel çalışmalar gerektiriyor.
 
Dalgınlık ve uyurgezerlik içindeysek eğer tüm bu olan biteni görme ihtimalimiz olmadığı gibi tüm bunlara 'kader' atfedecek kendi yaratımımızı reddedecek ve dışardaki bir Tanrı'ya inanmaya devam edeceğiz. Bizim gibi düşünenlerle birarada olmaya devam edecek bizden olmayanları lanetleneyeceğiz. 
 
Cahillik ve bilgeliğin ise birbirinden ayrı bir seyir izlediği doğrudur; işte bu da yolun gerçekliğidir.
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..