Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '13

 
Kategori
Öykü
 

Gerçeksel Rüya

"Kadın, evin kapısını kilitlerken bir an duraksadı ve saatine baktı öğlen olmak üzereydi. Erkek arkadaşı işteydi ve öğle arasında yemek yemek üzere daha önce de gittikleri bir restoranda buluşacaklardı. Vakit kaybetmeden merdivenleri indi, sokağa çıktığında güneş öylesine parlaktı ki gözlerini kısmak zorunda kalmıştı. Güneş gözlüğünü taktı. Bahçe kapısını kapatırken dört katlı apartmanın bahçesindeki solmuş çiçekleri fark etti, hepsi solmuştu. Onlarca vardı ve dün bir tanesini koparıp eve götürdüğünü hatırlıyordu. Bir günde solmuş olamazlardı, ancak yapacak bir şey de yoktu. 

Cadde geniş bir yolla ikiye ayrılıyordu, gelen ve giden araçları ayıran sadece bir çizgiydi ayrıca park halindeki araçlar da vardı. Trafik yoğun görünüyordu, ışığın bulunduğu köşeye kadar yürüyüp araçlar durduğunda geçecekti, zira kuralların hayatı kolaylaştırdığına inanırdı.. Güneş, hala fazlasıyla parlıyordu; gözlüğe rağmen kısarak baktığı caddenin köşesi o ilerledikçe uzaklaşıyordu. Durup baktığından caddenin neredeyse üç katına kadar uzadığını gördü. Araçlarda dikkatini çeken bir şey ise hepsinin aynı renk, aynı model olmasıydı üstelik içlerinde tanımadığı hep aynı sürücü vardı. Zaman zaman başı döner ya da sarhoş olduğu zamanlarda böyle tuhaf şeyler görürdü ama bu fazlasıyla gerçekti. 
 
Yürümeye devam etti ta ki sağ tarafından gelen korna sesleriyle irkilip durana kadar. Işıkları geçmişti, cadde sona ermişti ve o, yolun ortasında duruyordu; dönüp geriye baktı ve nerde olduğunu fark edene kadar bir dakika kadar öylece duraksadı. Geri döndü, kaldırıma. İstediği yöne evlerinin bulunduğu caddenin karşısına geçti. Her şey normale dönmüştü. Köşedeki dilenci, market ve ağaçlar... Geldiği caddeyle kesişen bir diğer caddeydi; caddeler Ay'dan bakan bir astronota göre artı şeklinde duruyordu. Şimdi sol tarafında yürüdüğü caddedeki kısmen birleşik binalar sokak aralarıyla bölünüyordu. Kadın, üçüncü sokağa, restroranın olduğunu sokağa gidiyordu. Az önce yaşadığı duruma anlam veremiyordu oysa şu an her şey normaldi. Yürümeye devam etti. İki sokağı geride solunda bıraktı. Restoranın olduğu sokağa geldiğinde, sokağın başındaki restoranı fark etti ve uyandı. 
 
Tekrar evde, yatağındaydı. Hepsini bir rüya olduğu fark etti. Bu, bütün o tuhaflıkları açıklıyordu. Yataktan kalkıp pencereden evin önündeki çiceklere baktı. Hepsi oldukça canlıydı. Saat sabahın beşiydi. Bir mağazada öğleden sonraları çalışıyordu. Odadaki boy aynasının önünde kendine baktı; yorgun görünen yüzünü parlak sarı saçları kısmen telafi ediyordu. Güzel bir kadındı. Tekrar uyumak için yatağa gitti. 
 
Kendini sokağın başında restorana bakarken buldu. Bu sefer tuhaf bir farkındalık vardı, rüyada olduğunu biliyordu. Rüyaların kontrol edilebildiğine dair yazılar okumuştu ancak okuduğu kadarıyla bu pek de kolay bir şey değildi. Kaldığı yerden devam etmek istiyordu, yürüdü. Restoranın önüne geldiğinde giriş kapısının hemen önünde kadına bakan siyah bir kedi belirmişti. Sonra bir köpek onu oradan kovaladı. O sırada restoranın kapısı açıldı bir garson içeri gelin anlamında davetkar bir hareket yaptı. Kapı, restoranın iki büyük camekanının ortasında bulunuyordu. Camlar yere kadar uzanıyordu, üzerine yemek isimleri kahverengi yapıştırma harflerle yazılmıştı. Restoranın bir adı olmalıydı ama adına dair hiçbir yazı yoktu. Oraya daha önce gelmişlerdi ama adı.. adını hatırlayamıyordu. İçeride kahverengi masalarda solmuş çiçekler vardı Yaşlı garsonlar ve eski tabloların asılı olduğu yıpranmış duvarlar... Orada gerçekten bir restoran vardı bunu biliyordu ancak gerçekte şu an gördüğü gibi değildi. Orada yemek yemişlerdi. Renkli, hareketli bir yerdi. 
 
Garson ona bir yer gösterdi. Kadın, erkek arkadaşını beklemek üzere bir kahve söyledi. Kahvesi neredeyse anında gelmişti. Önünde duran fincana baktığımda onun da caddede olduğu gibi sürekli derinleştiğini gördü. Aldırış etmedi ve fincan tekrar normale döndü. Kahveyi içtiğinde ise ne bir tat ne de bir koku hissetmişti. Bunu kabullenebiliyordu. Rüya...
 
Çok geçmeden, içeri bir adam girdi ve girişte sağ tarafta bulunan bara yöneldi. Yüzü, yokmuş gibi karanlıktı. Bir erkek olduğu aşikardı ancak tanıdık biri miydi? Ardından içeri başka bir adam girdi elinde bir silah vardı. Kadın silahı görünce korku yerine merak hissetmişti. Garsonlar silaha rağmen sakin görünüyorlardı. İçeri ilk giren adam soluk bir takım elbise giymişti  hala arkası dönük, barda oturuyordu. Silahlı adam da aynı şekilde soluk renkli takım elbiseyle gelmişti. İkisinin de fötr şapkası vardı. Kadın gülümsüyordu, durumun eski filmlere benzediğini düşündü ve güldü. 
 
Silahlı olan adam kadına doğru geldi, masasına oturdu. Silahı masaya koydu. O anda bir garson geldi ve bir şey isteyip istemediğini sordu. Henüz değil, cevabını alan garson bir anda kayboldu. Adam bir şeyler söylüyordu ancak kadın herhangi bir ses duymuyordu, gözü onları izleyen diğer insanlara takıldı. Herkes korkmuş gibi görünüyor kadına bakıyordu. Kadın o an önünde oturan adamın bir suçlu olduğunu, tehlikeli ve istenmeyen olduğunu hissetti. Onlara tekrar baktığında herkesin silaha baktığını gördü. Adam silahı kadının önüne koymuştu bu yüzden tedirgin olmayan kadın silahı aldı ve adama doğrulttu. Adam kadının eline doğru hamle yaptığında kadın tetiği çekti ama silah ateş almadı. Adam sakin davırlarla silahı kadının elinden aldı. Anlamsız bir ifadeyle konuşmaya devam etti. Kadın panikle masadan kalktı dışarı çıkmak için hızla adım attı, adam kadını kolundan tuttu ancak kadın çantasıyla adama vurarak restorandan çıkmayı başardı. Adam peşinden dışarı çıktı. Kadın evine doğru koşuyordu, araçlar fren yapıyor  bazıları ona küfrediyordu. Evin önüne geldiğinde adam görünürde yoktu kadın aceleyleıiçeri girdi. Kapıyı kapatıp derin bir nefes aldı. 
 
Uyuduğu yatağa gitti ve yatakta kendi uyuyan bedenini gördü. O sırada kapıdan sesler geldiği duyunca mutfağa koşarak bir bıçak aldı. Bu rüyayı bitirmek istiyordu, rüyasında göreceği şiddetin gerçekte canını yakacağından korkuyordu. İçeri giren, restorandaki silahlı adamdı. Elinde silah yoktu, kadını bıçakla gördüğünde şaşırtmıştı. Evin içine çoktan girmiş olan adam geriye doğru adımlar atarak kadından uzaklaşıyordu; kaçıyordu odalardan birinin girişine takılarak yer düştü ve daha toparlanamadan üstüne atılan kadından ilk bıçak darbesini karnına aldı. Ardından bir tane daha... Adamdan kan akmıyordu ancak etkisiz bir halde kıvranıyordu. Kadın onu orada öylece bıraktı. Artık hissettiği şey korkuydu ve uyanmak istedi. Yatak odasındaki uyuyan bedeninin yanına gitti. Ancak ona etki edemiyordu onu bu şekilde uyandırması mümkün değil gibi görünüyordu. O da uyanana kadar o yokmuş gibi yatağa yatıp beklemeye karar verdi.
 
Gözlerini açtığında, ilk gördüğü şey beyaz tavan oldu. Oda perdelere vuran güneşle turuncu bir hal almıştı. Gördüğü rüyayı düşünerek bir süre daha yattı. Kimdi o adam, diye düşündü. Yataktan kalkıp pencereye gitti güneşten kısılan gözleriyle bahçedeki çiceklere baktı, capcanlı görünüyorlardı. Rahatladı. Saat on bire geliyordu. Hazırlanıp çıkması için yarım saati vardı. Dolaptan bir elbise ve çorap alıp yatağın üstüne attı. Aynanın önünde biraz kendine baktı saçlarını düzeltti. Üstündekileri çıkardı ve yatağın üzerine attıklarını giydi. 
 
Yatağından baktığında pencereler sağında, odanın kapısı solda köşede kalıyordu. Evin giriş kapısı içeri, hole doğru açılıyor ve açık kapı mutfağa giden koridoru kısmen görünmez kılıyordu. Kadın kahvaltısını yanına alır ve yolda geçirdiği süreyi yemek ile doldururdu. Mutfağa gitmek üzere odadan çıktığında evin açık kapısı ile karşılaştı. Ani bir tedirginlik yaşadı, uykulu bedeni bir an rahatladı ardından kalp atışları hızlandı evde birinin olduğu yanılgısı onu ürküttü. Elini kapıya dayadı yavaşça itmeye başladı. Kapı bir engele çarpmadan ilerledi ve kapanmak üzereyken kadın koridorun sağında, nasıl değerlendireceğini bilemediği en sonunda ütü odası yaptığı odanın girişinde iki ayak gördü. Siyah ayakkabılı ayaklar kumaş pantolonla devam ediyordu. Kadının kalp atışları daha da artmıştı ve artık terliyordu. Kapıdan görünen ayakların durumu orada yatmakta olan bir adam olduğunu gösteriyordu. Bu, kadına biraz daha güvende hissettirdi. Ne olduğuna bakmak için ilerledi. Kapıya yaklaştıkça yatan bedenin daha fazlasını görmeye başladı. Beline kadar göründüğünde durdu, paslı demir kokusuna benzer bir koku almıştı ki bunun kan kokusu olduğu biliyordu. Adamın üzerinde yattığı beyaz halı kısmen kırmızı renge dönmüştü. Bu, evet kandı. Midesinin bulandığını hissediyordu. Adamın yüzünü görmek için atıldı. Gördüğü yüz, dengesini kaybetmesine neden oldu. Yere düştü. Hala rüya gördüğüne inanmak istiyordu. 
 
Aklına gelen şeyle irkildi. Bu mümkün müydü? Bedeni soğudu, yüzü beyazladı. Bunu yapmış olduğuna inanamıyordu. Önünde kanlar içinde yatan adam erkek arkadaşıydı. Rüyasında öldürüp bıraktığı adam gibi yatıyordu. Oysa rüyasındaki adam bambaşka biri, bir yabancıydı. 
 
Onu orada bıraktı. Evden koşarak çıktı, kapıyı dahi açık bırakmıştı. Doğruca restorana koştu, gözünden akan yaşlar koşmanın etkisiyle geriye düşüyordu. Zaman zaman görüşünü engelliyordu. Restorana geldiğinde kapıda bir an duraksadı göz yaşlarını sildi, ağlamasını bastırdı ve içeri girdi. Girişteki aynı garson onu görünce şaşırmış gibi baktı. İyi misiniz, diye sordu. "Dün gece siz o şekilde davranınca hepimiz endişelendik"  Bu, olayları daha da gerçek kılıyordu. Soğuk bedeni terlemeye devam ediyordu. Sonunda soracak cesareti kendinde buldu. Dün gece ne oldu, diye sordu. Garson masayı gösterdi.
 
Orada oturup tuhaf tartışma olmadan önce kahve içtiğini öğrendi. Garson sakin bir şekilde anlatıyordu. Kadının sabırsız davranışları karşısında şaşkın bir şekilde devam etti. Bir beyefendinin geldiğini ve kadının masasına oturuğu söyledi. Adam o kadar normal miydi, diye soramadı kadın ama bakışları oldukça anlatıyordu aklındakileri. Garson, kadına masadaki çiçeği hatırlayıp hayırlamadığı sordu. Kadın, silah dedi. Sesini yükseltti, silah? Çiçek dedi garson, "çiçeği kast ediyor olmalısınız." Ona tuhaf bir şekilde adama doğru tuttuğu çiçekten bahsetti, "onu beyefendi getirmişti ve sonra siz..." Kadın gözlerini garsondan çevirdi. Yere bakıyordu. Tekrar ağlamaya başladı. Restorandan çıktı. Anlam veremiyordu bu nasıl olmuş olabilirdi. Uyuyordu. Rüya gördüğüne emindi. Hüzünle eve doğru yürüdü. Ne yapacağını bilmiyordu. Nasıl olduğunı anlamıyordu. Bir katildi ve erkek arkadaşını öldürmüştü. 
 
Evin önünde bir polis arabası gördü ve bir ambulans. İçeri girmek istediğinde polisler onu engelledi; ama o durumu biliyordu. Ölen... erkek arkadaşım, dedi. Onu içeri aldılar. Evde inceleme yapan polisler onu tekrar durdurdu. İçeri giremeyeceğini söylediler. Kadın, onu ben öldürdüm dedi. Onu öylece bekleten polis memuru daha yetkili görünen biriyle konuştu. Birlikte kadının yanına döndüler. Az öncekinden daha yetkili olduğu anlaşılan polis, kadına sizi dinliyorum der gibi bakıyordu. Kadın yerdeki gözlerini adama yöneltti ve başını salladı.
 
Kadın, yaşadığı şoku ancak sorgu odasında atlatabildi. Oraya nasıl getirildiği ya da yolda birisi onunla konuştu mu hatırlamıyordu. Onu sorgulayanlara bir rüya gördüğü ama rüyanın gerçek olduğu ve olayları anlattı. Memurlar elbette bu olağan dışı durumu kabul edemezlerdi. Kadını 1 saat kadar odada yalnız bırakarak çıktılar. Süre boyunca sadece bir görevli ona bir bardak su ve kek getirdi. Bir saatin sonunda içeri bir kadın girdi. Yaşlı bir kadındı, beyazlamış saçlarına rağmen mütevazi bir makyaj yapmıştı. Bir kolyesi vardı; üzerine koca bir damla sıvı gümüş sıçramış ve kadın ondan bir kolye yapmış gibi görünüyordu. Yüzü zayıftı, kahverengi ve mavi renkli kareli bir gömlek giymişti. Elinde bir yığın kağıt vardı. Kırk beş dakika boyunca kadına bir dizi test yaptı. Bazı sorular sordu. 
 
Bu sırada polis kadının anlattığı restorandaki bir kameradan görüntülere ulaşmıştı. Her şey garsonun anlattığı gibi gelişmişti. Kadının anlattığı hikayeye uyuyordu. 
 
Toplamda üç saat sorgu odasında kalan kadını almaya gelenler beyaz önlüklü bir kaç adamdı. Kadının sakin tavrı ve az önce testleri uygulayan psikiyatristin sözleri doğrultusunda kadına gömlek giydirilmedi hatta kelepçe dahi takılmadı. Kadın her şeyi kabullenmişti. Şimdi tutuklu olarak götürüldüğü akıl hastanesinde mahkeme kararı ile iyileşene kadar tutulacaktı."
 
- ... ve son. Ne dersin?
- Kadının bir ismi yok mu?
- İsimsiz bir hikaye. 
- Peki hep böyle, yazmadan mı?
- Hikayeler önce zihinde yaşanır. Yazmak, onları kalıcı kılmak içindir. Elbette yazacağım. 
 
 
Toplam blog
: 17
: 596
Kayıt tarihi
: 11.08.12
 
 

Bilimsel ve kişisel yazılar. Sporcu. Dört yıla kalmaz mühendis de olacak. ..