Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Geriye ne kalır benden

Geriye ne kalır benden
 

Kimin ne düşündüğünü umursamak ahmaklık olurdu bu saatten sonra. Doğru yaşamak, doğru kararlar almak, asıl önemlisi insan olmak adına maddi kayıplara uğramanın çaresizliğinde, haklılığını kanıtlayamamak en yüksek sesinle… İşte bütün ızdırab bu oluyor bazen. Yaşadıklarını yaşadığın doğa içinde aynı etki ve duyguları yansıtarak anlatmanın bir izah yolu yok belki de…  

Kurtlar sofrası denen hayat kavgasının ortasında bir lokma daha fazla kapabilmek adına kendi kardeşlerinin bile tepeleyip geçmesine sessiz kalmak, kendi insanlık onurlarını ayaklar altına aldıklarına seyirci kalırken, bir adım geriye gidip yol verirsin gerektiğinde… Dengesi yok muydu bu işin, bir yandan para kazanmak uğruna yok saydıkları değerler diğer taraftan hayatını idame ettirme zorunluluğu gerçeğinin. En büyük kayıpların ardından her şeyin altüst olmasıyla, çocuk yaşta kendini sudan çıkmış balık gibi iş hayatının ortasında çırpınırken bulmanın yılgınlığıyla herkesi kendi çizdiği acınası yolda uğurlamak ve ardına bakmamak en doğru karardı…  

Otoriter bir Baba ve karşısında saygıyla duran Anne ve aynı saygıyla sıraya girmiş çocuklar... Saygı, sevgi ve korku üçgenini birbirine kısır döngüyle bağlayan kıldan ince çizgiden en işine geleni alırsın hepsi bu... Sevgi... Bunu tercih etmek belki de en akıllıca olanı aksi halde devam etmek çok daha zor olurdu yoluna... Babandan başka tanımlayamadığın bakışları, babanınkinden farklı olduğunu fark ettiğinde ani bir korkuyla içine kapanıp, zamanından önce büyüklenerek, korkularına zırh oluşturan ciddi ifadeleri ayna karşısında çalışmak yüzünde… Sonrasında yıllar geçip giderken hiç farkında olmadan büyüttüğün mimiklerinin vaktinden önce yetişkinliğe taşıdığını ruhunu. Oysa içinde bir çocuk var haklarını arayan, oynamadığı oyunlarının peşinde, yaşayamadığı sevgilerin peşinde, hayal ettiği ve hep olmak istediği mesleklerin peşinde…  

Savaşarak cılız sesinin yettiğince, çığlık çığlığa edindiği bir kaç parça zafer kırıntısı avuçlarında, onurunu ve ideallerini sımsıkı yumruğun da saklayan. Cehaletin, vurdumduymaz ebeveynlerin ve her başarına burun kıvırıp alaycı cümlelerle özgüvenine saldıran acımasız, sözde yetişkinlerin. Yıllar sonra yumruğunun içinde sakladığın ve tek sahip olduğun zenginlik, onurlu yaşantının karşısında nasılda ezildiklerini gördüğünde bundan bile haz almayacak kadar erdemli olmanın yalnızlığında olmak…  

Her şeye tüm zorluklara rağmen tek başına geliştirdiğin o özgüven, başı diklik, kendine duyduğun özsaygı sadece bunlar bile yeter, birilerinin sana düşman olmasına da, sonsuz saygı duymasına da…  

Hayat denen şey zormuş evet ama hayat soyut bir kavram somut olan yanıysa, içinde bulunduğun ortamda yakın çevrendekiler, iş ortamın da patronun, mesai arkadaşların, komşuların, sosyal çevren, aile fertlerin, yaşanmışlıklar, işte hayatın somut tanımı bunlar bana göre ve bütün diyolog halinde olduğun insanların içinde varlık mücadelesi vermek, farklı karakterler de, farklı önemlilik ve öncelikler ve insani değerlerinle savaşmak belki de… Benliğini ortaya koymak kişiliğinle, karakterinle, hedeflerinle…  

Umut denen şeyde bu noktada öğreniliyor eğer her şeye rağmen hayatı ve yaşamayı seviyorsan vazgeçmek sana göre değilse her kayıp yeni bir umut aşılıyor yüreğine. Bugün olmadı, yarın… Bu yol çıkmaza götürdü, başka yollar da var diyebilmek. Umut etmek, hayatın ortasında da olsan kıyısında da, neresinde durursan dur oksijen gibi ve hala nefes alıyorsan o hep senin içinde…’’UMUT’’  

Ve aşk, gülümsüyorum adını söylerken bile aşk’a inançsızlığımdan mı yoksa düşündüğüm ve aşk saydıklarımın yokluğundan mı bilemedim. Aşk konusunda ahkam kesmek benim işim değil ya neyse, yinede bana özgü ukalalığımı aldım elime… Aşk gelişim sürecinde kimyasal bir salgı olsa gerek, karşı cinse ilginin yönlenmesine sebep olan, yani olması gereken tıbben, belki de olmuyorsa problem..?  

Ben sevmeyi tercih edenlerdenim, aklım başıma geldiğinde ve artık ne istediğimi biliyorum diyebildiğim de. Acı tatlı yaşanmışlıklardan sonra, tecrübe dediğimiz ve kendimize telkinler verdiğimiz boyumuzun ölçüsünü alışlarımızdan sonra, tüm geçmiş hikayeni dosyalayıp en yüksek rafa kaldırdıktan sonra, uzun soluklu dinlenmişliğin huzurun da nadasa bıraktığın yüreğin zamanın bir yerinde güneşe yeniden göz kırparak bir filiz verir… O güneş ki en yılgın savaşların ardından, paramparça olmuş bedenleri ısıtırcasına yalnız senin baktığın yerden doğar sanki…  

‘’Sevdiğim Adam’’  

Enkaz altında ölüme direnmiş bir bedenin, yıllar sonra uzanan eline dokunup çekip çıkaracak tek temas gibi varlığı onun, öyle dokunur sana…  

Bir yandan umudum derken bana, diğer taraftan umutsuzluğun tam orta yerine yerleştiren beni… Hayran olduğum olgunluğuna tamamen ters düşen, beni şaşkınlık içerisinde bırakarak kendi çaresizliğine mahkum eden…  

İnandığım ve koşulsuzca güvendiğim varlığını beklerken ben, belirsizce bekleyiş sürecin de benden önce pes eden, seni seviyorum özledim, diyerek başlayan her uzun soluklu sohbetin sonunu veda cümlelerine getiren, aslında farkında olmadan benden gitmek için direnen ama gittikçe bir o kadar bana gelen…  

Sanki rahatlayacak onun bir türlü yapamadığını yapıp, ben ondan gitsem. Çünkü o an kalkacak ortadaki bütün engeller, bulunduğu şehir de verdiği mücadele, belki ikimiz adına gelecek planları ve kendi kariyeri adına verdiği savaş… Ben ondan gitsem hafifleyecek belki de, itiraf edemediği ancak zamansız yüklendiği aşkın ağırlığı bedeninden.  

Uzakta dahi olsam ayaklarının üzerinde kalabilmesi için uğraştığım ve ona duyduğum sevgiyi saygıyı katagorize ederek, hayatımda tutmayı kar saydığım insan… İster sevgilim olsun isterse dost, salt varlığını bile sevdiğim can, o adam…  

Onu ilk tanıdığımda kafamda beliren sorunun cevabını biliyor olsam da artık… O özlenen misafir değildi benim için, beklenen ev sahibiydi aslında…  

Ben, olduğum noktada onun hayallerinden biri olma ihtimalini yaşarken onun beni gösteren, suçlayan parmağına aldırmadan biliyorum ve yaşıyorum içim de ona duyduğum sevginin gerçekliğini. Hayatıma girenler aile içinde veya dışında, arkadaş veya sevgili ve hatta en büyük hayal kırıklıklarını bana yaşatıp zamansızca çekip gidenler hani şu tecrübe dediklerimiz, yanımıza kar kalan hayat deneyimleri… ‘’Deneyim’’ paramparça olmuş bir kalbin elde kalan teselli ikramiyesi gibi…  

Bütün bu anlatmaya çalıştıklarımdan varacağım nokta artık herkesi, her şeyi bana ait olmadığını kabul ederek karşılık beklemeden sevip kabullenmeyi öğrendiğimdir. Onu da böyle seviyorum işte, hala gitgelleri yaşadığını, uzaktan uzağa benim kendisinin hayatındaki yerimi sorguladığını bilerek ve benim adıma bütün sorularının cevabını etki altında bırakmadan yalnızca kendi yüreğinin sesiyle cevaplayabilmesi adına sessizliğimi koruyarak. Bunu da öğrendim; Bekle ve gör diyebilmeyi kendine…  


Beden dili ve davranış biçimlerinden ve en can yakıcı anıların içinden bir bulmacayı çözer gibi çekip çıkarttım sevgiyi...
İnsanları seviyorum ve çok geç oldu dedirtmeden sevdiklerime, bu iki kelimeyi söylemeyi de marifet sayıyorum…  

Ben senin ‘’umudun’’sam sürekli söylediğin gibi, beni hayatta tutmaya mecbursun yüreğinde, aksi halde umutsuz yaşanmaz demiştin bana… Ben yaşamanı istiyorum senin, umudunu da umutsuz bırakmamak adına.  

Çok geç olmadan…  

Seni Seviyorum.  

Rahşan Atar / 23 Eyl.2010  

 
Toplam blog
: 25
: 598
Kayıt tarihi
: 18.08.10
 
 

Resim yapıyorum... Ustası değilim bu işin... Ama en iyi kendimi resmederim... Bembeyaz boş bir tu..