Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '18

 
Kategori
Psikoloji
 

Geven ve Güvensizliğin İnsan Karakterine Etkisi

Geven  ve Güvensizliğin  İnsan   Karakterine  Etkisi
 

 
Canlılar için güven duygusu yemekten içmekten daha önce gelen temel  bir edimdir. Kendisini güvende hissetmeyen hiçbir canlıda açlık ya da farklı duygular kolayca harekete geçemez. 
 
O anda en yüksek derecede kendisini gösteren duygu korkudur ki, zaten korkunun yükselmesiyle güven veya güvensizlik düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Korku duygusuyla oluşan güven hissi, tüm canlı türlerde gizlenme, saldırma, kaçma, ses, salya vb. gücünü kullanarak kendisini  sağlama almaya çalışır. 
 
Güvencede olduğunu anladıktan sonra diğer yaşam faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlar. Hayvanİ türler için güven duygusu bu şekilde bir etkiye sahipken, insanlarda daha farklı ve zorluklar içerisinde geliştiğini görmekteyiz.
 
İnsanın kendinde güven oluşturmasında en büyük zorluk, korkunun nereden, ne zaman  ve nasıl geleceğini önceden kavrayacak kıvrak bir zekaya sahip olup olmamaya bağlıdır. Aynı zamanda buna karşı korunma yöntemlerini geliştirmesi için de, bilinç yapısında bilgi, teknik ve tecrübelerin olması şarttır. 
 
Bunlar yaratılmadan sadece doğal hayvani güdülerle kendisini korumaya çalışırsa, rakiplerinin planlı saldırılarına karşı baş edemeyeceği gibi, hiçbir zaman güvecede de olamaz.  
 
Bir insanın doğal hayvani özelliklerden ve korunma biçiminden kurtulup, insani duyguların mevcut olduğu kişilik veya karakterle yaşayabilmesi için, her şeyden önce özgür düşünce  ortamına bağlıdır. 
 
Özgür olmayan hiçbir insan hayalindeki insani özelliğe asla kavuşamaz. Bu yüzden güven duygusu insanda iki aşamalı bir yapı taşımaktadır. Birincisi doğal hayvani korunma ve yaşam, ikincisiyse can güvenliğinden emin olmadan başka bir adım atamamasıdır. Kişinin ihtiyaç duyduğu ya da mecbur olduğu bu iki aşamalı güven yapısına kavuşmasını sağlayan temel mekanizma, insanın beyin ve bilinç özelliğindeki  farklılıktır.
 
İnsan beyin yapısının büyüklüğüne bağlı olarak bilinç ve düşünebilme yetisiyle, doğadaki diğer tüm canlıları geride bırakmaktadır. Bu sayede tüm canlılardan ayrıldığı gibi bilinçli bir korku ve korunma psikolojisiyle, sağlam bir güven duygusuna ihtiyaç duyarak yaşar.
 
Çünkü korku duygusu özellikle insanlarda büyük travmalara yol açtığından, doğal savunma yöntemi insan için yeterli gelmemektedir. Mecburen yeni tedbir ve teknikler geliştirmek zorundadır. Öncede belirtildiği gibi korku hayvanlarda, insanlardaki kadar büyük travma yaratmayıp sadece tedirginlik görülür. Eğer tehlike ölümle sonuçlanmazsa hayvan yaşamını kaldığı yerden aynı şekilde devam ettirir. 
 
Korku bir insan tarafından küçük ya da büyük şekilde hissedilip gerekli güven ortamı sağlanmadıkça, o insanın düşüncesi eksik ve bir sürü karmaşık duygularla dolar. Çare üretemediği anda kendisini güvencesiz hissedip kendi kendisini imha edebilmektedir. 
 
Tam da bu noktada insan ve toplum için güven nedir, ne anlama gelmektedir? Bunun nasıl sağlandığını anlayabilmenin yolu, insanın bireysel ve toplumsal yaşam  psikolojisine bakmaktan geçmektedir.
 
Tarih öncesi çağlar incelendiğinde, insanlar ikişerli veya en fazla on kişilik gruplar şeklinde, hayvanların yaşamına benzer doğal bir güven hissiyle hayatını sürdürüğü  görülür. Aile ve büyük topluluklar halinde yaşamaya başladıkları andan itibaren, bilinçli bir korkuyla birlikte, bilinçli korunma ve güven duygusu oluşmaya başlamıştır.
 
Buna sebep olan nedenlerden bir tanesi, insanın zeka yapısının sürekli gelişmesiyle, özellikle kendi cinsi tarafından bilinçli saldırıların artarak devam etmesidir. Eğer insanlar bilerek ve tasarlayarak birbirine saldırmamış olsalardı, korunma ve güven duygusu hayvanlarda olduğu gibi doğal bir ortamda devam edecekti.
 
İnsanın beyin yapısı, doğadaki diğer tüm canlı ve cansız varlıkların hepsinden hem büyük olması hem de sınırsız bir fonksiyonel özellik taşıması nedeniyle, yaşam ve güven duygusunu sürekli yenileyerek  farklılaştırmaktadır. 
 
Aynı zamanda hızlı şekilde değişim gösteren devrimci bir zeka ve bilinç, olumlu ve olumsuz yaşama kapı aralamaktadır. Böyle bir zeka yapısına sahip insan, bir taraftan harikaları yaratırken diğer taraftan olumsuzlukları da icat eden tek canlıdır. 
 
Kıvrak zekasıyla yaşanan tüm olumsuzluklardan ders çıkarıp, güven duygusunun ne kadar önemli olduğunun bilincine varan insan, bununla ilgili teorik ve teknik araçlar üretmeye başlamıştır. Bu noktadan hareketle insanda oluşan güven ve güvensizlik duygusunu iki şekilde ele alabiliriz. Birincisi Bireysel olarak kişinin bilgi, eğitim ve kültür yapısına dayanan öz güven. İkincisi toplumsal ya da devletler sistemiyle oluşturulan güvencedir.
 
Bireysel öz güven; kişi edinmiş olduğu eğitimin nitelik ve derecesine, toplumsal yapının siyasal, inançsal, kültürel özelliklerine bağlı şekilde oluşan bir karakterdir. Öz güveni kazanmış kişiler ve toplumlar, güvenlik sorunu başta olmak üzere diğer sosyal hayatın önemli bir kısmını, bireysel ya da grupsal olarak demokratik çerçeveler içerisinde kendileri geliştirip sağlarlar.
 
Bireysel ve grupsal gücü aşan durumlarda ise, devlet ve toplum olarak el birliği yapıp, çözümler üretilerek daha güvenli yaşanır. Bazı kişiler hiçbir eğitim ve kültüre sahibi olmadan, kendi doğal yapısı gereği öz güvenli bir karakter gösterseler de, bunlar istisnaları oluşturur. Aynı zamanda liderlik özellikleri yoksa kendi şahsından başka kimseye faydası bulunmaz. Bu yüzden toplumsal ve genel kaideyi değiştirmemektedir. 
 
Toplumsal veya devletsel öz güven; bireysel ve grupsal oluşumların gücünü aşan  durumlarda, devlet eliyle oluşturulan yapılara verilen addir. Devlet yönetimleriyle oluşan güven veya güvelik duygusu yine devletlerin demokratik olup olmamasına bağlıdır.
 
Demokratik olmayan otoriter, totoliter, diktatör, Şeriat vb. yönetimler, bir kısım insanlara güven sağlarken diğer birçok kesim için tam tersi güvensizlik oluşturmaktadır. İfade edilen yönetimler her zaman kendi emrinde kullanacağı veya düşünce bakımından en yakın gördüğü kesimleri daha koruyucu ve kollayıcı davranır. Aynı zamanda bunları diğerlerinin üzerinde bir baskı aracı olarak ta kullanmaktadır. 
 
Gerçek demokratik yönetim yapısına geçmeyen toplumlarda, devlet tarafından korunan ya da desteklenen kesimlerin çoğunluğunda öz güven hiçbir zaman gelişmemiştir. Bunu devlet bilinçli olarak yaratmaktadır. Çünkü öz güveni oluşan bireyler veya toplumlar, devlete belirli noktalarda ihtiyaç duyar. Diğer alanlarda kendi öz güvenlerine dayanarak yaşadıkları için devlete kul olmazlar.
 
İfade edilen sistemler bireyleri sürekli büyük bir korku (Fobi) psikolojisi içerisine sokarak eğitirler. Korku psikolojisine kapılan kişi her zaman kendisine yardım edecek maddi ve manevi bir güce ihtiyaç duyar. Bu da doğal olarak kişinin öz güven kazanmasını tamamen engelleyip güvensizliğe sürüklemektedir.
 
Böylece devlete kulluk derecesinde bağımlılık gösterilmesi, bilgi ve kültürel olarak çağın gerisinde hareket eden devlet ve toplumsal yapılarda görülür. Çünkü her şey devletin iradesine bağlıdır. Devletin iradesi bittiği ya da zayıfladığı durumlarda, bu kesimlerin yaşamı da tamamen hüsran olur. 
 
Bağımlılık beyin ve bilinç yapısını köreltiğinden, ne yana ve nereye savrulacağını hiçbir şekilde düşünüp bilemez. Büyük bir belirsizlik içerisinde önüne gelenin kullanabileceği zavallılar durumuna düşürür.
 
Onun için herhangi bir şeye tapınma mantığında ya da ondan başka bir yaşam şeklini düşünemeden bağımlı olarak yaşamak, öz güveni olmayan bilinçsiz toplum veya bireyler demektir. İfade edilenlerden de görüldüğü gibi, kişinin öz güven kazanması diğer tüm maddi ve manevi değerlerden daha önemli olduğu anlaşılmaktadır. 
 
Öz güven ve toplumsal güvence insan kişiliğinde büyük bir olumluluk yaratırken, aynı zamanda güvensizlikte bir o kadar olumsuzluklara sebep olduğunu görüyoruz. Güven ve güvensizlikle ilgili gerçek durum bu şekildeyken, özellikle demokrasiyi din, ırk milliyetçiğinde ve şahsi menfaat çıkarında nalayan çağ gerisi ülke insanlarının yaşamsal güven yapılarını kısaca özetlemekte fayda vardır.  
 
Orta doğu ülkelerin hiçbirisinde gerçek demokratik yapıya geçilmediğinden, insanlar eğitim ve bilgi açısından ağırlıklı olarak din ve ırk milliyetçi bağnazlığa sıkışıp kalmışlardır. Düşünce, merak, sorgulama, tartışma gibi özgürlük ve güveceden yoksun yaşarlar. Devletin izin verdiği kadar konuşulur.
 
Söz konusu ülke ve toplumlarda istisna bireylerin dışında büyük çoğunluğun bilincinde, sürekli bir korku, her an ne olacağı bilinmeyen, güvensiz, itibarsız ve karamsarlıklarla   doludur. Birçok ülkede her gün yaşandığı gibi, kişi kendisini evinde bile güvencede hissetmemektedir. 
 
Sokağa çıktığında mutlaka bir olumsuzlukla karşılaşacağını, çocuğunu okula güven içerisinde gönderememesi. İş, sağlık, eğitim ve gelecek güvencesizliğin yaşandığı toplumlarda, asla insani karakterin normal olduğu söylenemez. İnsani karakterin oluşmadığı bir ortamda güvensizlik tavan yapmış demektir. 
 
Zaten bu yüzden çatışma, kavga, savaş, didişme ve yolsuzluklar başını alıp gitmiyor mu? Tüm bu olumsuzlukların nedeni bahsi geçen bölgelerde kişiler öz güvenlerini kazanamadıkları gibi, devlet güvencesinden de yoksundurlar.
 
İnsanın; insana yakışan şekilde düşünebilmesi ve yaşamasının birinci temel kuralı özgür olarak düşünüp öz güvenin geliştirilmesidir. İkinci yöntemse toplumsal ve devletsel olarak demokratik kurum ve kuruluşların oluşmasıyla ancak mümkün hale gelmektedir. Bu yüzden insan psikolojisinde öz güveni niteliksel olarak gelişmiş bireyler, geneli kapsayan nicel özgür toplumsal yapıların tek garantisidir. 
 
 
Cemal Zöngür
 
 
 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..