Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '14

 
Kategori
Anılar
 

Geyik avında 4 Tavşan

Geyik avında 4 Tavşan
 

Karlı kış günlerinde Kars köylerinin bakkal dükkanları kahvehane gibidir. Oralarda çay yapılıp pişti oynandığı bile olur.

Kapalı yerde bile o yörelerin insanı konuşurken kulağınızı patlatırcasına sesli konuşur.

“Nasılsın, iyi misin ?” diye soracak olsalar dahi seninle döğüşüyorlar sanırsınız. Ben de kendi kendime güler: “Bağda mısınız, bahçede misiniz mübarekler ?” derdim.

Cemil’in dükkanına vardığımda 60 yaşlarında Namaz Dayı yüksek bir ses tonuyla :

Garip, dedi. Horozöttü’nün yamacında bir sürü elik (karaca) gördüm. Başlarındaki teke inan, öküz gibi iriydi. Bir böğürmesi vardı ki göresin !

İyi, dedim. İsteksiz görünürcesine, “Nasıl gidebiliriz ava oralara ?”

“Bir saat sürmez bizim buradan yaya, ben yattıkları yeri bilirim. Tepeden aşar üzerlerine gider, haylarım. Siz de eteklerde beklersiniz. Senin üzerine öyle gönderirim onları ki, eğer vuramazsan göten ağacı soharam !”

“Hayda ! dedim, “Bu işte karavana atmak yok mu canım ?” 

“Yok , dedi. Camış gibi hayvanı vuramayacak mısın ?” Bunun üzerine planımızı yaptık.

Kar yağmış bir gecenin sabahı biz Horozöttü yollarına geyik avı için düştük. 5-6 kişiyiz. Namaz dayı en yaşlımız. Ama 20 cm karda bizden iyi yürüyor. Bir insanın yürüyebileceği genişlikteki yolaktan birbirimizin izine basarak yürüyoruz ama yürüyüş kardan dolayı bayağı yorucu. Ama işin ucunda karaca avlamak var. Ne olaydı muhtar akşamdan mavzeri vereydi !  Ne kadar yalvardımsa alamadım. Mermilerin hesabını veremem diye devletten korkuyor ne de olsa.

Birden önde giden Bakkal Cemil, bağırmadan bana el etti 

“Burada tavşan izi var !”

Öne doğru koşup vaziyet aldım, etekten gidiyoruz, 30 metre aşağımız dere. “Tavşan derede olmalı, dedim.

“Cemil izi takip et, dereye in !”

Cemil yavaş yavaş indi. İz derede bitiyor. Eğilmiş Cemil görebilir miyim diye hala bakıyor. Birden tavşan suratına doğru fırladı Cemil'in yanından  sola hizama doğru koşmaya başladı. “Bırak Cemil, gelsin !” diye bağırdım. Cemil yatar avcısı, koşarken vuramaz. Herkes bana bakıyor. Zaten üç kişi tüfekli, üçü değnekli. Eskiden nerde herkesin elinde öyle tüfek ! Önleme yapıp ateş ettim, tavşan kaldı. Cemil, “Vay eline sağlık.” Dedi tavşanı keserken. Eşip oradaki ağacın altına karın içine gömdü ve üstüne bir de cebinden çıkardığı çiviyi koyarak karın üzerine oturup kalktı, iyice berkitti. “O çivi ne Cemil ?” diye sorunca, “Tilki çiviyi tuzak sanıp yanaşmaz.” Dedi.

“Yaklaşık iki saatlik yürüyüşten sonra, avlakta eteklere yayılmıştık. Tim komutanı gibi 50’şer metre aralıklarla tüfeklileri yerleştirdim. Namaz dayının çıkışı yarım saati bulur. Yanında bir değnekli daha var. Onlar haylayacaklar. Başıma ufak ağaç dallarından kamuflaj yaptım. Önüme görünmeyeyim diye dallar diktim. Başladık beklemeye.

Yukardan, tepelerden “hay, huy” sesleri gelmeye başladı.

Ta yukardan Namaz dayı bağırıyor: “Garip, senin üzerine geliyor biri , dikkatli ol !”

Aynı şeyi dört beş kez tekrarlıyordu. Ortalık velveleye döndü ama benim bir şey gördüğüm yok ki. Benim hizamdakiler de sessiz beklemekteler. Neyse bayır aşağı bir karacanın hızla gelişini gördüm. Elimde bir tek kırma. İçinde dokurcum denilen domuz mermisi. Hızla gelen hayvan bir şey sezercesine bir ağacın altında “Zınk” diye durdu.

Ah, biraz yaklaşsaydı ! Lakin domuz mermisi yetişir.

Nişan alıp bir süre bekledim. Yan döner gibi olunca tetiğe bastım, tam o anda tekrar tepeye doğru dönmez mi ! Arkası benden tarafa gelmişti !

Mermiyle birlikte sıçrayıp koşmaya başladı. Vurmuş olmalıydım. Neyse o gitti. Bir başka karaca uzaktan geçerek karşımdaki kuzey yamaçtan sağ yana yukarı doğru ha bire koşuyor ki yerde yarım metreden fazla kar var. Uzak yakın demeden, nişan al, ateş ! doldur, nişan al, ateş ! doldur, nişan al, ateş ! taktiğiyle 3-4 el ateş ettim ki sanki elimde beşli otomatik tüfek var gibi ve seri. Hayvan bana mısın demedi çıktı gitti. Çünkü mesafe çok açık . Kan izi falan var mı, diye biraz izden gideyim, dedim fakat ne mümkün. Biraz çabaladım ama kardan hele kuzey yönde yürümek mümkün değil, batıp kalıyorsunuz. Zaten kan izine de rast gelmedim.

Vurdum, dediğim karacayı aramaya başladık. Hiçbir iz yok ! Dikkatle ilerlerken birden nerden kalktıysa  bir tavşan öne doğru fırlamasın mı ? Nişan almamla ateş etmem bir oldu. Henüz dört metre bile ilerlememiş olan tavşan öne doğru belki yedi sekiz taklayla oraya serildi. Baktığım bile yok ! Niye, çünkü geyik derdindeyim. Hüsnü’ye kes de al şunu, dedim. Getirdi ki geyik için tüfeğimde hazır bulunan dokuzlu mermiler sırttan girip önden fitil yaparak çıkmış.

Neyse biraz oturup dinlenelim, derken azıklarımız önümüzde ama bakkal Cemil az ilerde kurumuş ve yan yatmış bir ağaç gövdesinin altında bir şeyler arıyor. Ne arıyor, demeye kalmadan “Güm !” diye patlattı ve yatan tavşanı vurdu. Kulağından tutup getirirken bir çocuk gibi dişleri keyiften parlıyordu.

Yemekten sonra ben dinlenmek için oturdum ama bakkal Cemil yine ufak bir tepenin etrafını dolaşayım diye çıktı. Bir de baktım ki bana ıslık çalıyor. Ne var, diye yanına vardım.        “Tavşan önümden tepeyi dolaştı”dedi.

Ben de: Sen tavşanı takip et, ben de bu taraftan dolaşayım. Bir yerde mutlaka buluruz, dedim. Fazla uzun sürmedi. İkimiz bir araya geldik, daha “Nereye kayboldu, derken iri ve bembeyaz bir tavşan fırlayıverdi. Ateş etmemle tüylerinin savrulması ve tavşanın düşmesi bir oldu. Tavşanı aldık ki yerde iki metre kadar tüy savrulmuş durumda. Hiç böyle tüyü yere savrulan ve bu büyüklükte  tavşan görmemiştim doğrusu.

Geyik avı yapalım derken dört tavşan avlayıvermiştik.

Av dönüşü,oralarda balcılık ve hayvancılık yapan ve “kom” denilen evleri bulunan tatlı bir çift ihtiyar karı kocaya uğradık. Evleri dere kenarındaydı. Tavşanın birini pişirip onlarla yedik. Bize güzel, doğal bal, tereyağı ve yoğurt ikram ettiler ki, Yarabbi bu kadar mı lezzetli olur ! Bir çift de köpekleri var ki çok azgınlar.

“Köpekler sizi iyi koruyor mu ?” diye sordum.

İhtiyar da : “Yok, biz onları iyi koruyoruz. Geceleri içeri kapatmasak, kurtlar gelip götürüyor. Bunlar üç kardeşti zaten, birini gece kurt götürdü, dedi.

Ertesi gün yine aynı ihtiyarların kapısındayız. Avcılık bu ya, belki geyik vururuz, diye.

Ama gelir gelmez moralimiz bozuldu.

Köpeklerin önünde bir karaca ölüsü ve sadece arka butu kalmış.

“Nasıl oldu, niçin köpekler yiyor ?” diye sorduksa, ihtiyar: Siz gittikten sonra bir ara köpekler ürüyerek karşı yamaca doğru koştu. Orada bir pınar var. Ben yolcu sandım. Meğer kalçasından yaralı elik pınara suya gelmiş. Köpekler de oracıkta başına üşüşüp parçalamışlar. Ben gittiğimde iş işten geçmişti.” Demez mi.

Haydi moralin bozulmasın 

Anlaşılan dün yaraladığım karaca, bizden kurtulmuş ama köpeklere yem olmuştu. Derler ya " Av vuranın değil, bulanın." Keşke bir insanoğlunun eline geçeydi..

Biraz da o gün dolaşıp “Kırk gün taban eti, bir gün av eti.” Misali eve boş döndük.

Öyle ya her gün av rast gelir mi ?

 

 

  

 
Toplam blog
: 123
: 1874
Kayıt tarihi
: 02.07.12
 
 

68 kuşağındakileri iyi bilirim. Çalışmam ziraat üzerine. İnsanların ana dilleri ile konuşmalarını..