Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '11

 
Kategori
Anılar
 

Gezen Pabuç

Gezen Pabuç
 

Yirmili yaşlardayım…

O yaşlarda evin yolunu unuttuğum çok olmuştur. Nerede akşam, orada sabah… Gençlik, ne yaparsınız?

Köprüye takılırdık. O zamanların köprüdeki meşhur mekânı Kemancıydı… Verederdik biranın gözüne… Gece yarısı gongu vurduğunda atardık kendimizi dışarıya, başka mekâna. Çokça da dalga kıran üzerlerine… Yarım bıraktığımız muhabbeti dalga kıranların üzerinde sürdürürdük.

Sonra mı?

Uyuyacak bir yerler arardık. Neresi olduğu pek de önemli değildi. Çoğunlukla Topkapı’nın izbe otellerinden birisi olurdu.

Bir kış günüydü.

Kış günleri, hele hafif tarafından kar da düşüyorsa şehre… Öyle bir kış gününde sinemadan çıkmış, cadde-i kebirde yürüyorduk birkaç arkadaş. Gece yarısına yakın bir zaman... Kimsenin evlere gidesi yok… Tam da böyle zamanlarda gelirdi aklımıza hinlik.

“Şimdi ne yapalım?” derdi Alper.

 “Hadi içmeye gidelim” derdi Zeki. Herkes dünden razı böyle bir teklife…

Soluğu alırdık Samatya’da… Bira masasında sabahı karşılardık Samatya’da. Sabahın körü oldu mu, doğruca Bakırköy’e, işkembeciye… Nede çok severdik Bakırköy’deki işkembeciyi. Benim tercihim daha çok tuzlama olurdu. Bol sarımsak ve sirke bizi kendimize getirirdi.

Cuma akşamlarını iple çekerdim. Avarelik günlerinin başlangıcı olurdu Cuma akşamları. Ya Beyoğlu, ya Samatya, ya Bakırköy… Olmadı Kadıköy veya Rumeli Kavağı… Çoğunlukla Köprü… Kimi zamanda Zeytinburnu’nun ara sokaklarındaki izbe kahveler…

Cuma akşamından başlayan avarelik halimizle devrisi günüde karşılardık. Taa ki Pazartesi sabaha kadar devam ederdi böyle. Hafta sonlarının en keyifsiz anı Pazar günü akşamları olurdu. Zira devrisi gün Pazartesi sabahıydı ve sendrom demekti. Cuma gününden başlayan avarelik biterdi Pazar gecesi. Yani koca bir üç gece avare avare, keyfe keder süren hayat…

En çok da kandil akşamlarını severdik. İlle de aykırı olacağız ya…

Kandil akşamları soluğu alırdık Şehremini’de. Her zaman açık olan küçük, kuytu bir birahane vardı Şehremini’de… Sahibi kandil mandil takmazdı, açardı mekânını. Bizden başkada kimse olmazdı. Alper, Zeki, Recep, Ayhan, Ahmet, Mehmet, Bayram ve saire… Bir Ahmet vardı aramızda dini bütün olan, kızardı, söylenirdi, içki içmezdi ama peşimizden de ayrılmazdı.

Aklıma gelirse eve uğrardım o zamanlar. Tabi biraz abartılı olsa da bu söylediğim, çoğunlukla keyfe keder takılırdım. Eve döndüğümde rahmetli annem kapıyı açar, beni karşısında gördüğünde “Gezen papbuç b…… getirir” derdi, başka da bir şey demezdi. Annemin bu lafı hoşuma gitmese de hafif bir tebessüm ederdim.  

Yine bir kış günüydü…

Arabanın arkasında gözümü açtığımda kanlar içerisinde yatıyordum. Ayağımda ayakkabı, üzerimde montum yoktu, her yanım kan deryası içerisindeydi. Önde Alper, yanında şoför… Şoför ağlıyor ve sürekli bana dönerek, “Abi uyan ya, uyan abi ya” diyerek feryad ediyordu. Laleli’de bir ara sokakta durdu araba ve başka iki adam bizi aldı Vatan Hastanesine götürdü. En nihayetinde tam anlamıyla kendime geldiğimde Çapa’nın acil servisindeydim.

Topkapı’da, Alper’le bana araba çarpmış, ben bayıl mışım.

Dikiş, sargı, pansuman falan derken, sabah erkenden bir taksiye binip evin yolunu tuttum.

Eve geldiğimde kapıyı açan rahmetli annem, beni karşısında başı sargılı, yüzü gözü kurumuş kanlar içerisinde görünce ne yapacağını şaşırmıştı. Hiç unutamam o halini rahmetli annemin. Annem kendisini topladıktan sonra, yine o bilge kişiliğiyle, vecizesini patlattı, “ Demiyor muyum ben sana, gezen pabuç b…. getirir diye”.

 

 

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..