Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '12

     
    Kategori
    Gezi - Tatil
     

    Gezi Notları 1 - İkibinonikinci Ağustos - Bodrum Gümüşlük

    Sanırım öncelikle bir giriş yapmam lazım, fazla sıkmadan tabi... Zira konu bence önemli ve ilgi çekici... Hatta girişim de işte bu konu üzerine, yani önemli ve ilgi çekici bulduğum gezi notlarımı paylaşma konusu... Bir de kısa olursa süper demektir!

    Gelelim bari şu konuya;

    "Gezme-Yeme-İçme" üçlüsünün ortak düşkünü olan bendeniz, yine bu üçlünün genel çerçevesi ve içeriği olan "Oluşturma-Test Etme-Anlatma" üçlüsü önderliğinde, gerçekler ve hayallerle kaplı cümlelerimi hayata not düşmeyi planlamaktayım. Bir gece yarısı kafama "dank" etmiş bu düşünce ile çıktım işte yola.

    Şimdi gelelim yavaş yavaş asıl meseleye...

    Yavaş yavaş çünkü bu ilk yazı...

    Sadece "düşkün" olmak yetmiyor bazen öyle bu konularda hemen her şeyi yazmaya... Biraz Mengen'lilik var tabi serde... Biraz damak tadı, biraz keyif odaklılık, biraz da cesaret...

    E tabi tüm bu özellikleri barındıran kişilerde olduğu gibi biraz da Büyük Üstad Vedat MİLOR'a özenme halleri...

    Hayatım boyunca istemişimdir ve özenmişimdir hem gezeyim hem yiyeyim. Bir de üstüne para kazanmak mı, kim istemez!

    Hadi paradan geçtim, yediğim-içtiğim benim oldu - görüşlerimi yazmam mı kimin için? Tabiki yine ben. O da keyif halkamın son zinciri...

    Haydi o zaman vira!

    İkibinonikinci Ağustos - Bodrum Gümüşlük Notları... 

    Sanırım Bodrum'u merkez alıp, civarındaki her yere "Bodrum" şeklinde hitap etmek genel bir benimseyiş. Ben de bu yüzden o sahil şeridine yaptığım geziye Bodrum gezisi diyorum. Bu gezinin bir günlük bir parçası olan Gümüşlük notlarımı paylaşacağım bu yazıda.

    Ben Bodrum desem de aslında kendi kendine bambaşka bir yerleşim Gümüşlük. Gidenler bilir. Bodruma yaklaşık 20 km. Fazla turistik değil. Benim görebildiğim orta ölçekli 2 otel var. Geri kalan konaklama imkanı taşlıklı denizin hemen önüne peşi sıra dizilmiş pansiyonlar. Çoğu klimasız, çünkü gümüşlük yazın en sıcak gününde bile püfür püfür esen rüzgarıyla, yöre halkının tabiriyle "doğal klimalı." Haliyle rüzgar sörfüne gelen de var, kafa dinlemeye gelen de. Deniz biraz soğuk ama temiz. Şirin bir Ege kasabasının her türlü karakteristik özelliğini barındırıyor denilebilir yani.

    Gidip görmek gerekir mi? Belki gerekmez ama tavsiye edilir.

    Kaldı ki Gümüşlük restoranları kaliteleriyle isimlerini çoktan duyurmuş, Bodrum yörelerinin en güzel yemek mekanlarından birkaçı burada denilebilir.

    Gümüşlük'e gitmeden, tabi ki Sn. Üstad Vedat MİLOR'dan aldık tavsiyeleri. Nerede ne yenir, ne zaman yenir öğrendik. Biraz internet araştırması ve bölge soruşturması derken ön plana 3 mekan çıktı: Limon Kafe, Soğan Sarımsak ve Mimoza Restoran. Kimse kızmasın ama Mimoza'ya pahalı dediler, gitmedik ama ortam ve yemekler güzelmiş diye duyduk. Soğan Sarımsak bölgedeki restoranların hafif aksine tam bir balık restoranı değil. İsminin de çağrıştırdığı üzere daha bir yöresel lezzetlere ağırlık veren bir mekan. 1 günlük kısa seyahatimiz nedeniyle oraya da gidemedik ama turtaları çok güzelmiş diye duyumlar aldık.

    Eşimle yaptığımız tüm araştırmalardan sonra biraz daha "romantik" olması vesilesiyle Limon Kafe ön plana çıktı bizim için. Vallahi de bilmiyorduk gitmeden, billahi de, attık ama DÜŞEŞ geldi!

    Limon Kafe hakikaten gidilip görülmesi gereken bir yer. Yalıkavak - Gümüşlük yolu üzerinde, 2001 yılında, gün batımını en güzel gören tepeye kurulmuş, oldukça samimi, butik bir restoran. Tepeliğe konmuş masalar, koltuklar, sehpalar, binlerce aksesuardan oluşan bir mekan. Her şey o kadar doğal ama aynı zamanda kaliteli ve seçkin ki, nerenin fotoğrafını çekeceğinizi şaşırıyorsunuz... Hele ki bir de güneş ufuk çizgisine yaklaşık hafif kızıla dönünce... Konuşmalar kesiliyor, herkes hayret ve aceleyle karışık o harika 5 dakikalık anı yakalamak, özümsemek ve bir daha unutmamak için fotoğraf çektirmek için yarışıyor sanki. O saatte servis bile duruyor, etrafıma bakıyorum, tüm garsonlar masalarda fotoğraf nöbetinde... Manzara tek kelimeyle muhteşem...

    Gelelim yemeklere... Mönü geniş, et de var balık da. Börek de var deniz ürünlerinden ara sıcak da. Porsiyonlar büyük. Büyük Usta MİLOR paçanga böreği ve Umurbey Souvignon tavsiye etmiş, deniyoruz. Paçanga böreği, içine konmuş küçük limon dilimleriyle gerçekten kusursuz. Limon böreğini deneyemiyoruz bu yüzden, ama "güzel, bir dahaki sefere deneyin." diyorlar. Salatalar ve diğer mezelerin hepsi çok lezzetli ve belli ki kaliteli malzemeden yapılmış, hepsini beğeniyoruz. Deniz ürünleri taze, ahtapot, karides, kalamalar (ızgara) denenmeli. Her zaman takdir ettiğim Umurbey Şarapları'ndan Souvignon Blanc beyaz içiyoruz, lezzet ve yemekle uyum muhteşem... Duyduğumuza göre kahvaltı da çok meşhurmuş mekanda.

    Yemek üzerine biraz da merakımızdan Limonçello deniyoruz. Limonlu ve kremalı bir likör. İlk içtiğinizde hemen alıyorsunuz yoğun limon aromasını ve krema kokusuyla tadını. Yudumunuzun sonuna doğru hafif de bir likör tadı. İlk yudum çok hoş. Ancak sonraki yudumlarda, hani şekerli kısmın üstte kaldığını varsayarak, likör ile krema yüzdelerinin yer değiştirmesini bekliyorsunuz, içtikçe biraz daha likör tatmayı istiyor yani insan, ama olmuyor. Güzel bir homojen karışım... Her yudumda önce limon sonra krema en son likör... İçtikçe fazla şekerli gelebiliyor bu yüzden.

    Tatlı olarak limonlu parfe seçtik. Parfe gibi tatlılarla genel sorunu olan bana biraz özelliksiz geldi. Ama tabi hafif bir tatlı. Yapımı, tadı ve limon aroması açılarından ise kusursuz. Parfe severler kaçırmasın.

    Bir ayrıntı daha mekanla ilgili, dolup dolup taşıyor. O harika manzaranın tadını çıkarmak isteyenler birkaç gün öncesinden rezervasyon yaptırmalı mutlaka.

    Mekanla ilgili ilginç ayrıntılar burada bitmek bilmiyor ama! Eşimle masamızda oturduğumuz süre içerisinde yanımızdan biri geçiyor, ben yüzünü görmüyorum, eşim "Aaa Efe!" diyor, ben de "ne Efe'si garson o." diyorum. Bu sefer ters yönden geliyor ve yüzünü ben görüyorum, "Aaa Dağhan!" diyorum, eşim de "Aaa hakkaten garsonmuş." diyor. Sonradan anlıyoruz ve sorunca öğreniyoruz, Kavak Yelleri dizisinin Efe'si, Dağhan KÜLEGEÇ restoranın sahiplerinden. Kendi deyimiyle "aile işletmesi." Barda bildiğiniz çalışıyor, isteyenle fotoğraf çektiriyor, servis yapıyor, hatta hesabı almaya gidiyor. Bizim hesabımızı Dağhan'ın alması da işte hayata not düşülecek bir anı oluyor...

    Düşünüyorum, "ne mütevazi insan" ile "amma da burnu büyükmüş" arasındaki ince çizgide duran ünlü kişiler için onları merak eden insanlarla karşılaşmak ne kadar ilginç bir deneyimse; bizim gibi kişiler için merak ettiğimiz ünlü şahsiyetlerle karşılaşmak da o kadar ilginç oluyor. O an anlıyorsunuz, hele ki özümseyerek takip ettiyseniz dizileri-filmleri, sanki o kişi o karakterle karşınızdaymış gibi oluyorsunuz. Örneğin Efe işte, "ya sen benim kankamsın, çok fena kafa arkadaşız biz senle" diyesiniz geliyor sanki ama yo, hayır, karşınızdaki tamamen başka biri... Karöaşık duygular işte... Yine de halkın içinden, sevimli ve samimi biri Dağhan. Her halinden, orada gocunmadan çalışmasından belli. O yüzden yıldızlı bir "ne mütevazi insan" kendisine!

    Gelelim notlara,

    Gümüşlük'e 10 üzerinden 8,5.

    Limon Kafe'ye 10 üzerinden 9,5.

    Tanıyanlar bilir, benim için yüksek notlar... Demek ki gerçekten yaşamaya değer bir tecrübe olmuş... Kendi kendimi teyit ediyorum...

    Gümüşlük'ten bu kadar...

    Hayattan bir şey seçin ve onu yaşayın...

    Herkese selamlar...

     
    Toplam blog
    : 1
    : 4138
    Kayıt tarihi
    : 14.10.11
     
     

    Bir inşaat mühendisi olarak enerji projeleri üzerine çalışan, Mengen'li Fırad Usta'nın kalemi..