Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '13

 
Kategori
Güncel
 

Gezi Parkı : Peki, yarın ne olacak?

Gezi Parkı : Peki, yarın ne olacak?
 

gazeteci.tv


 Ortalık epeyce karıştı ya, herkesin aklında bu soru var: “Peki, yarın ne olacak..?”  Bir yanda Taksim Gezi Parkı ve onun ağaçları; diğer yanda, Taksim Gezi Parkı’na mutlaka Topçu Kışlası yapılacak, diyen bir Başbakan… Olayları bu derece karışmasını endişeyle seyreden Cumhurbaşkanı ve bazı Milletvekilleri … Diğer yanda halk !

Çoğu ne olabileceğini bilmiyor ama bir süreç işliyor. Bu sürecin sonunda bir şeyler olabilir mi? Acaba neler olabilir?

Millet aklınca hikayenin sonuna bir çok sonlar yakıştırıyor , ama sonra “yok canım bu kadarı da olamaz…” diyerek aklına gelen bazı kötü olasılıkları elinin tersiyle itiveriyor . Olmaz… Olamaz…  Öyle şeyler var ki, hiç kimse aklına bile getirmek istemiyor… Fakat toplumda akıl hakim olmazsa (zira akılsızlar sandığımızdan çok) , Türkiye ve dünya çok karışabilir ve yaptığımız işe kendimiz bile şaşabiliriz.

Şimdi “Futuristic” açıdan bakıp, geleceği görmeye çalışalım… Yarın neler olabilir..?

1. Hiçbir şey olmaz…

Bugün parkta oturanlar ve Taksim’de atıp tutanlar yarın bu işten bıkarlar. Her gün üç beş kişi azalıp, bir hafta on gün sonra bu iş unutulur… On yıl sonra insanlar, Gezi Parkı üzerine kondurulmuş Lüks Otelin Lobisinde oturup.. “Vay be, on yıl önce burada ağaçların gölgesinde  oturup, ağaçların kesilmemesini savunmuştuk… Bak ne güzel bir otel yapmışlar…” diyebilirler. Çünkü insan oğlu kanaatini değiştirebilir. Yeni koşullara uyum sağlayabilir. Ama o ağaçlar kesilir… Gitti gider…

Yarın bir gün, zaten maçlar başlayacaktır, heyecan arayan bizim halkımız, Taksim heyecanından vazgeçecek, boyunlarında takım gösteren atkıları, eşortmanlarıyla takımlarının maçını seyretmeye sahalara gidecektir. Maçtan sonra da Taksim’e gelecek, yükselmekte olan “Topçu Kışla”sının gölgesi altında “Re re re… Ra ra ra…” diyerek takımlarının galibiyet sloganlarını atacaktır.

Taksim Gezi Parkı… gitti gider; ağaçları da herhalde yanmasa bile, belli ki mobilya olacaktır. .

2. Bir şeyler olur.

Halk bu meseleyi uzatır. Bir izzeti nefs meselesi olarak alır. Kendisine edilen hakaretleri ve inatlaşmaları kaldıramaz; “biz ölsek de bu Taksim Gezi Parkı’nın ağaçlarını size yedirmeyeceğiz…” diyebilir.

Büyük yönetici, millete bir söyler iki söyler ama ağaçların altına kilimi sermiş halk bu durumunu bozmaz; üstelik epeyde orada çoğalırlar; çadır yerine gecekondu bile kondurmaya başlar; hallerinden memnun seyyar satıcılar yerlerini vermek istemezler ve herkes Parkın elinden alınmasına kesin karşı gelir. Şimdiden kandil simitleri dağıtılmaya başlandı bile…

Yöneticimiz tekrar tekrar hatırlatır: “Ben o ağaçları kesecem, oraya da Topçu Kışlasını da oturtacam; ondan sonra da Otel mi yaparım, AVM mi yaparım, ona daha sonra karar veririm..” diyebilir.

Tekrar hatırlatır… Çıkın oradan…
 Karşılık gelir : “Oğlum bak, git…”
 Böyle karşılıklı restleşmeden sonra, Yöneticimizin bindirilmiş kıtaları (hani hazır bekletiliyordu ya…) ellerinde sopalar, arka ceplerinde tabancaları ile sahaya inerler. Bir sağa sola bakarlar , acaba Devlet’in babayiğitleri orada mı, diye… Onları da orada göremeyince, Parktaki delikanlıları temizlemek mesele mi… Bir iki güzel sopa.. Beş on kafa kırılması, göz çıkarılması (onun ötesini Allah bilir..)  saha RTE’nin oynaması için açılır.

Artık bir daha Taksim Gezi parkı’na girebilirsen gir… Çünkü orası bundan böyle, sopalı delikanlılara peş keş çekilmiştir… anlaşma zaten daha önceden yapılmıştır…

Bu tarla zaten satılmıştır. Neyin pazarlığı yapılıyor ki…

3. Senaryo Üç : İşler sarpa sarar…

Parkta oturanlar, gezenler; “Bu Park bizimdir, ellere vermeyiz…” diyenler dişli çıkar. Sopayı yeseler de, ertesi günü yine parka gelirler, sloganlarını atarlar… Bakarsın bu sloganlara bütün İstanbul da katılır. Kavga, dövüş bitmek bilmez. (Allah göstermesin, daha çok kan dökülebilir..) Ve artık millet azdıkça azar… Mesele ağaç meselesi olmaktan çıkar, memleket meselesi haline, döner.

Tabii, işin içine Cumhurbaşkanı, dişli Milletvekilleri filan girer. Bu arada bozuk sesler çıkmaya başlar ve birisi aniden, hatta can havliyle  “Hemen seçime gidelim…” diyebilir.

Tabi o arada, çözümlenmemiş sorunlar, hesaplar da ortaya çıkacaktır: Kim Cumhurbaşkanı olacak; kim Başkan olacak ? Cumhurbaşkanlığından düşen ne olacak? Bu durumdaki Başbakan Cumhurbaşkanı olabilecek mi? Kim kimi harcayacak? Bütün bunlar konuşulup, ortaya getirilecek…

Ama belli ki bazı insanlar bu süreç içinde hep kaybedecek, itibarları sıfırlanacak…

Sonra ne olacak? Seçim olsa; seçimden kazanarak çıksalar (nasıl oluyorsa, onlar her zaman kazanıyorlar!)

Bu iş bitecek mi? Onu Allah bilir. Bilir de biz de tahmin etmeye çalışıyoruz.

4. İşler  iyice kızışır.

Büyük Yöneticimiz, “inatta muratta bir..” tutumundan vazgeçmez. İşler giderek sertleşir. Her iki taraf da taviz vermez bir tutuma girer ve işler çarpışma, hesaplaşma boyutuna girerse, o zaman belki de bazı yöneticiler halkın karşısında   “Pes…”diyeceklerdir.

RTE pes diyecek, istifa edecek ve yeni bir hükümetin kuruluşuna kadar belki Deniz Baykal gibi geriye çekilecektir.

Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yıldızı parlayacak ve Başkan olarak Devletin başına oturacaktır.

5. Ondan Ötesi :

Daha hesap edilmeyen olasılıklar olabilir mi? Türkiye’de her şey olabilir. Ama bunları tahmin edebilmek çok zordur. Bazı şeyleri tahmin edebilmek ve söyleyebilmek cesaret ister. Bu satırların sahibi bazı şeyleri aylar öncesinden görüp söylemişti. Lütfen önceki Bloglarımıza bir bakın:

“Taksim Alanı ne olacak: 8.Şubat.2012” yazımızı ve öteki ilgili yazıları okuyunuz.

O bakımdan, halkımızın sağduyusu diyor ki : “Perşembenin gelişi, Çarşambadan bellidir.”

Ancak burada , karıncanın kısmetini kim bilebilir?

Bazı insanlar yarınlarını kendileri yapıyorlar.

Umut ederiz, daha çok gürültü patırtı olmaz.

Arka bele sokulan tabancalar çekilmez.

Arka sokaklarda bekletilen 200 bin kişiler harekete geçirilmez.

Bazı karanlık bulutlar var ama daha fazlasını görmek de söylemek de istemiyorum.

İnşallah her şey iyi olur, diye sözlerimi bağlıyorum. 

Ortalık epeyce karıştı ya, herkesin aklında bu soru var: “Peki, yarın ne olacak..?” Bir yanda Taksim Gezi Parkı ve onun ağaçları; diğer yanda, Taksim Gezi Parkı’na mutlaka Topçu Kışlası yapılacak, diyen bir Başbakan… Olayları bu derece karışmasını endişeyle seyreden Cumhurbaşkanı ve bazı Milletvekilleri … Diğer yanda halk !

Çoğu ne olabileceğini bilmiyor ama bir süreç işliyor. Bu sürecin sonunda bir şeyler olabilir mi? Acaba neler olabilir?

Millet aklınca hikayenin sonuna bir çok sonlar yakıştırıyor , ama sonra “yok canım bu kadarı da olamaz…” diyerek aklına gelen bazı kötü olasılıkları elinin tersiyle itiveriyor . Olmaz… Olamaz…  Öyle şeyler var ki, hiç kimse aklına bile getirmek istemiyor… Fakat toplumda akıl hakim olmazsa (zira akılsızlar sandığımızdan çok) , Türkiye ve dünya çok karışabilir ve yaptığımız işe kendimiz bile şaşabiliriz.

Şimdi “Futuristic” açıdan bakıp, geleceği görmeye çalışalım… Yarın neler olabilir..?

1. Hiçbir şey olmaz…

Bugün parkta oturanlar ve Taksim’de atıp tutanlar yarın bu işten bıkarlar. Her gün üç beş kişi azalıp, bir hafta on gün sonra bu iş unutulur… On yıl sonra insanlar, Gezi Parkı üzerine kondurulmuş Lüks Otelin Lobisinde oturup.. “Vay be, on yıl önce burada ağaçların gölgesinde  oturup, ağaçların kesilmemesini savunmuştuk… Bak ne güzel bir otel yapmışlar…” diyebilirler. Çünkü insan oğlu kanaatini değiştirebilir. Yeni koşullara uyum sağlayabilir. Ama o ağaçlar kesilir… Gitti gider…

Yarın bir gün, zaten maçlar başlayacaktır, heyecan arayan bizim halkımız, Taksim heyecanından vazgeçecek, boyunlarında takım gösteren atkıları, eşortmanlarıyla takımlarının maçını seyretmeye sahalara gidecektir. Maçtan sonra da Taksim’e gelecek, yükselmekte olan “Topçu Kışla”sının gölgesi altında “Re re re… Ra ra ra…” diyerek takımlarının galibiyet sloganlarını atacaktır.

Taksim Gezi Parkı… gitti gider; ağaçları da herhalde yanmasa bile, belli ki mobilya olacaktır. .

2. Bir şeyler olur.

Halk bu meseleyi uzatır. Bir izzeti nefs meselesi olarak alır. Kendisine edilen hakaretleri ve inatlaşmaları kaldıramaz; “biz ölsek de bu Taksim Gezi Parkı’nın ağaçlarını size yedirmeyeceğiz…” diyebilir.

Büyük yönetici, millete bir söyler iki söyler ama ağaçların altına kilimi sermiş halk bu durumunu bozmaz; üstelik epeyde orada çoğalırlar; çadır yerine gecekondu bile kondurmaya başlar; hallerinden memnun seyyar satıcılar yerlerini vermek istemezler ve herkes Parkın elinden alınmasına kesin karşı gelir. Şimdiden kandil simitleri dağıtılmaya başlandı bile…

Yöneticimiz tekrar tekrar hatırlatır: “Ben o ağaçları kesecem, oraya da Topçu Kışlasını da oturtacam; ondan sonra da Otel mi yaparım, AVM mi yaparım, ona daha sonra karar veririm..” diyebilir.

Tekrar hatırlatır… Çıkın oradan…
 Karşılık gelir : “Oğlum bak, git…”
 Böyle karşılıklı restleşmeden sonra, Yöneticimizin bindirilmiş kıtaları (hani hazır bekletiliyordu ya…) ellerinde sopalar, arka ceplerinde tabancaları ile sahaya inerler. Bir sağa sola bakarlar , acaba Devlet’in babayiğitleri orada mı, diye… Onları da orada göremeyince, Parktaki delikanlıları temizlemek mesele mi… Bir iki güzel sopa.. Beş on kafa kırılması, göz çıkarılması (onun ötesini Allah bilir..)  saha RTE’nin oynaması için açılır.

Artık bir daha Taksim Gezi parkı’na girebilirsen gir… Çünkü orası bundan böyle, sopalı delikanlılara peş keş çekilmiştir… anlaşma zaten daha önceden yapılmıştır…

Bu tarla zaten satılmıştır. Neyin pazarlığı yapılıyor ki…

3. Senaryo Üç : İşler sarpa sarar…

Parkta oturanlar, gezenler; “Bu Park bizimdir, ellere vermeyiz…” diyenler dişli çıkar. Sopayı yeseler de, ertesi günü yine parka gelirler, sloganlarını atarlar… Bakarsın bu sloganlara bütün İstanbul da katılır. Kavga, dövüş bitmek bilmez. (Allah göstermesin, daha çok kan dökülebilir..) Ve artık millet azdıkça azar… Mesele ağaç meselesi olmaktan çıkar, memleket meselesi haline, döner.

Tabii, işin içine Cumhurbaşkanı, dişli Milletvekilleri filan girer. Bu arada bozuk sesler çıkmaya başlar ve birisi aniden, hatta can havliyle  “Hemen seçime gidelim…” diyebilir.

Tabi o arada, çözümlenmemiş sorunlar, hesaplar da ortaya çıkacaktır: Kim Cumhurbaşkanı olacak; kim Başkan olacak ? Cumhurbaşkanlığından düşen ne olacak? Bu durumdaki Başbakan Cumhurbaşkanı olabilecek mi? Kim kimi harcayacak? Bütün bunlar konuşulup, ortaya getirilecek…

Ama belli ki bazı insanlar bu süreç içinde hep kaybedecek, itibarları sıfırlanacak…

Sonra ne olacak? Seçim olsa; seçimden kazanarak çıksalar (nasıl oluyorsa, onlar her zaman kazanıyorlar!)

Bu iş bitecek mi? Onu Allah bilir. Bilir de biz de tahmin etmeye çalışıyoruz.

4. İşler  iyice kızışır.

Büyük Yöneticimiz, “inatta muratta bir..” tutumundan vazgeçmez. İşler giderek sertleşir. Her iki taraf da taviz vermez bir tutuma girer ve işler çarpışma, hesaplaşma boyutuna girerse, o zaman belki de bazı yöneticiler halkın karşısında   “Pes…”diyeceklerdir.

RTE pes diyecek, istifa edecek ve yeni bir hükümetin kuruluşuna kadar belki Deniz Baykal gibi geriye çekilecektir.

Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yıldızı parlayacak ve Başkan olarak Devletin başına oturacaktır.

5. Ondan Ötesi :

Daha hesap edilmeyen olasılıklar olabilir mi? Türkiye’de her şey olabilir. Ama bunları tahmin edebilmek çok zordur. Bazı şeyleri tahmin edebilmek ve söyleyebilmek cesaret ister. Bu satırların sahibi bazı şeyleri aylar öncesinden görüp söylemişti. Lütfen önceki Bloglarımıza bir bakın:

“Taksim Alanı ne olacak: 8.Şubat.2012” yazımızı ve öteki ilgili yazıları okuyunuz.

O bakımdan, halkımızın sağduyusu diyor ki : “Perşembenin gelişi, Çarşambadan bellidir.”

Ancak burada , karıncanın kısmetini kim bilebilir?

Bazı insanlar yarınlarını kendileri yapıyorlar.

Umut ederiz, daha çok gürültü patırtı olmaz.

Arka bele sokulan tabancalar çekilmez.

Arka sokaklarda bekletilen 200 bin kişiler harekete geçirilmez.

Bazı karanlık bulutlar var ama daha fazlasını görmek de söylemek de istemiyorum.

İnşallah her şey iyi olur, diye sözlerimi bağlıyorum.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..