Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '13

 
Kategori
Siyaset
 

Gezi Parkı: Olacaklar ve olması gerekenler

Gezi Parkı: Olacaklar ve olması gerekenler
 

Örgütlü toplum, tek ses


Maalesef ülkemizde, olması gerekenler ile olacaklar farklı şekilde gerçekleşiyor.
Biz fikrimizi beyan ederken, bir siyasi görüşün çerçevesinde değil, tamamen ideali arama anlayışı ile bir değerlendirme yapmaya niyetliyiz.
 
Gezi Olayları 'nın tüm aktörlerini sırayla incelemek, gerektiğinde de eleştirmek üzere başladık yazıya.
 
Protestocular, başbakan, polis, muhalefet, "akil olması beklenen insanlar", sivil toplum örgütleri vs vs ...
İlk olarak protestocular ... 
 
"
 
Mesele 3 ağaç değil " diyerek başlandı ... " Artık buramıza kadar geldi " dendi, " bu artık son damla, bu akdar da olmaz " diyenler oldu. 
 
Acaba gerçekten son damla bu muydu? Yani son dönemde tartışılan eğitim sistemi,  anayasa, hayvan hakları, çevre ile ilgili sorunlar, terörü çözüm (!) yöntemi, Suriye sorununda devlet olarak aldığımız tavır, Reyhanlı'daki patlama, düşürülen uçağımız vs vs gibi damlaların en sonuncusu Gezi Parkı'ndan birkaç ağacın sökülmesi ve sonrasında buraya yapılması düşünülen Topçu Kışlası denen tarihi (!) sanat eseri miydi son damlalar ?
 
Açıkçası sivil toplumu bu konuda eleştirmek durumdayım.
 
Keşke bu Gezi Parkı isyanından önce yukarıda sayılan konularda da aynı duyarlılık gösterilseydi.
 
İçki satışı ve kullanımına ve sonrasında da araçlarda sigara içilmesinin kısıtlanmasına ilişkin düzenlemeler sanırım yaşam tarzına doğrudan müdahale olarak konumlandırıldı ve insanları ayaklandıran önemli etkenler oldu sanırım.
 
Tabi, zararın neresinden dönülürse kardır. Bu isyan hareketinde olumlu bazı noktalar da vardı. En önemlisi, bu hareketin genelinin apolitik olması, harekete politik bir üslubun yön vermemesi. Fakat doğal olarak, bu tür toplumsal hareketleri fırsat olarak gören bir takım aşırı sol fraksiyonlar da bayrak gösterdiler. Genel olarak şiddet olayları da bu tür gruplar tarafından gerçekleştirildi. Bir de "sürü psikolojisi"ne kapılanlar ... Bunun dışında, duyarlı davranmaya çalışanlar görüldü. Polise ve çevredeki iş yerlerine, yapılara taş atılmaması, kışkırtıcı hareketlerde bulunulmaması gibi konularda birbirlerini uyaran gruplar ortaya çıktı. 
 
Sosyal medyada, muhalefet liderlerine; "siz beceremediniz diye meydanlardayız" göndermesi yapıldı. Bu doğruydu, çünkü şuan kime sorsanız, iyi bir alternatif olmadığından söz ediyor. Karşımızda, örgütlü, organize bir şekilde alanları da medyayı da kullanabilecek bir muhalefet yok maalesef. Meydanlar şimdiye kadar hep terör yandaşı parti tarafından kullanıldı. Sağ partiler meydanlara inme kültürünü sahiplenmedi. Hatta zaman zaman Bahçeli ; " ülkücüleri meydanlara çekemeyecekler " tarzında açıklamalar yaparak, kitlelerin alanlara inmesini tehlikeli bulduğunu, hatta içine çekilmek istenen kuyu gibi gördüğünü bile ima etti. Fakat son dönemde gerçekleştirdiği mitinglerle bu ürkekliğini biraz da olsa kırdığını söyleyebiliriz. [ bkz. Devlet Bahçeli'nin "Meydanlara İnmeyeceğiz" Tezine Eleştiriler http://blog.milliyet.com.tr/Uye/UyeBlogGiris/index.htm?BlogID=386325 ]
 
CHP ise, halk tarafından nasıl konumlandırılacağına karar verilememiş bir parti. Yani muhafazakar kesim, CHP'nin dine, ve dindara nasıl baktığı konusunda emin değil. Merkez sağ kesim de MHP ile CHP hakkında kararsız.  İlk dönemlerde AKP'nin ve Erdoğan'ın tüm merkez sağı bir partide toplayarak milliyetçilik, dindarlık gib hassas konuları kapsayıp sahiplenen bir tavır sergiledi ve sağ'daki merkez partileri sildi süpürdü. Fakat son dönemde Erdoğan'ın özellikle milliyetçilik konusunda, önceki tezlerine ters davranmaya başlaması ya da kendini yanlış ve eksik ifade etmesi bu kafa karışıklığını da haklı çıkardı. [ bkz. Siyasi Üslub http://blog.milliyet.com.tr/Uye/UyeBlogGiris/index.htm?BlogID=383656 ]
 
Erdoğan'a gelelelim ...
 
Hiç bir şekilde enpati kurmadığını söyleyerek eleştiriye başlayabiliriz. Bir ülkenin başbakanı olarak, üstelik te her  seferine " tüm Türkiye'nin başbakanıyım " açıklamasını yapan bir başbakan olarak hareket tarzı ile söylemlerinin çeliştiği bir durum çıkarttı ortaya. 25 Haziran 2013 tarihinde Polis Akademisi'nde yaptığ konuşmada polisin Gezi olayları sırasında polisin demokrasi sınavı geçerek kahramanlık gösterdiğini söyledi. Polis bu kadar eleştirilirken, aşırı şiddet kullandığına dair videolar sosyal medyada yayılırken, en azından bu konuya değinip, polisin görevini yaptığını ama arada aşırılığa karışan polislerin de gerekli cezayı alacağını belirtmesi aslında yeterli olabilirdi. Kasklardaki numaraları silen polisi kayıtsız şartsız savunmak, hukuksuzluğa prim vermekten başka birşey değil. [ Bir otoparka sığınan gençlerin bir grup polis tarafından kendilerinden geçinceye kadar jop darbeleri ile dövüldüğü, yere düşüp hareketsiz kaldıkları halde polislerin tekmelemeyi sürdürdüğü video görüntüsü için :
 
 
Kanımızca polis, bu sınavı geçemedi. Zaman zaman sosyal medyada, bizleri gülümseten, iyi şeyler de oluyormuş dedirten resim ve videolar gördük. Polisler ile protestocular arasında komik ve sıcak diyaloglar yaşandı. [ "Ne yapayım o..ayım mı?" diyen polis amirinin videosu  http://gundem.milliyet.com.tr/-bir-anda-kendimi-kaybettim-/gundem/detay/1726601/default.htm ]
 
Elbette ki polis, devletin kolluk gücü olarak hukukça belirlenen oranda ve gerektiğinde , İçişleri Bakanı, Vali gibi amirlerinden aldığı emirler doğrultusunda şiddet kullanma hakkına ve imkanına sahiptir. Fakat ağırlıklı olarak gördüğümüz, bir kısım polisin olayı kişiselleştirdiği, olayın bir tarafı haline geldiğidir. Bu noktada, polisin uzun ve zorlu çalışma satleri ile koşulları, aldıkları sorumluluğa göre düşük denebilecek maaşları vs gibi olumsuz şartların da bireysel olarak polisi baskı altına almıştır denebilir. Fakat hiçbir şart, polisin kendi vatandaşına, üstelik şiddet eylemleri kısıtlı bir topluumsal olayda, gereksiz şiddet göstermesini haklı çıkartmaz.
 
İstanbul Valisi - İçişleri Bakanı - Başbakan arasında koordinasyon eksikliği olduğu ama ilişkilerin ağırlıklı olarak Başbakan'ın çizdiği çerçevede ilerlediği görüldü. Yani bu emir komuta zincirinde Başbakan'ın üslubu ve karakteri ağır bastı denebilir.
 
Bu durumda halkın bir bölümü ile Başbakan sürekli karşı karşıya gelmiş oldu. Meydanda polis müdahalesinde Başbakan'ın üslubu ile karşılaştı halk, topladığı yüzbinlere seslenen Başbakan'ın üslubu zaman zaman tüylerimizi diken diken etti. Üslub hırçınlaştıkça hırçınlaştı ve o noktada başlayan hırçınlık, tabana doğru, bir çığ gibi artarak ulaştı. Çapulcu, ayyaş, vandal yakıştırmaları üst üste geldi ve neyse ki çok fazla değil ama yer yer gruplar arası kavgalar yaşandı, Erdoğancılar ve Protestocular olarak yeni bir bölünmenin yaşandığı görüldü. Bu, en büyük tehlikedir. Türk halkının yeni bir bölünme denemesine ihtiyacı yok.  Ve siyasi liderler ile Başbakan'ın buna ön ayak olmamak için,  tarihi misyonları olduğunu unutmamalarını umuyoruz.
 
Sivil Toplum Örgütleri
 
Bu noktada, sivil toplum örgütleri, örneğin çevre ve doğa örgütleri, örneğin iş örgütleri, örneğim etki alanı oln sanatçılar, akademisyenler, yazarlar ... " akil olanlar " ... İlle de kendilerine görev ve paye verilmesini mi bkliyorlar acaba ? İnisiyatifi şimdi almayacaklar da ne zaman alacaklar diye düşünmeden edemiyorum. Başbakan ve hükümet cephesi ile protestocular cephesi artık her türlü uzlaşma önersi ve hamlesini " geri adım " oalrak değerlendirdiğinden, arabulucu akillere ihtiyaç var. Terör örgütü ile neden anlaşmak durumunda olduğumuzu anlatan akiller değil, hükümetin vatandaşını anlaması gerektiğini, şiddet eylemlerine dönüşmeden bir uzlaşma, en azından bu insanları anladığını gösterir bir anlayış emaresi göstermesi gerektiğini, protestoculara ise, bu kadar geniş katılımlı  ve siyaset üstü bir dayanışma ile önemli bir ses  getiren bu eylemin nerede durması gerektiğine doğru karar verilmesi gerektiğini, bundan sonra da konunun takip edilebilmesi ve tek ses çıkabilmesi için belki bir platform oluşturulabileceğini, eylemler uzadıkça aşırı uç örgütlerin bunu değerlendirip şiddet eylemlerini arttırabileceğini hatırlatan olgun ve aydın insanlar.
 
Örgütsüz olmaya alışık toplumumuzun gerek hobi, gerek siyaset, gerek doğa ve çevre,  gerek spor gibi konularda söz hakkını doğru ve ses getirebilecek şekilde kullanabilmek için artık değişik alanlardaki sivil toplum örgütlerine katılmasının bir gereklilik olduğunu görüyoruz. Bu şekilde, artık tek ses, daha organize bir şekilde, nerede duracağını ve nasıl bir mesaj vereceğini bilen bir toplum olabiliriz sanıyorum.
 
Tabii, sonuç oalrak bu sıraladıklarımızın hiç birinin olmayacağını düşünecek güçlü veriler var elimizde. Ne Başbakan, ne protestoculari ne sivil toplum örgütleri ne de aydınlarımız (!) inisiyatif almayacak, uzlaşmayacak, geri adım atmayacak. Gerginlik siyaseti, bizden her geçen gün daha çok şey götürecek, dünyada söz hakkımız biraz daha gerileyecek, yine AB'den nasihatlar alacağız, daha önce AB'ci olan Başbakanmız bu sefer AB de kimmiş diyecek, ve bugün Polis Akademisi'ndeki konuşmasında belirttiği gibi herşeyin güllük gülistanlık olduğunu, toplumuzda herkesin huzurlu olduğunu söyleyecek. Yine inananlar olacak ... Yine inanmayanlar olacak ...
 
Ama uzlaşma hiçbirzaman olmayacak ...
 
Toplam blog
: 22
: 358
Kayıt tarihi
: 09.10.12
 
 

  >İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ULUSLARARASI İLİŞKİLER 2000 Mezunu, >Beykent Ü..