Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '09

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Gıda güvenliği & GDO

Gıda güvenliği & GDO
 

benden


Dün bazı televizyon kanallarında, mandalina, portakal, kayısı muz gibi meyvelerin kanserojen maddelerle olgun görünsün diye sarıya boyandığı haberi geçmişti. Görüntüye de bir potada fokurdayarak gazlar çıkaran kurşun eriyiğine benzer bir madde getirilmişti. Bu fokurdatılan maddenin ne olduğunu bilmesem de sarartma denen meyve olgunlaştırma işlemini az çok bildiğimden dolayı, grip salgını getiren bir kış başlangıcında bu sorumsuz ve atmasyon haber sinirimi bozmuştu. Bugün, 14 Kasım Cumartesi saat on biri on geçe, TRT 2 kanalında yayınlanan "Alan Razı Satan Razı" tüketici programında konuya açıklık getirildi. Ayrıca GDO için çıkarılan yeni yönetmelik hakkında bilgilendirme yapıldı.

Meyve sarartma işlemi, hasat sırasında olgunlaşma evresini tamamlayamamış meyveyi gene doğal etkilerle olgunlaştırma işidir. Bunun için kullanılan madde etilen hormonudur. Gaz halinde olan bu hormon bitkilerin kök yumru ve bezelerinde, çiçeklerde, yaşlanan yapraklarda ve olgunlaşan tüm meyve ve sebzelerde vardır. Işık etilen üretimini artırıcı bir etkendir. Eğer bu hormon gazı olmasaydı, meyveler tadı damağımızda kalan olgun tatlarını alamazlardı.

Etilen gazının taşınması hücreler arasındaki bağlantılı boşluklar sayesinde olur. Gaz halinde olduğundan meyvenin içinde sadece kapalı devre bir dolaşım yapmaz, dışarı kaçarak havaya da karışır. Bu yüzden olgun elmaların yanına konan az olgun elmalar hızla olgunlaşır. Hatta olgun elmaların yanına konan yeşil muzlar sararmaya başlarlar. Sanırım bu yüzden atalarımız, "Üzüm üzüme baka baka kararır" demiştir. İşte bu özelliğinden dolayı üretilen etilen hormonu , hasat sonrası olgunlaşmayı tamamlayıcı bir unsur olmasıyla ticari bir değere sahiptir. Elbetteki henüz daha yeşil bir çağla etilen hormonu verildiğinde sararıp olgunlaşarak ballı bir şekerpare kayısıya dönüşmez. Bu tamamen olgunlaşmasına az bir evre kalmış meyveler ağaçta bırakılmasın, ikinci bir hasat masrafı yapılmasın diye uygulandığında kaliteyi artırıcı bir yöntemdir.

Kısacası renginden ürkerek olgunluk sarısı mandalina, muz ve kayısı benzeri meyveleri yemekten kaçınmak anlamsızdır.

Gelelim bu GDO meselesine. Bunun anlamı genetiği değiştirilmiş organizma demektir. Baştan açıkça belirteyim; ben insan gıdası olarak kullanmak üzere organizmaların genetik yapılarının yapay yöntemlerle değiştirilmesine karşıyım. Şimdilik GDO teknolojisiyle üretilmiş insan gıdasına ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Bu değişim doğanın kendi işlevsel yapısı içinde doğal zorunluğa ve ihtiyaca karşılık gelecek biçimde kendiliğinden çevresiyle uyumlu kalarak gerçekleşmelidir. Bu sayede benim canlı doğamın da bu değişime uyum gösterme fırsatı bulabileceğini, ya da tarafımdan yenilebilir olmasında fayda sezen bir organizmanın kendi genetiğini benim canlı doğamla uyumlu kalacak biçimde değiştireceğini düşünüyorum. Çünkü ben sezebiliyorum ki, bir meyvenin, tohumun, bitkinin ve de hatta hayvanın başka bir canlı organizma tarafından yenilebilir olması, doğal canlılığın varoluşu ve çeşitlenerek çoğalmasıyla ilgili ekolojik sarmalın en önemli sistematiğidir.

Her ne kadar genetik olarak doğal olan gıdalarla beslenmeyi yeğlesem de, bu alanda bilimsel çalışmaların yapılmasına karşı değilim. Bu bilimsel çalışmalar insanlığın dünya dışında da var olabilme arzusuna hizmet etmesi bakımından önemlidir. Ayrıca yeryüzündeki iklimsel koşullara daha dayanıklı türler elde etmek için de önemlidir. Aşırı neme veya kuraklığa dayanıklı organizmalar elde ederek olası bir küresel iklim felaketinde kullanmaya hazır işe yarar bilgi olarak saklanabilir.

Aslında şu anki besin türü GDO'lar genetik özellikleri tam olarak değiştirilmiş bile değillerdir. Bunlarda yapılan şey gen dizilimini değiştirmektir. Zaten canlılar aleminin parçalanmış genetik kodlarında çok da fazla değişkenlik yoktur. Asıl değişkenliği bunların DNA sarmalındaki diziliş sıralaması ortaya çıkarır. Üretimi yapılmakta olan GDO'larda DNA dediğimiz yapının temel yapı taşları değiştirilmiş değildir; yani yine Deoksiribonükleik asit (DNA) dediğimiz şey, G(guanine), C(cytosine), A(adenine) ve T(thymine) yapıtaşlarından oluşmaya devam eder. Ve protein dediğimiz şey yine bildiğimiz amino asit zincirlerinden oluşur.

İşte bu bilgiye bağlı olarak GDO savunucuları iddia etmektedirler ki, GDO olan bir gıda, sindirim sisteminde zaten doğal olan yapı taşlarına ayrıldıktan sonra metabolizmanın kullanımına sunulduğundan zararlı olamaz. Mantığıma yatkın bir sav olsa da ben henüz insanların GDO ile beslenme zorunda olduğu kanısında değilim. Bu yüzden bu GDO araştırmaları şimdilik doğrudan insan gıdası üretimine geçmeden, bilimsel alanda deneylenip bilgiye dönüşmekte kalmalıdır. Aklımın yattığı kadarıyla, GDO, doğrudan insan gıdası dışındaki sanayinin ham maddesi yapılan bitki tarımında ve hayvan yemlerinde kullanılabilir olan bir biyo-teknoloji olarak sürdürülmelidir.

TRT 2'de "Alan Razı Satan Razı" programından aldığım GDO bilgileri bana güven verdi. Bu güven, hem programın uzman konuklarından hem de bu programın ciddiyetle uzun zamandır sürdürülmesinden kaynaklı oluşmuştur. Ayrıca bu programın AB ödüllü bir tüketici programı olduğunu duymuşluğum da var. İşte programdan kaptığım bilgilenme....

Her şeyden önce Türkiye'de GDO olarak sebze ve meyve tarımı yapılmıyor. Buna rağmen konu hakkında program yapanlar nedense ısrarla semt pazarlarında, manav tezgahlarında kamera döndürmekteler. Sanırım bunu görünütüyü güzelleştirmek için yapıyorlar; ancak bu büyük bir sorumsuzluk örneği; çünkü televizyon izleyicisi görüntüyü de bilgi olarak algıladığından sebze ve meyveleri yemenin sakıncalı olduğunu düşünecektir.

Türkiye'de pamuk, soya, kanola ve galiba bir miktar da mısırda hayvan yemi üretmek üzere genetiği değiştirilmiş tohum kullanılmaktadır. Bunların insan gıdasında kullanılmasını yasaklayan . GDO yönetmeliği çıkmış olsa da uygulama ekonomik sürecin doğası gereği hemen olamayacağından şimdilik alabileceğimiz tedbir bu ürünler ve türevlerini içeren gıdalardan uzak durmaktır. Türevleri derken bunların işlenmesiyle elde edilen katkı ve yan ürünlerden söz etmekteyim; mısır nişastası, soya lesitini, pamuk yağı gibi...

İyi haber şu ki GDO olan yemlerle beslenen hayvanların genetik yapısında her hangi bir değişime rastlanmamıştır. Ne öz sularında, ne etlerinde, ne kemiklerinde genetik değişime, ya da yedikleri GDO ürünlerinden geçip de bünyelerinde biriken GDO kalıntısına rastlanmamıştır. Bu araştırmalar uzun yıllar yapılmıştır. Belki de bu yüzden artık tüm dünyada GDO olan yemler besi ve süt hayvancılığında kullanılmaktadır. GDO ürünleriyle beslenen hayvanların sadece etleri değil, sütleri ve yumurtaları da güvenle yenebilir.

Ben burada araya girip belirteyim ki asıl tehlike meyve, sebze ve hayvan besiciliğinde kullanılan denetimsiz ve bilgilenimsiz ilaçlardır. Sanıldığı gibi hormonlar değil, asıl tehlike rast gele kullanılan ilaçlardır. Bu yüzden, antibiyotikler, haşere küf ve mantar ilaçları veteriner ve ziraat mühendislerinin izni ve denetimiyle kullanılmalıdır. Bu konuda çıkarılan kanun gereği artık tarımsal ilaçların da reçete ile satılabilecek olması gelecek için müjdeli bir haberdir.

GDO yönetmeliğine en sıkı karşı duruş, GDO olmayan ürünlere, "GDO değildir" etiketi yapıştırılmasını istemeyen duruştur. GDO olan ürünleri etiketleme zorunluluğu getirilmiş olduğundan, "GDO değildir" demenin anlamı zaten kalmamıştır. Bu tıpkı, " ürünlerimizde domuz yağı ve domuzdan elde edilen katkı maddesi yoktur" demeye benziyor. Oysa esas olan domuzdan elde edilen her hangi bir madde kullanılmışsa belirtilmesidir. Olmayanı etiketlemeye başlarsak liste bitmez; kanserojen ve başka türlü zararlı olan binlerce unsur ve maddeyi 'yoktur' diye sıralamak gerekir. Bence ürünün tamamen veya kısmen GDO içerdiğinin belirtilmesi yeterlidir.

Bana kalırsa, halihazırda market raflarında satılmakta olan ve GDO olmayan birçok hazır gıda GDO'lardan bile daha zararlıdır. Her şeyden önce bu hazır gıdalara eklenen sentetik lezzet ve kıvam artırıcılar ve bozulmayı geciktirici asitler ile tuzlar sırf tansiyon bozucu etkisiyle bile büyük tehlike. Ayrıca bu tür beslenme tutkusu insanı şişmanlatarak öldürebilir. Her gün böyle katkılarla işlenmiş çerez ve cipslerin tonlarcasını çatır kıtır iştahla mideye indirirken GDO karşıtı pankart açmak, bana cep telefonuyla direksiyonda bile konuşan, fakat mahallesine kurulan baz istasyonunu taşa tutan insanı hatırlatıyor... Artık bilimsel bir gerçek oldu; baz istasyonu değil, bilinçsiz kullanılan cep telefonu öldürüyor.

Bu GDO karşıtlığı tıpkı kolalı içeceklere karşı çıkarken diğer gazlı ve şekerli içecekleri masum göstermeye benzemesin. Toptan bir karşı duruşla GDO ile birlikte tüm katkılı hazır gıda ve çerezlere karşı bilinçli bir tavır takınılmalıdır. Bu bilinçlenme için de her şeyden önce tuzun ve şekerin tuzaklayıcı lezzetinden vazgeçmek gerekir. Şekerden, tuzdan ve bol yağlı tatlardan vazgeçemeyen boşuna debelenmesin.

Asıl uğraşımız bence, doğal ve basit olan gıdalarla sağlık açısından dengeli bir beslenme bilinci edinebilmek olmalıdır. Bunun da değişmez bilgisi mevsimsel sebze ve meyveleri olabildiğince taze ve çiğden yemek, süt ve et ürünlerini azar azar fakat sürekli tüketmek, yemekleri kendi haline suda pişirmek; bakliyat ile pilavı ve bakliyat ile eti bir arada değil de farklı öğünlerde ayrı yemek; pilav, makarna, kuru bakliyat gibi bol karbonhidratlı yemekleri ekmeksiz yeme alışkanlığı gibi….. ve buna benzer gibi gibi bilimsel beslenme kültürü edinmektir.

Bir gıdanın güvenliği önce hukuk tabanında devlet eliyle yapılan toplumsal denetimin etkinliği, sonra ve bence en önemlisi onu tüketmesi beklenen insanın beslenme bilinci kadardır...

Muharrem Soyek

BİLGİ EKLEMİ:

Karşıt görüşün ileri sürdüğü gibi, gen değişikliği yapılmış olan gıdanın sindirelemeyeceği savı bence geçersizdir. Keşke sindirilemez olsaydı; o zaman bu GDO’lar ticari bir değer olmaktan kendiliğinden çıkarlardı.

Taraftar görüşün ileri sürdüğü gibi, uygulamadaki tarım tekniklerinin artık dünyayı doyuramadığı savı da bence geçersizdir. Çünkü açlık sorunu yetersiz tarımsal üretimden çok, tarım ürünlerinin ticari değerini koruma politikalarından kaynaklıdır. Asıl sorun refahı satın alabilecek küresel ve ulusal gelirlerin dengesiz paylaşımıdır. Yani dünya piyasasında fiyatı düşmesin diye yakılan veya gömülen tarımsal ürünler varken tarımsal üretimin dünya insanlarını beslemeye yetmediğine nasıl inanabilirim? ABD'de 36 milyon insan gıda yardımı almaktadır. Her 10 Amerikalıdan birinin açlık çektiği söylenmektedir. (TRT2 "dünyaya bakış" 17 kasım 17:30) Şimdi bunu ABD'deki yetersiz tarımsal üretime nasıl bağlayabilirim ki?

Kısacası, GDO her ne kadar bir yanıyla tarımsal üretimi artırma teknolojisi olarak kullanılabilse de, doğrudan aç insanları doyurmayı amaç edinmiş bir biyo-teknoloji araştırması değildir. Bu basit ifadesiyle bilimsel bir çalışmadır. Bu bilimsellikten faydalanarak aç insanları sağlıklı biçimde beslemekse ulusal ve uluslararası politikaların işidir... Bu politikaların insansıl hedefleri de, özellikle ekonomi, çevre ve sağlık alanlarıyla yakından ilişiklidir.

GDO, genetiği değiştirilmiş organizma demek oluyor; bu yüzden sadece GDO destekçisi veya karşıtı olmak yeterli anlamı veren bir ifade olmuyor. Ben kendimi bu konuda şöyle ifade etmeyi uygun bulmaktayım: -Ben GDO’ların insan gıdası olarak sırf ticari çıkarları tatmin etmek için üretime alınmasına karşıyım. Ve gene ben, GDO araştırmalarının sürdürülmesinden ve bilimsel maksatlı üretim yapılmasından yanayım. Hatta bu araştırmaların bitkilerle sınırlanmayıp tüm canlı organizmalarda yapılmasından yanayım. Genetik bilimi, gelecekteki olası yok edici yaşam koşullarına insanın hızla uyum sağlayabilme bilgisini şimdiden üretmelidir.

***
Şimdi bir de konuya yakından ilgili olan birinden aktaracağım bilginin ışığıyla bakalım:

"Genetiği değiştirilmiş organizmalar GDO, son on yılın sanırım en büyük biyoteknoloji tartışmalarından bir tanesi. Genellikle böceklerden korumak için kullanılan yöntem ilaçlamadır. Küf, mantar ve böceklenme sorunlarının çözümünde genellikle bitkinin sahip olduğu bilginin (genome) değiştirilmesi yerine tarım ilaçları kullanılır. İlaçlamadaki en büyük ve çok tehlikeli sorun doz aşımıdır; ve bazen de uygun ilaçlamaya rağmen ticari kaygılarla ilaç kalıntısını hasattan önce def edecek kadar beklenmeyişidir.

Aslında GDO ilaçlı tarımın yerine konabilecek yöntemlerden biridir. Yapılan çok basittir. Kış aylarında yetişen bir meyve veya sebze düşünün; onu soğuk havalara dayanıklı yapan genler izole edilerek hedef organizmaya aktarılır. Ya da bir bitkinin kurak ve çorak yerlerde büyümesini sağlayan genleri çok suya alışmış başka bir bitkiye aktarılır. Halk içinde "gen aşılaması" denen bu aktarma ve yerleştirme teknikleri oldukça çeşitlidir. Önemli olan hedef organizmanın bunu dışlamayıp benimsemesidir. Bunu da sağlayabilecek bir çok yöntem geliştirilmiştir.

Doğada farklı türler arasındaki genetik alışveriş en iyi tek hücreli canlılarda gözlenir. Aynı ortamda yaşayan bakteriler plazmid değiştirimiyle ortamdaki tehlikelere karşı bağışıklık kazanırlar. Genlerini bu şekilde harmanlama işini, ortama (hücre dışından) salgılanan enzimleri içeri alarak da yapabiliyorlar. Zaten genetik mühendisliği diye adlandırdığımız dal da bunu yapay ortamda taklit ediyor. En eski örneklerinden birisi "Escherrichia coli" ye insan insülin geni eklenerek şeker hastaları için insülin sentezi sağlanmıştır. Bu bir GDO uygulamasıdır. Ekmekte ve peynirde kullanılan maya da buna benzer biçimde üretilmektedir. İnsülinden başka, gıdanın dışında iyileşmek için aldığımız birçok ilaç vardır ki, hepsinde benzer GDO teknolojisi kullanılır. Örneğin: Hepatit B aşısı ve büyüme hormonu.

Eğer içinizi rahatlatacaksa bilin ki, güçlendirilmiş bir organizma yaratıldığında geçtiği evrelerde küçük bir gruba bile alerjik etkisi olmamasına dikkat edilir. Hayvanlarda denenir. Uzun dönemde büyük zararı olacağını söyleyen bilim adamları oluyor; ancak son beş yıldır bu besinler tüketilmelerine rağmen öngörülen zararlı bir etkisi görülmedi.

GDO olarak en sevdiğim ürün, "Golden rice". Bol A vitaminli pirinç. Böylelikle yılda 500.000 kişinini A vitamini eksikliğiyle görme kaybı veya bozuklukları önleniyor. Yurtdışında satış oranı çok yüksek. Gene bir başka pirinç GDO teknolojisiyle demirden zengin duruma getirildi.

Genetiği değiştirilmiş birkaç ürün:

Kanola yağına - E vitamini eklendi- Antioksidan etkisi var
Domatese -Flavonoid- yine antioksidan özelliği var
Şeker pancarı - kalorisi azaltıldı.

Gıdanın dışında iyileşmek için aldığımız bir çok ilaç vardır ki, hepsinde benzer GDO teknolojisi kullanılıyor.

Umarım biraz olsun GDO ile tarım ilaçlarına karşı önlem almanın, GDO'ya karşı alınması gereken önlemden daha acil olduğunu açıklayabilmişimdir.

Hilal Varinli

Research Assistant
Dept. of Chemistry and Biomolecular Sciences
Building E7A, EMMA Laboratory
MACQUARIE UNIVERSITY, NSW 2109
***

İYİ BİR GELİŞME OLDU:

Tarım ve Gıda Bakanlığı yönetmelikte değişiklik yaptı. 20 Kasım 2009. Artık gıda ürünlerine "GDO'suzdur" bilgisi konabilecek. Ve ayrıca AB'de olduğu gibi binde 9 oranı gözetilmeden, GDO oranı ne olursa olsun ürünün GDO olduğu etiketlenecek.

KÖTÜ BİR GELİŞME OLMUŞ: (03-12-2009 duyumlu)

Danıştay GDO yönetmeliğini iptal etti, yürürlükten çıkardı. Şimdi yeni bir düzenlemeye kadar GDO ürünleri denetimsiz olarak yurda girmeye devam edecek. Danıştay GDO denetimi ve yasağının yönetmelikle olamayacağı ilkesinden yola çıkarak bu kararı almış. Aslında yönetmeliğin kamu yararı da gözetilerek uygun kanun yapılıncaya kadar belirlenen bir süre yürürlükte kalması da kararlaştırılabilirdi.

İYİ BİR HABER:

24 Aralık 2009 Danıştay kararı:
Gene danıştayca yürütmesi durdurulan GDO yönetmeliğine Tarım ve Gıda Bakanlığı'nın yapmış olduğu itirazı Danıştay Yüksek Kurulu kabul etti. 10 Ocak 2010, Gerekçeli karar ile yönetmeliğin iptali kaldırıldı; GDO yönetmeliği yeniden yürürlükte.

*Muharrem Soyek

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..