Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '09

 
Kategori
Kitap
 

Gıdalar Ambalajlar Silahlar Ve Açlar

Gıdalar Ambalajlar Silahlar Ve Açlar
 

Resim www.kitapturk.com adresinden alınmıştır.


Sorarım size, sağlıklı beslendiğinize inanıyor musunuz diye, tercihlerini doğal gıdalardan yana kullananlara...

Sağlıklı bir yaşam için dikkat edenler, dikkat etmeyenler ve dikkat edip etmeyeceğine karar veremeyenler Mebruke Bayram'ın Gıdalar Ambalajlar Silahlar ve Açlar adlı kitabını mutlaka okumalı.

Tonlarca para harcanarak yapılan onlarca reklamla bilinçaltımızda yer edinen ve alışveriş merkezlerinde tercihlerimiz arasına yerleşiveren pek çok gıda nasıl üretiliyor acaba? Yemyeşil bayırlarda mutlu insan profillerinin eşlik ettiği doğal sütler gerçekten doğal mı acaba? Ya da özellikle hijyenik diye tercih etmekte olduğuklarımız gerçekten öyle mi?

Genleriyle oynanmış gıdaların gelirleri kimlerin zenginliklerine zenginlik eklemekte de, diğer yandan hastane köşelerinde genleri mutasyona uğradı diye kimler kıvranmakta? Acaba karnı açlarla vicdanı açlar arasında denge var mı dünya da?

İşte tüm bu duyguları uyandırdı bu kitap bana.

Kitabın Adı: Gıdalar Ambalajlar Silahlar Ve Açlar

Yazarı: Mebruke Bayram

Sayfa Sayısı: 152

Yayın Evi/ Tarihi: Hayy Kitap 12.2008

Yazarı aşağıdaki tümcelerle anlatmış kitabını kapak arkasında:

" Gıdaların sofralarımıza gelene kadar geçirdiği evrelerden haberdar mıyız? Kentli tüketici, gıda ambalajlarının üzerindeki resimlerde ya da televizyon reklamlarında sunulan köy manzarasını gerçek sanıyor. Oysa reklâmlarda gördüğümüz, sebze toplayan güler yüzlü köylü kadınların, yemyeşil kırlarda yayılan mutlu ineklerin gerçek dünyayla uzaktan yakından ilgisi yok. Gıda, bize gösterildiği gibi üretilmiyor. Tohumların genleriyle oynanıyor. Tohumlar kısırlaştırılıyor. Kimyasal tarım ilaçları, hormonlar, sentetik gübreler atılıyor toprağa. Tavuklar kafeslere, inekler beton bölmelere hapsediliyor. Tarlaları transgen tohumlar, soframızı tek tipleşmiş, ambalajı hoş ama içi boş gıdalar ele geçiriyor. Sömürülüyoruz, kravatlı kötü adamlar güzelim gıdalarımızı gasp ediyor. Frankeştayn ürünler kakalanıyor sofralarımıza

Gıdalar artık beslemiyor, aksine hasta ediyor bizleri. Aslında gıda olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşüyor; uluslararası siyaset arenasında, yeri geldiğinde bir silah, yeri geldiğinde pazarlık masalarında tehdit unsuru olarak kullanılıyorlar. Dünyada açlığı ortadan kaldırmak adına yapılan bilimsel çalışmalar olarak sunulan GDO'lar insanlığı açlığın sınırına getirmiş vaziyette. Dünya halklarının zengin gıda çeşitliliği ve kültürü yavaş yavaş yok ediliyor. Asıl üretici açlık çekerken ulusötesi ticaret tekelleri akıl sınırlarını zorlayacak büyüklükte paralar kazanıyor."

Ayrıca yazdığı bir makalede aşağıdaki satırları paylaştı bizlerle:


Gıdalar ve silahlar

Sofranızdaki gıdanın nasıl üretildigini biliyor musunuz? Marketten aldığınız süt ambalajında resmedilen yemyeşil kır manzarasının üzerine yayılmış mutlu ineklerin, yumurta ambalajının üzerindeki sevimli tavukların yaşadığı reklam dünyasının gerçek dünyayla ne kadar bağdaştığını hiç merak ettiniz mi? Günümüzde gıda üretimi, mutlu insanların çalistigi, hayvanların yeşil çayirlarda yayıldığı çiftlik manzaraları içerisinde gerçekleşmiyor. Gerçekteki manzaranın tarifi epeyce zor
.
Kırsal alandaki nüfusun büyük bir kısmını küçük çitfçilerin oluşturduğu ülkemizde ve benzer azgelişmiş ülkelerde, köyler ve yeşil tarlaların oluşturduğu pastoral manzara henüz tam olarak geçerliliğini yitirmemiş durumda, ancak bu manzaranın içerisinde yaşayan insanların mutlu olduğunu iddia etmek biraz güç. Çünkü kırsal alan daha önce gelişmiş ülkelerde yaşanmış olan bir süreçten geçiyor: tarım şirketleşiyor. Kapitalist üretimin tarımsal alana hakim olmaya başlamasının bir sonucu olarak ortaya çikan bu durum, gelişmiş ülkelerde bile tamamlanmış sayılmaz, ancak oradaki manzarayı tarif etmek, ülkemiz ve benzerlerinde yeni başlayan sürecin nereye varacağını görmemiz açısından faydalı olabilir
.

Tarımın Şirketleşmesi

Gelişmiş ülkelerdeki tarım, bir çesit fabrikaya dönüşmüş arazilerde yapılıyor. Endüstriyel tarımsal üretimde kullanılan girdilerin büyük bir kısmı sentetik gübre, ilaç, tarım makineleri yakıtı, makinelerin bakımı, elektrik enerjisi, taşima, dağıtım, tohum, sulama gibi kalemlerden oluşuyor. Üretimden kazanılan para da yukarıdaki girdileri edinmek için harcanıyor. Harcamalardan geriye çiftçinin elinde kalan pay sözü edilmeye değmeyecek kadar az. Çiftçiler ürün alabilmek için büyük oranda yukarıda bahsedilen girdileri üreten şirketlere bağlı durumda. Çiftçi kendi arazisinde nasıl üretim yapacağına karar vermekten aciz, çünkü bir tekelle yaptığı sözleşmeye göre üretim yapıyor, hangi ürünü üretecegi, hangi tohumu kullanacağı, tarlasına hangi ilacı atacağı, hasadı ne zaman yapacağı firma tarafından belirleniyor
.

Günümüzde tarım ve gıda alanında dev tekeller haline gelmiş 8-10 ulusaşirı şirket, dünya gıda üretimi ve ticaretinin önemli bir kısmına hakim durumda. Altı şirket, dünya tahıl ticaretinin yüzde 85’ine hakim. Sekiz şirket kahve satışlarının yüzde 60’ını kontrol ediyor. Gıdanın yalnızca üretimi değil, dağıtımı ve nakliyesi de sözü edilen şirketlerin kontrolü altında. Özellikle insanların besin ihtiyacının büyük bölümünü karşilayan mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları hakimiyetleri altına almak için büyük savaşlar veriyorlar. Sözü edilen savaşları kazanmak uğruna sergilenen davranışların, bildiğimiz savaşları kazanmak için yapılanlardan fazlaca bir farkı yok
.

Bu savaşların gıda üretimi ve ticaretini nasıl etkilediğinden daha sonra söz edeceğiz. Ancak öncelikle pastoral manzaralı çiftliklerden, fabrika-çiftliklere nasıl gelindiğini anlamak için “Yeşil Devrim” sürecinden söz etmek gerekiyor
.
“Devrim”den kasıt; tarımda yapay gübrelerin, yabani ot ve böcek ilaçlarının ve tarım makinalarının kullanılması sayesinde elde edilen rekor üretim artışları. Çarpici adından da belli olacağı üzre, “Yeşil Devrim” büyük bir propagandayla sunuldu. Dünya nüfusu hızla artmaktaydı, bu kadar insanı doyurmak için birim alandan elde edilen ürün miktarının artırılması gerekmekteydi. Tabii bu iş, tarım makinaları, kimyasal ilaç ve gübreler vb. araçlar yoluyla yapılacak, buğday, pirinç gibi çok tüketilen ürünlerde çaprazlama deneylerinin başarıya ulaşması sonucunda elde edilen yüksek verimli tohumluklar kullanılacakt
ı.

Ürün miktarında gerçekten çarpici artışlar sağlandı. Rekor ürün artışlarının yanısıra, tarım makinası, kimyasal ilaç ve girdi satan şirketler de rekor kazançlar elde ettiler. 19. yüzyıl sonlarından beri yavaş yavaş ilerlemekte olan kapitalizmin tarımsal alana hakim olma süreci, 1970’li yıllara denk gelen “Yeşil Devrim”le birlikte yeni bir aşamaya geldi. Süreç, küçük firmaları, daha sonra da birbirlerini yutarak büyüyen firmaların tekellere dönüşmesi ve tarım sistemindeki egemenliklerini iyice pekiştirmesi, üretimden satışa kadar her türlü aşamaya hakim olmalarıyla sonuçland
ı.

“Aç insanları doyurmak” gibi fiyakalı sloganlarla propaganda edilen yeşil devrim, üretimde elde edilen rekor artışlardan ibaret değildi elbette. Yüksek verimli tohumluklar ürün artışı sağlıyordu ancak iyi toprak, düzgün iklim koşulları, ayarında su ve güneş istiyorlardı, yani biraz fazla hassastılar. Fazla tane elde edebilmek için boyları kısalaştırılmış, bedenleri küt hale getirilmişti, bu yüzden fazla sulamaya gelemiyor, ancak az suda da yaşayamıyorlar, ayrıca geleneksel tohumların üç katı gübre istiyorlardı. Bu tohumları kullanmak için sentetik gübre, haşere ve ot ilacı, sulama sistemi ve tarım makinaları kullanımı şarttı. Bu koşulları ancak ekonomik durumu iyi olan nispeten büyük çiftçiler yerine getirebildiği için yeni tohumluklardan onlar daha fazla yararlanabildi. Artan üretim, fiyatları da aşağı çektigi için küçük toprak sahipleri ve ortakçılar kendi aleyhlerinde gelişen rekabet ortamı nedeniyle büyük zararlar gördüler
.

Tarımsal alanda, gelir dağılımı adaletsizlikleri, toprak dağılımındaki adaletsizlik, sömürü ilişkileri, eğitimsizlik vb. sorunlar endüstriyel tarım sistemi gündeme gelmeden önce de oldukça yaygındı, yeşil devrim sayesinde zengin ve fakir çiftçiler arasındaki gelir farkı iyice arttı. Küçük çiftçiler, verimsiz ya da sulak olmayan topraklarda tarım yapanlar yoksullaşmaya, topraklarından çözülmeye başladılar
.

Yeşil devrimin yarattığı yıkım yalnızca sosyal ve ekonomik alanla sınırlı kalmadı, endüstriyel tarımın kullandığı kimyasallar ve bazı teknikler büyük çevresel sorunlara yol açmaya başladı. Tarımsal üretimin bir çesit fabrika-çiftlik haline gelmiş alanlarda yapılmaya başladığını söylemiştik. Küçük çiftçilerin toprağını yitirmesi ya da sözleşmeli tarıma teslim olarak kendi toprağında bir çesit işçiye dönüşmesi sonucunda ürün çesitleri belli alanlarda toplanarak çok geniş arazilerde tek tip olarak ekilmeye başladı. Böylece ürünlerin toplanması, işlenmesi, dağıtımı gibi konularda daha verimli sonuçlar alınabiliyordu. Monokültür, yani tektipleşme; tarımsal zararlıların artması, piyasayı ele geçiren yüksek verimli tohumlukların yerel türleri yok etmesi ve tarımsal genetik çesitliligin azalması gibi sonuçlar doğurdu. Günümüzde tarım ürünlerdeki tek tipleşme her geçen gün daha da artarak sürüyor
.

Böcek ilaçları tarım açısından zararlı etkide bulunmayan böcekleri ve başka hayvanları da öldürmeye başladı. Ürünlerin belli alanlarda toplanarak ekilip dikilmesi araya taşima mesafelerinin girmesine yol açtı. Buna tarlalarda kullanılan mekanik aletler de eklenince tarımda petrole bağımlı hale gelindi. Aşirı üretim, aşirı sulama gibi nedenlerde topraktaki besleyici maddeler azaldı, toprağın yoksullaşması, erozyon, verim kayıpları, tuzlaşma, alkalileşme gibi sorunlar ortaya çikmaya başlad
ı.

Özetle; yeşil devrim sayesinde, hayvanların koşturduğu yeşil çayirlar, mutlu insanların çalistigi tarlalar yalnızca ürün ambalajlarının ve reklamların sanal dünyasında kaldı. Gerçek dünyada, soframıza gelen ürünlerin elde edilmesi için büyük bedeller ödeniyor, toprak ve su zehirleniyor, hayvanlar daha fazla et, süt ya da yumurta vermesi uğruna zulmedici koşullar altında hareketsiz bırakıldıkları, hapsedildikleri fabrikalarda gün ışığını hiç görmeden yaşiyorlar
.

Açlar nasıl doyurulacak
?

Yeşil devrim ve tarımın şirketleşmesi sürecinin ardından üretim artışları öyle bir hale geldi ki yeni pazar arayışlarına girişilmesi ve bu pazarların yaratılması doğrultusunda bazı düzenlemelerin yapılması kaçınılmaz oldu. 1980’lerden bu yana, tarım konusuyla ilgili DTÖ, GATT, Tarım Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalar yoluyla yapılan düzenlemeler bu pazar arayışının sonucu. Pazar da elbette dünya nüfusunun büyük bir kısmını barındıran azgelişmiş ülkelerden başkası değil. IMF ve Dünya Bankası programları ve DTÖ’nün uluslararası ticaret, korumacı ticari engellerin aşilması, gümrük tarifeleri vb. konulardaki dayatmaları, özetle, neoliberal politikalar yoluyla, azgelişmiş ülkelerdeki tarım sistemleri gelişmiş ülkelerden gelen sübvansiyonlu tarımsal ürünler karşisında yavaş yavaş çökertilmeye başlad
ı.
Uluslararası şirketler, tekellerini pekiştirmek için, gerek gelişmiş ülkeler gerekse IMF, DTÖ, DB gibi kuruluşlar yoluyla en acımasız uygulamaları hayata geçirmekten kaçınmıyorlar. Yüzbinlerce ürün uluslararası tarım tekelleri tarafından patent altına alınmış durumda
.

Yeşil Devrim’in ilk yıllarına denk gelen 1974 yılında Roma’da düzenlenen Dünya Gıda Konferansı sırasında, ABD Tarım Bakanı Earl Butz yaptığı konuşmada geleceğe dair planı açık ediyordu. Butz, gıdanın aslında bir silah olduğunu söylüyor ve ekliyordu; “gıda pazarlık sandıklarındaki en önemli araçlardan biridir. İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel bir yöntem
”.

Günümüzde ABD’nin gıda yardımları konusunda bu kadar hevesli olmasının nedenini de aynı durumla açıklayabiliriz. Buğday, soya fasulyesi, mısır gibi ürünlerdeki ihtiyaç fazlası o kadar yüksek düzeyde ki ABD, açlık sorunu yaşayan Afrika ülkelerine neredeyse zorla gıda yardımı yapmaya çalisiyor. Tabii ki zorla verilmeye çalisilan gıdalar genetiği değiştirilmiş gıdalar. ABD’nin Irak’a “demokrasi götürürken” alınan kararların büyük bir kısmının uluslararası şirketlerin Irak’a girişini ve oradaki hakimiyetini sağlamakla ilgili olduğunu unutmayalım. “Aç insanları doyurma” ülküsünü gerçekleştirirken yapacakları da bundan farklı olmayacaktır
.

Gıda Egemenliği

Gıda güvencesi ve gıda egemenliği kavramları tüm bu anlatılanlar yüzünden çok önemli. 80’li yıllardan bu yana IMF, DTÖ, DB gibi uluslararası kuruluşlar tarafından azgelişmiş ülkelere dayatılan tarım ve gıda politikaları sayesinde pek çok yoksul ülke gıda üretimi konusundaki egemenliğini kaybetmiş durumda, insanlarını gelecekte nasıl doyuracakları da belli değil. Açlık ve yoksulluğun değil azalması, artması tehlikesi ile karşi karşiyayız. Şu anda dahi, dünyadaki aç insanların üçte ikisini toprağından koparılmış küçük çiftçiler oluşturuyor. Tarımsal alandan çözülen yeni insanlar birer ikişer aynı gruba katılmaya devam ediyor
.

Fazlalıklar

Tarımın şirketleşmesi süreci 80’li yıllardan bu yana adım adım dayatılan neoliberal politikalarla tüm azgelişmiş ülkelerde yavaş yavaş hayata geçiriliyor. Bu sürecin nereye varacağını tahmin etmek için yüksek bir öngörü sahibi olmaya gerek yok. Daha önce gelişmiş ülkelerde yaşanan sürecin aynısı azgelişmiş ülkelerde de yaşanacak. Yalnız bu sefer ödenecek bedel öncekinden daha ağır. Çünkü gelişmiş ülkelerde tarımın şirketleşmesi sürecinin yaşandığı yıllarda aynı zamanda bir sanayileşme süreci yaşanıyordu, toprağından kopan kırsal nüfusun bir miktarı sanayide istihdam edildi. Kalan nüfusun “isdihdamı” için, sonradan keşfedilmiş, göçlere açık, koskoca bir Amerika kıtası zor yetti
.
Tarımın şirketleşmesini yararlı bulan bazıları büyük bir safdillikle benzeri bir sanayileşme sürecinin azgelişmiş ülkelerde yaşanacağını umuyor. Hatta kırsal nüfusun azalması gerektiğini, kentlileşmeyi, sanayileşmeyi vs. ateşli bir dille savunuyorlar. Ancak ortada ya büyük bir hesap yanlışı var, ya da bizim önemsedigimiz bir noktayı onlar önemsiz buluyor: Dünya nüfusunun yarısı küçük çiftçilerden ve kırsal alanda yaşayan yoksullardan oluşuyor. Tüm iyimserliğimizi kullanıp bir tahminde bulunmaya çalisacak olursak; ekonomik büyümenin tüm dünyada “sürdürülebilir” olduğunu, dünya kaynaklarının “sınırsız”a yakın olduğunu, azgelişmiş ülkelerin ortalama %7 büyüdüğünü, hiç ekonomik kriz yaşanmadığını vs. varsaysak bile, ortaya çikacak istihdamdan arta kalan, tarımsal alandan çözülecek ortalama 3 milyar insanı nereye koyacağımız meçhul. İşte yukarıda sözünü ettiğimiz, gözardı edilen önemli konu bu. Onlar için sözü edilen insanlar zaten dünyanın sırtında bir “fazlalık”, gıda güvenliği vb. sorunlarda aldıkları tavrın bir benzerini de burada takınıp; “bu bizim işimiz değil, biz mümkün olduğu kadar çok gıda satmakla ilgileniyoruz” deyiverecekler
.

Yeni bir kıta keşfetme şansımız da olmadığına göre şapkamızı önümüze koyup düşünmeye başlamamızda fayda var; 3 milyar kadar “fazlalık” insanın kaderi ne olacak? Önümüzde fazla seçenek yok. Ya bu sürece direnip alternatif politikalar üretecegiz ya da yeni bir gezegen keşfetmek için araştırmalara başlayacağız
.
.
Makale : Mebruke BAYRAM

 
Toplam blog
: 65
: 1800
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

Biricik Sudelina'sının annesi, kitaplar ülkesinin sarışın prensesi, kocasının bir tanesi, İzmir/K..