Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '06

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Giden mi sürgün kalan mı?

Giden mi sürgün kalan mı?
 

Uzun tren yolculuklarını severim. Özellikle de varmak istediğim belirlenmiş bir yer yoksa. Piston seslerinin hüzünlü bir melodiye dönüştüğü bu yolculuklarda, camdan dışarıyı izlemeyi, dalıp gitmeyi, kentlerin, kasabaların suretlerine bakarak, orada yaşayan insanların günlük hayatlarını kurgularım. İstasyonda bekleyen ayakkabı boyacısının kaç çocuğu olduğunu, hangi sigarayı içtiğini, nasıl bir evde oturduğunu, kahvede pişpirik oynadığı arkadaşlarını bilirim. Hep bilirim...

Sonra tren o kasabadan çıkıp biraz daha büyük bir şehrin herhangi bir istasyonunda durur. Yüzünden yaşam sevinci, ışığı akan bir genç kız iner trenden. Üniversiteyi okuduğu şehirden, ailesinin yanına gelmiştir kısa bir tatil için. Özlemle, sevinçle gitmek ister evine bir an önce. Bunları hiç sormam ama bilirim. Hep bilirim...

Daha önce gördüğüm hiçbir istasyona, hiçbir şehre, kasabaya benzemeyen bir yerde durdu tren. Gördüğüm manzara karşısında çakılıp kaldım. Burası, bir insan eliyle inşa edilmiş bir yere hiç benzemiyordu. Sanki kasaba kendi kaderini, örtüsünü kendi belirlemek istemiş, tüm binaları, insanları, istasyona girmeden önce gördüğüm ağaçları, tepeleri kendi oluşturmuştu.

Vakit kaybetmeden indim trenden. Bu şehrin sokaklarında yürümem, havasını ciğerlerime doldurmam, ağaçlarına dokunmam, çocuklarıyla konuşmam gerektiğini hissettim.

İstasyondan çıkıp yürümeye başladıkça, merakım ve hayranlığım daha da arttı. Küçük yerleşim birimlerine yabancı biri geldiğinde, tüm bakışlar ona çevrilir büyük bir merakla. Oysa burada herkes kendi halindeydi. Yaşam akmaya devam ediyordu onlar için, siz oradan geçseniz de, geçmeseniz de...

Kentler vardır, yüzyıllara direnmiş, anılarını terk etmemiş, savaşların, acıların izlerini taşıyan. Kentler vardır, merkezinden uzaklaşıp, boş araziler üzerine betonlar atılarak kurulmuş, ruhsuz, geçmişsiz, içleri bomboş. Burası hiçbirine benzemiyordu. Albenisi özgünlüğünden gelen bir mağrurlukla uzanıp gidiyordu.

Yanıldığımı, toprak yollarında adım attıkça gördüm. Gözler dolaşıyordu üzerimde. Evlerin perdelerinin ardından bakan meraklı gözler. İzlendiğimi, ama izlendiğimin fark edilmemesinin istendiğini anladım.

Tam ayrımsayamadığım, aslında hayranlıkla izlediğim, ama bende rahatsızlık uyandıran bir yönü vardı buranın. Tedirgin bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Kent bana kapatıyordu kendini. Öyle ki, kendinden olan hiçbir şeyi vermek istemiyordu. Dokunduğum hiçbir ağaç bir karşı his uyandırmıyor, konuşmaya çalıştığım hiçbir çocuk konuşmuyordu benimle.

Nasıl bir ıssızlığın ortasına düştüğümü anladım birden. Kent, bu yabancıyı bünyesine kabul etmekle etmemek arasında bir çelişki yaşıyordu. Benim çelişkim ise bunun için uğraşacak gücümün olup olmadığıydı.

İlk gençlik yıllarında, yaşadığı kentle kavga edebiliyor insan. Onların alışkanlıklarıyla benim beklentilerimin örtüşmediği zamanlarda çokça didiştiğim kentler, kasabalar, köyler, metropoller olmuştur. Ama artık bunun için fazlaca yaşlandığımı düşünüyordum.

Özgünlüğüyle, albenisiyle, benzersizliğiyle beni kendine âşık etme sınırlarına getirmiş bu kent, birbirimizi tanıyıncaya kadar, meydana gelecek büyük çekişmelerin, yaşanacak huzursuzların ipuçlarını verdi bir anda. Korktum. Bu sevimli kavgalar, hoş gençlik anıları arasında yerini almıştı benim için. Ama artık aradığım şeyin bu olmadığını da biliyordum.

Egzotikliğiyle başımı döndürmesine rağmen, doğru bir istasyonda inip inmediğimi sorguladım. Bir daha böyle bir kent bulamayacağımı düşündüm. Ancak bana vaat ettiklerine gücümün artık yetmeyeceğini de biliyordum.

Bu ikilimler arasında gidip gelirken, bir şarkı sözü döküldü dudaklarımdan;

Giden mi sürgün, kalan mı?

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..