Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '15

 
Kategori
Tarih
 

Gılgamış aslında nereye gitti? (Bilim Kurgu tadında bir Metin: Gılgamış Destanı) 2. Bölüm

Gılgamış aslında nereye gitti? (Bilim Kurgu tadında bir Metin: Gılgamış Destanı) 2. Bölüm
 

Gılgamış Baalbek’teki iniş yerinde aradığını bulamamıştı ama yenilmeye pek niyetli değildi. Bizim önerdiğimiz gibi o dönemde Baalbek’ten başka en az iki yerde daha uzay araçlarının iniş yeri vardı. Gılgamış’ın sonraki hedefi de bunlardan birisi olan Sina Yarımadasında olan uzay limanıydı. Çünkü Tufandan kurtulan Nuh yani Utnapiştim burada yaşıyordu. En azından ondan uzun yaşamın sırrını öğrenebilirdi. Şansı yaver giderse belki göklere erişebilecek bir ŞEM bile alabilirdi.

 

Gılgamış’ın ikinci yolculuğundaki en bariz coğrafi ayrıntı çölü geçtikten sonra eriştiği su kitlesidir. Burası “sığ bir deniz”, “geniş bir göle benzeyen” bir deniz olarak tarif edilmiştir. Buraya “Ölüm Suları” adı veriliyordu. Tüm bunlar hala Ölü Deniz olarak adlandırılan tek iç denizini tanımlayan özelliklerdir. Gılgamış burada “etrafı surlarla çevrili”, tapınağı ay tanrısına (SİN) adanmış olan bir şehir görmüştü. Dünya’nın en eski şehirlerinden biri olan Eriha bölgede hala mevcuttur. İbranca Yeriho, Jeriko olan bu isim Ay Tanrısının Şehri anlamındadır. Tevrat’ta da bu şehir ve surları detaylı şekilde anlatılmıştır. Burada bira kadını Siduri’den bilgiler almış ve tekrar yola düşmüştü.

 

 

 

 

Ölüm Denizini ilahi sandalcı Urşanabi ile geçen Gılgamış “Büyük Deniz’e doğru” giden yolu takip etmişti. Bu terim yine tevratta sıklıkla geçmekte ve Akdeniz’e gönderme yapmaktadır. Gılgamış Destanının Hitit versiyonunda bu yolun sonuna kadar gitmemektedir. Itla adlı kasaba da mola vermiştir. Itla arkeolojik keşiflere ve Mısır’dan Çıkış kitabına göre Kadeş-Barnea olarak bilinen şehirdir. Burası Sina Yarımadasındaki insanlara yasak Sina Uzay Limanının sınırında kurulmuş kadim bir kervan kasabasıdır. Burası sınır kasabası olduğu için daha ileri gitmek insanlara yasaklanmıştı. Urşanabi buradan ileriye gidebilmesi için Gılgamış’ın Ullu-Yah (Sin) adındaki tanrı tarafından kutsanması gerektiğini söylemişti. İtla’da kendisine denileni yapan Gılgamış’ın beklediği cevap olumsuz geldi. Ullu-Yah ona bir ŞEM verilemeyeceğini buyurdu. Samaş’a yalvaran Gılgamış başka bir seçenek istedi:

 

Ubar-Tutu’nun oğlu Utnapiştim’e giden yolu tutayım. İzin verin!

 

Uzun tartışmalardan sonra bu isteği kabul edildi. Burada büyük anunnakilerin tartışmasını hayal edebiliyoruz. Samaş ve İnanna’nın kardeş olduğunu ve babalarınında Sin olduğunu bildiğimizde burada yaşananlar daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Sina’daki Uzay Limanının güvenliğini sağlayan Sin’dir. Zaten Sina Dağı, Sina Yarımadası her dönem Sin adıyla anılmıştır. Gılgamış’ı en baştan beri takip eden Samaş ve İnanna büyük bir heyecanla TV izler gibi maceralarını izlemekte diğer anunnakilere canlı yayında olanları anlatmakta ve gerektiği zaman yukarıdan müdahale edebilmektedir. Burada anunnakilerin Gılgamış’ı nasılda güzel aldattıklarını görebiliyoruz. Sina Uzay Limanına kadar gelen ancak Sin tarafından reddedilen Gılgamış için Nuh’a ulaşabileceği söylenmiştir. Kısaca buradan Nuh’un da bir şey bilmediğini çıkarabiliriz. Zaten metnin ilerleyen kısımlarında bunu görüyoruz. Samaş’ın bu nokta da babası Sin’e “izin ver de gitsin Nuh’un yanına zaten bir şey alamayacak” dediğini hayal edebiliriz.

 

Gılgamış’ın İtla’dan yani Kadeş Barnea’dan ayrıldıktan sonra 6 günlük bir yolculuk yaparak sonunda Maşu Dağına yani Sina Dağına vardığını görüyoruz:

 

Dağın adı Maşu’dur.


Maşu Dağına vardı;


Giden gelen Şem’leri her gün seyretti.


Yüksekte, Göksel Banda bağlıdır;


Aşağıda, Alt Dünya’ya bağlıdır.

 

 

 

Şimdi burada ŞEM’i “ad” olarak çeviren arkeologlara sormak lazım. Gılgamış her gün giden gelen adları nasıl seyrediyor? Bizim önerdiğimiz şekilde ŞEM bir uzay aracıdır. Gılgamış’ta bizlerin UFO’ları seyrettiği gibi o uzay araçlarını seyretmektedir. Peki o dağ korunmasız mıydı? Bunun cevabını Gılgamış, Sitchin tercümesiyle veriyor:

 

Muhafızlar korur kapısını,


Dehşetleri ürkütücü, bakışları ölüm


Korkulan spot ışıkları dağları süpürür


O alçalır ve yücelirken Samaş’ı gözlerler.

 

Burada ölümcül projektör ışığına yakalanan Gılgamış yüzünü kapadı ve zarar görmeksizin Roket Adamlara yaklaşmaya devam etti. Muhafızlar Gılgamış’ın zarar görmediğini fark edince ilginç bir cümle sarf ediyorlar:

 

Bu gelenin bedeninde tanrıların eti var!

 

Burada Gılgamış gerçekten de üçte iki oranında ilahi olduğunu anlatıyor ve Utnapiştim için geldiğini söylüyor. Oradaki muhafızlar Gılgamış’a hiçbir ölümlünün dağın bu erişilmez yolundan geçmediğini söylüyorlar ama Sin’den alınan izin olduğu için geçmesine izin veriyorlar. Burada nasıl bir teknoloji varsa artık projektörler anunnakileri bizlerden ayırt edebiliyor. İnsan oalnları direk öldürürken anunnakilere dokunmuyor. Bu noktada aklıma Stargate Atlantis filmi geldi. Oradaki tüm araç gereçler sadece özgene sahip kişiler için açılıyor, düşmanlara çalışmıyordu.

 

Gılgamış yolunu yönelttiği Kutsal Maşu Dağının içindeki yer altı tünellerindeki yaptığı on iki beru (çifte saatlik) yolculuk, Mısır’ın Ölüler Kitabındaki on iki çift saatlik yolculuğa çok benzemektedir. Mısır’ın Ölüler Kitabınında Sina’daki Uzay Limanını tarif ettiğini seminerlerimizde önermiştik. Firavunlarda Gılgamış gibi göğe yükselmek için bir ŞEM istiyordu. Gılgamış gibi firavunlarda bir su kitlesinin karşısına geçmek için İlahi Sandalcıdan yardım almak zorundaydılar. Gılgamış’ın ve firavunların hedefinin bir ve aynı olduğuna hiç şüphe yoktur, tek farkla ki buraya zıt başlangıç noktalarından gitmişlerdir. Varacakları yer Şemler’in Yeraltı silolarında saklandığı Sina Yarımadasındaki şu an var olmayan uzay limanıydı. Şimdilik konuyu dağıtmamak adına Mısır’ın Ölüler kitabını es geçiyorum.

 

“Erişilmez yol” yeraltından geçen yol Samaş’ın yoluydu. (Bir askeri tesisin yerin altındaki yolları olarak hayal edebiliriz.) Bu yolda karanlık çok yoğundur, hiç ışık yoktur. Sekizinci çifte saat sonra bir şey Gılgamış’ın korkmasına ve bağırmasına neden oluyor, dokuzuncu çifte saatte kuzey rüzgârının serinliğini yüzünde hissediyor. Orada göğe bakan bir açıklık yakalıyor. On birinci çifte saat geldiğinde, şafağın söküyor olduğunu görüyor. Sonunda on ikinci çifte saatin sonunda parlaklığın içinde kalıyor, güneşin önüne çıkıyor.

 

Kutsal Maşu Dağının içinden geçen yeraltı geçitlerinin diğer ucunda güneş ışığını gören Gılgamış inanılmaz bir manzara ile karşılaşıyor: İçinde tamamen değerli taşlardan yapılma bir “bahçe”nin bulunduğu bir “tanrılar odası”, meyve diye kırmızı akikler, asmaları bakılamayacak kadar güzel, yaprakları lapis-lazuli, üzümler bakılamayacak kadar sulu. Bahçenin içinden saf su akıyor ve bunun tam ortasında gug taşından yapılma ağaç bulunmakta… Anlaşılan o ki Aden Bahçesinin bir taklidi oraya yapılmıştı…

 

O güzellikleri seyrederken Utnapiştim yani Nuh onu izliyor ve sesleniyor. Kısaltarak anlatırsak Gılgamış Nuh’u görünce çok şaşırıyor. Binlerce yıl öncesinin tufanının kahramanı kendisinden yaşlı görünmüyor. Nuh’ta çok şaşırıyor binlerce yıl sonra ilk kez bir insan görüyor eşi dışında. Burada Gılgamış Nuh’a ölümsüzlüğün sırrını soruyor. Nuh ise o büyük tufan hikâyesini anlatıyor ve sonunda anunnakilerin kendisi ve eşine uzun yaşam verdiğini ve doğal yaşamdan soyutladıklarını anlatıyor:

 

Enlil elimi tuttu, gemiye çıkardı.


Karımı gemiye çıkardı ve yanımda diz çöktürdü.


Aramızda durarak alınlarımıza dokunup bizi kutsadı:


Şu ana kadar Utnapiştim bir insandı.


Şu andan itibaren Utnapiştim ve karısı bizim için tanrılar gibi olacaklardır.


İnsan Utnapiştim uzaklarda oturacaktır, su nehirlerinin altında…

 

Ölümsüzlük diye bir şey olmadığını sadece uzun yaşam olduğunu burada anlıyoruz. Ek olarak şunu da görüyoruz ki anunnakiler tarafından uzun yaşam verilen bu insanlar doğal yaşamı bozmamaları adına insanların arasında yaşatılmıyor. Sonrasında daha ilginç bir bilgi veriyor:

 

Şimdi kim senin için tanrılar meclisini toplayacak da istediğin sonsuz hayatı sana verecek?

 

Buradan anlıyoruz ki insanlardan birinin yaşamı sadece ortak bir kararla uzatılabiliyor. Uzatılsa dahi insanların arasında yaşatılmıyor. Bundan sonra bir bilgi daha veriyor:

 

Sonsuz hayat yalnızca ölümsüzlüğü elde ederek kazanılmaz; sonsuza dek genç kalınarak elde edilir!

 

Bana göre işin püf noktası burada. Ninmah’ın laboratuarlarında yapılan gençleştirici iksirler Dünya’ya gelen anunnakilerin yaşamlarını bu sayede uzatabilmekteydi. Yani genleri sürekli gençleştiren bir sistemle… Çünkü anunnakiler ölümsüz değildir. Her ölümlü gibi onlarda ölmektedir. Dumuzi ölen anunnakilere çok güzel bir örnektir. Bizlerde insanoğlu olarak ileri de ölümsüzlüğün sırrını bulacaksak hiç ölmemek diye bir şey olmadığını bilerek, sadece yaşamı uzatmaya çalışarak bulacağız. Bunu da genlerdeki kodları değiştirerek yapabileceğiz…

 

Sonuçta Nuh kendisinin konu hakkında bir şey bilmediğini söylemiştir. Ancak bir bitkiden bahsetmiştir. Az önce söylediğim gibi Ninmah’ın anunnakiler için özel olarak Nibiru’dan getirdiği ve üzerinden gençleştirici iksirler yaptığı bu bitkiden anlaşılan o ki Nuh’ta yemektedir ve sürekli gençleşmektedir. Nu işte bu bitkiyi önermiştir Gılgamış’a. Gılgamış’ta teselli olarak bu bitkiyi almıştır.

 

Ancak ne hikmetse Adem ve Havva hikayesindeki yılan yine kendini göstermiş ve dönüş yolunda uyuyan Gılgamış’ın bitkisini yemiştir. Yukarıdan ellerinde mısır cipsiyle canlı olarak izleyen anunnakilerin bu bitkiye bile izin vermediklerini ve yılan görümü ile elinden aldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Bu güzel, mitolojik destana farklı bir bakış açısı kazandırabildiysek ne mutlu bize.

 

Bu arada Sina Uzay Limanı ile Maşu Dağı'na ne mi oldu?

 

Amon Ra kitabımı okumayanlar için hemen söyleyeyim. M.Ö. 2023 te Ninurta ve Nergal tarafından izleri günümüzde de görülebilen nükleer bir bomba ile yok edildi...

 

Gök Türk

 
Toplam blog
: 40
: 7623
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1980 Artvin'de doğmuştur. Bursa'daki ilk, orta ve lise eğitiminden sonra 2001'de Dokuz Eylül Ünv...