Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Git

Git
 

Nefesime sızdığın aşikârdı. Yüzünde toprak ve ter kokusuyla yürüyen birinin mağrur bakışıydın. Seni bulup bulup yitirdiğim o rüyanın içinden çekip çıkardım. Seni tutup içime sardığım o güzel şarkının en unutulmayan ıslığıydın. Aşık bir ahmağın düştüğü ilk tuzaktaydım. Sonsuzluğun içine sığınan ilk yalancı bendim. Tepeden tırnağa aşka kestiğimi sanıyordum. Dünyanın alaycı gözleri her gün yeniden incitirken kalbimi, ben kendimi ölesiye mutlu sanıyordum. Denize bakıp ürperiyordum. Martılara kanıp uçmak istiyordum. Oysa gerçek çırılçıplak etrafımdaydı. Ben onun tam ortasında kalakalmıştım. Beni içine alan sen değildin, oydu. Dünya kirli meleklerin çöplüğüydü. İğdiş edilmiş ömürlerin, çocukların bacak aralarıyla kirletilmiş düşlerin, tırnaklarının arasında insan eti kalmış perilerin cirit attığı, kendi ömrümüze gardiyan olduğumuz bir hapishanenin tam ortasındaydık. Işığa çıkacağımız günü iple çekiyor, fakat o gün geldiğinde ne olacağını bir türlü kestiremiyorduk.

Dahası o günü, o ışığı hak etmek için hiçbir şey yapmıyorduk. Dudaklarımızın kenarından sızan kanlı lekeye tutulmuştuk. Birileri bizi aşağıya çektikçe ruhumuzun taşları paramparça oluyor, parçalandıkça bağlanıyorduk içimizdeki boşluğa. O kirli boşluk, o tüm sevilerin ötesinde şeytanın ruhunu inleten kirli boşluk bizi ayakta tutuyordu.

Seni kinin ayakta tutuyordu. Birini daha sevmemeye yeminli ruhun bileyip atıyordu sana yaklaşan her şeyi. Oysa ikimiz de üşüyorduk. Çekip gitmeye hazır atlarımızla şatomuzdan kaçar adım giderken anlamıştık. Gidişleri seversek, gidenler acıtmazdı içimizi.

Şimdi sen de gidiyorsun. Sana gitmek iyidir diyorum. O kirli boşluğun içine bir kez daha yerleşiyorum. İçimde kimsesiz bir keman sızısı, yarım kalmış bir şeyleri anımsatan hüzünlü bir tango şarkısı… İçimde elimden kayıp gidenleri tek tek düştüğüm küçük bir defter; unutmamak için yazıyorum… Delirmemek için yazıyorum. Bir köşede unutulan, başı bir kez olsun okşanmamış çocukluğumun soğuk bir kış gecesinden kendi geceme yetecek kadar yara izi ayırıyorum. Artık karanlığımın ezberi yok. Dünyanın bütün ihtimalleri aklımda.

Canımın istediği yeri ateşe verebilirim, kimden istiyorsam nefret edebilir, katline sebep olabilirim. Paramparça kılabilirim aciz bedenimi. Tüm anıları kirletip, karşısına geçip yok oluşunu seyredebilirim. Seni alıp bir katliam masalının facialı sonuna yakıştırabilirim. Parmaklarından sızan son damla kanı kaybetmemek için köpek gibi hayat dilendiğin dilsiz tanrından, senin için muazzam ve korkunç bir son hazırlamasını isteyebilirim. Gözlerin… Bir zamanlar bana dünyanın en güzel şeyiymişim gibi bakan, dünyanın en değerli bir çift kara elmasını martılara yedirip, düşlerine ecinniler çağırabilirim. Ya da unutabilirim seni. Seninle ilgili her şeyi bir imgeye dönüştürüp, ucuz ve melankolik bir öyküye ana fikir yapabilirim… Ve tüm bunlara rağmen ruhum aşkı anlıyor olur hala ve kalbim, kalbi hiçbir şey için sızlamayan insanlar için sızlıyor olur. Hala bir şilebin geçişini izlerken şiirler dolar içime. Eski bir taş plak, bir kadeh rakının buğusuna dolarken, gözlerim yaşarır ve içim titrer. Ama sen gitmiş olursun. Gidişleri kalbinden sökmüş, bekleyenleri unutmuş, kanatlarını yitirmiş olursun

Kime kötü denir ki, sevildiği gibi sevmediği için. Git; ruhuna açan çiçeklerin gözüyle gör dünyayı. Kendine esaslı bir son bul, bırak mutlu son olmasın. Yalana el vermez kalbin yaprakları.

Git ve kaybet bedenini. Tüm numaralarından usanmış bir sihirbaz gibi aşkı unut, beni nezaketli gülümseyişinle karşılamandaki isteksiz halin gibi kurtulmanın sevincini yaşa.

“Git, kaybolduğun yer haritada değil. Bin asırlık bir bilmeceyi çözecek kadar cesur ruhunun ara sokaklarında.”

ÇİĞDEM ALDATMAZ

NOT: FOTOĞRAFIN SAHİBİ: DENİZ AKSOY

 
Toplam blog
: 19
: 897
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

"Neden?" sorusu kafamı kurclayıp durmakta. Yarın ne kadar sürer, hayaller nerede biter, gerçek nered..