Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '10

 
Kategori
Felsefe
 

Gitmek mi zor, kalmak mı zor!

Gitmek mi zor, kalmak mı zor!
 

R.Tagor'vari çıkışlar yapan, zamanımızın Nobel ödüllü yazarı Gabriel Garcia Marquez.


1970’li, hatta 60’lı veya 50’lili yıllara dayanan eski aşklar, zamanımıza kadar kör topal gelip, kapımıza dayandığında, bir yıl öncesinin “sevi” sini arıyoruz. Eski şarap, eski şarkı, eski aşk, mazilerin kıvrımlarında çoktan unutuldu bile.

Eski aşklara özenenler çok aramızda. Hani sarı liralar varmış eskiden,. Bozdur bozdur harca, bitmezmiş. Aşklar da o devirlerde hiç tükenmezmiş. Menfaatsiz sevmek, ölürcesine sevmek… Eskiden cep telefonu mu vardı? Şimdikiler, iletişimde bu telefonları, aşklarının arasına sokarak vasıta yapıyorlar. Ne konuştularsa ortada. Kaldırımlardan kaldırımlara yuvarlanıp giden konuşmalar, çarpıla çırpıla bir yere gelip dayanıyor, sonra da tıkanıyor.

Eskiden öyle miydi ya. El eleydi her iletişim. Göz gözeydi. Gözlerleydi. Aşkların arasına telefonlar konup vasıta yapılmazdı. Kızla yolda yürürken, koskoca simit yenmezdi. Kuşlara ekmek atar, hangisi o lokmayı önce kapar, fal tutulur, eğlenilirdi. Şarkılar söylenirdi gözlere bakıla bakıla, sazlar kıskandırılırdı. . Şarkılardan fal tutulurdu. Cikletli, sakızlı şekerlemelerden niyetler okunurdu. Elin gariban tavşanı, her şeyi bilirdi. .Niyet çekerlerdi karşılıklı.

Hiç kimse, eski aşkları için “eskiye mazi, yenmişe de kuzu denir” demezdi. Böylesi alengirli lâflar bilinmezdi zaten.

Eski kuşaklardan Lâtin yazar Gabriel Garcia Marquez, 1982 Nobel Ödüllü bir yazar. Kısa öyküleri ile tanınıyor. Türkiye’de ise “Yalnızlık” başyapıtı eseriyle tanınıyor.

Aşağıdaki sözlerle, bizim yukarıdaki söylediklerimiz arasında fark var. Onun söyledikleri, bütün zamanlara fark atması lazım gelirken, bu farkı, satırlarda göremiyoruz. Bir veda kokusu hissediyoruz. Ölmek üzere olan birisinin sessiz ağıtı gibi bir şey. İçinde sevginin daniskası var. Hasret var, özlem var, fedakarlık var. Çıldırasıya aşk ve onun bıraktığı küllerin serpintisi var. Zaman zaman yakıyor gözlerimizi. Ama bu olguyu, aşkın kem gözlerinden ustaca saklamasını da biliyor. Kısacası, “ gitmek mi zor, kalmak mı zor!” Bunu, Gabriel’e soralım.

Gabriel, ununu elemiş ve eleğini duvara asmış birisi. Candan, içten çarpıcı söylemleri var. Günümüzün sevdalarına granitten dalga olmuş, vuruyor, vuruyor, ses getiriyor.

Aynı Gabriel “yaşlılara ölümün yaşlılıkla değil de, unutmak ve unutulmakla geldiğini” söylerken, o katı hakikati bir çırpıda söylemesini de biliyor. Şimdi, huşu içinde dinliyoruz onu.

“Eğer Tanrı, bir anlık bile olsa, benim, bezden bir kukla olduğumu unutarak bana bir yaşam verebilseydi, ondan, olabildiğince yararlanırdım.

Muhtemelen tüm düşündüklerimi söylemezdim. Ama, tüm söylediklerimi mutlaka düşünürdüm. Nesnelere değer verirdim. Neyi temsil ettiklerine göre değil de, daha çok neler yaptıklarına bakarak, gözlerimizi kapattığımız her bir dakika altmış saniyede neler kaybettiğimizin bilincine vararak daha az uyur, daha çok düş kurardım.

Eğer Tanrı bana birazcık yaşam armağan etseydi, basitçe giyinir, sonra sadece bedenimi değil ruhumu da çırılçıplak soyarak yüzükoyun toprağa uzanırdım

Âşık olmaya son verirlerse yaşlanacakları gerçeğini bilmeden ve yaşlanırken, âşık olmayı sonlandırmaları gerektiğini düşünen insanlara ne kadar yanıldıklarını kanıtlardım.

Kanatlar verirdim bir çocuğa. Ama, kendi kendine tek başına uçmayı öğrenmeyi, ona bırakırdım.

İnsanlar. Sizlerden o kadar çok şey öğrendim ki, herkesin dağın zirvesinde yaşamayı istediğini, ancak gerçek mutluluğun, oraya tırmanabilme biçeminde saklı olduğunu bilmediklerini öğrendim.

Yeni doğmuş bir bebeğin babasının parmağını, minik eliyle ilk defa sıkıca kavradığında, onu, yaşam boyu bırakmayacağını öğrendim.

Sizlerden öğrenebileceğim o kadar çok şey var ki. Hep hissettiklerinizi sözle ve düşündüklerini yap. Seni gördüğüm son dakikalarım olduğunu bilsem sana “seni seviyorum” derdim. Bunu zaten bilmediğini unutarak gözardı ederekten.

Hep bir yarın vardır. Ve yaşam bize, her şeyi daha iyi yapabilmek adına yeni bir fırsat tanır. Ama, o gün bize kalanın son gün ise sana, seni ne kadar çok sevdiğimi ve asla unutamayacağımı söylerdim.

Sevdiklerini daima an. Kulaklarına, onlara ihtiyacın olduğunu söyle. Dostlarına ve senin için değerli olan varlıklara, onların senin için ne kadar önemli olduklarını kanıtla.”

Hayatı ne kadar vakur olarak anlatıyor değil mi? Aşkı ikinci plana atar gibi yapıp, ana gayenin ve sevginin temeli olduğunu vurgulamayı da ihmal etmiyor yazarımız. Giden sevgilinin ardından “ dön” diye yalvarmıyor.

Bir veda hutbesini andıran, satırlarında aşk, terkedilmişlik, yakarış, asil bir duruş, ne ararsanız var. Böylesi aşklar, dostlar başına!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..