Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Gizem'in tutkulu gizemi...

Gizem'in tutkulu gizemi...
 

Görsel: İnternet (www.milliyet.com.tr)


Genç adam, kot pantolonunun sol arka cebinden kare şeklinde, parlak jelatin kaplı o şeyi çıkarttı. Jelatini usulce yırttı ve içinden çıkan şeffaf lastiğimsi şeyi önce sol eliyle çekerek sağ avuç içinde yavaşça sıyırdıktan sonra dudaklarına yapıştırdı. Onu küçük bir balon gibi şişirdi. Sonrasında da içi dolu bir süt şişesinin ağzına geçirerek ucunu hep yanında taşıdığı İsviçre çakısı ile kesti ve şişeyi bebeğin ağzına verdi. Sütü emmeye başlayan bebeğin yarım saattir dinmek bilmeyen ağlayışı birdenbire kesilmişti!

Bir Mayıs ayı hafta sonu, açık alanda toplanmış olan 40-50 kişilik eski sınıf arkadaşları gurubu, özellikle de kadınlar hayret ifadesiyle karışık gıpta eden gözlerle ona bakakalmışlardı. O ise, istifini hiç bozmadan arkadan topuz yaptığı uzun saçını eliyle tarar gibi yaptıktan sonra çakısını itinayla katladı ve kot pantolonunun sağ ön cebine yerleştirdi. Sol kulağındaki tuğralı küpe el hareketinin etkisiyle salınırken bebek sakin sakin sütünü içiyor, yanı başındaki -ve az ilerideki- uzun söğüt dalları ise derenin suyunu yalarcasına eğilmiş bir halde ona eşlik ediyorlardı. Guruptaki kadınlardan biri işyerinde yaşadığı stres yüzünden sütten yeni kesilmişti. Henüz sekiz aylık olan bebeğini de -bırakacak kimse olmadığı için- yanında getirmişti. Ama araçtan aceleyle inerken biberon fermuarı açık el çantasından yuvarlanarak yamaç aşağı dereye düşmüştü. Bereket etrafta iki şişe de olsa süt vardı... 

Mekâ n, kente 90-95 km. uzaklıkta, dere kenarı, sağlı sollu ağaçlarla kaplı güzel ve doğal bir piknik alanı. Orkun ve arkadaşları Fakülte mezuniyetlerinin 10. Yılını kutlamak için burada toplanmışlardı. Beş yıl önceki son toplantılarında aralarında sözleştikleri üzere…

O, 34 yaşında, uzunca boylu, esmer, geniş omuzlu ve oldukça da yakışıklı bir gençti. Utangaç sayılmazdı ama çok girişken biri olduğu da söylenemezdi. Üniversite mezuniyeti sonrası rahat olur diye denediği birkaç kamu iş sınavını kazanamayınca askere gitmiş, dönüşünde şansını bir iki kez daha denemişti. Onlarda da başarı sağlayamayınca babasının nalburiye dükkânında çalışmaya başlamıştı. Artık orta yaşın eşiğindeki bekâ r Orkun için bu düzenli ve güvenli baba işinin en sıkıntılı yanı, gelen gidenin neredeyse tamamına yakınının erkek olmasıydı. “Tanrım, bir gün şöyle güzelce bir genç kızın da yolu buraya düşmez mi?” der, ara sıra da babası neden bayan tuhafiye işi yapmadı da bu işe girdi diye kendi kendine hayıflanırdı. Rahatlamak ve sosyal çevre edinmek için hafta sonları trekking turlarına katılıyordu. Orada hissettiği doğa yurtseverliği duygusu (bakir doğaya ayak bastıkça yurduna olan sevgisinin arttığını hissedişi) ve tabiatın bereketli cömertliği hoşuna gidiyordu. Ama katılımcı modern görünümlü fakat cinsel açıdan muhafazakâr kadınların varlığı bu hoşnutluğu bir anda silip götürüyordu. Flört arayışı ve ona yönelik eylemlerinde oldukça iştahlı görünen bazı genç kızların (vur-kaçlarıyla) eskrimci kıvraklığındaki günü birlik ilgi seansları ise gelecek için fazla bir vaat içermiyor ve onu artık sıkıyordu.

Orkun’un bir özelliği de çoğu insanda görüldüğü üzere, uzaktaki ve yeni tanıştığı insanlarla yakın ve sıcak diyaloglar kurabilirken bunu yakınlarından çoğu kez esirgemesiydi. Bu kişisel özelliği onu kalabalık, sosyal ve sanal ilişkilerde başarılı, yüz yüze, yakın ilişkilerde ise oldukça başarısız kılmaktaydı!

"Alo, Aşkım!",

Orkun bu – adı konulmamış- süt şişesi töreninden sonra fazla belli etmemeye çalıştığı gizli bir gururla piknik masasına henüz oturmuştu ki cep telefonu çaldı! Arayan Gizem'di! Aslında hafta sonları genelde aramazdı. “Alo, aşkım napı’yosuuun? Kalabalık bir yerdesin galiba… Bak yine beni ektin, di mi?”. Ne ekmesi! Oraya yaklaşık 600 km. uzaklıkta başka bir kentteydi ve her zamanki mutat sitemlerinden geri kalmıyordu. Şefkatli tavırlarının da eşliğinde buz dağlarını bile eriterek içine rahatça girebilen sıcak kişiliği onu Orkun’un cep telefonunun günde asgari beş vakit misafiri kılmıştı. İbadet eder gibi, günde beş vakit! Toplam süre olarak da en az bir buçuk, iki saat. Ama daha çok hafta içi, mesaideyken... Hafta sonları ise, evde ailesiyle olduğundan genelde birkaç mesaja sığınarak sessizliğe bürünüyordu.

Gizem, kendisinden sekiz yaş küçüktü. Kuğu zarafetindeki boynunu, incecik kolları ile dar ve biçimli omuzlarını orantılı bir şekilde  bütünleştiren minyon sayılabilecek yapısı, yanık ama beyaz teniyle gerçekten çekici bir kadındı. Yumuşak, seksi ve yarı çocuksu ses tonu onu telefonda daha da çekici kılıyordu. O ses, telefonda bütüncül bir seks oluyor, baştan çıkarıcılığı temsil eden her şeye dönüşüyordu. 3G'li ve (çok) akıllı telefonda, önce karşılıklı tatlı sözlerle başlayan diyalog, dua kıvamında karşılıklı yüceltme ve yakarışlara dönüşüyor, ardından da sanal seks ile sonuçlanıyordu. Aslında Orkun bu durumdan gündelik haz ve rahatlamaları açısından memnunken diğer yandan içten içe rahatsızdı. Çünkü, zaten cılız olan yüz yüze alternatif ilişki potansiyeli bu yüzden neredeyse sıfıra doğru iniyordu. Bazı dönemler iyice sıkılıp bu garip ve sanal ilişkisini çok da kırıcı olmadan bitirmeye çalışıyordu. Ama her seferinde mail-box’una, Facebook’una, cep telefonuna yağan yürek burkan, iç dağlayıcı mesajların ağırlığına dayanamıyor ve ilişkiye yeniden başlıyordu.

"Peki, bu tam olarak nedir?" diye sık sık kendine sorar olmuştu:" Yeni bir dünyanın yeni cinselliği mi? Yoksa cinselliğin kendisi de aslında bir haberleşme miydi?"

Yüz yüze görüşmelerine gelince; bu ancak, Orkun'un Gizem’in yaşadığı Ege'nin incisi kente yılda en fazla iki, üç kez, o da dükkâna mal almak için yolu düştüğünde gerçekleşebiliyordu. Hizmet sektöründe oldukça yoğun ve yorucu bir işi olan Gizem, nedense o geldiğinde de tam gün izin alamıyor, buluşmaları ise çalıştığı yerin yakınlarındaki restoran ya da kafelerde liseli âşıklar gibi geçiyordu; karşılıklı gülüşmeler, koklaşmalar, el ele, diz dize oturmalar, kısa-kaçamak öpüşmeler… Ardından o yine mesaisinde Orkun’da Eşrefpaşa'daki toptancılarda soluğu alıyordu. Nedense aralarında o özlenen, doyasıya, derinlikli tensel yakınlaşma bir türlü olamıyordu!

Aslında Gizem’in bir sırrı vardı!

O sır da eşinden üç yıl önce ayrılmış ve henüz beş yaşlarında -kıvır kıvır saçlarıyla annesinin kopyası-şirin mi şirin bir kız çocuğuna sahip olmasıydı. Orkun ise bu durumu üç yıldır süren tele-ilişki ağırlıklı cinsel dayanışma arkadaşlıklarının ancak birinci yılının sonunda öğrenebilmişti. İlişkiye başlarda çok fazla bir önem atfetmediği ve bu kadar uzun süreceğini de hesaba katmadığı için bu durum onu çok da fazla etkilememişti. Gizem, kendi mantığına göre (telefon ve internet endeksli) bu cinsel dayanışma arkadaşlığı yoluyla hem namusunu koruyor hem de dul bir kadın olarak mahalle baskısından kurtularak gizemli varlığını Orkun'u evliliğe bir şekilde ikna edeceği zamana kadar şirince erteliyordu!.. 

Derken Orkun o Mayıs ayının sonunda bir gün artık dayanamadı… Bir gece yarısı, "ne olacaksa artık olsun!" diyerek cesaretini iyice topladıktan sonra Gizem’e öylesi çıldırtıcı bir mesaj attı ki:”Bu hafta sonu doğa yürüyüşümü yemyeşil dağlarda ovalarda değil de senin o büyüleyici beden coğrafyanda yapmak istiyorum canım aşkım. O tatlı ikiz tepeciklerine acemi bir dağcı gibi düşe-kalka sürünerek çıkmak, göbekçik çukurundaki küçük göletten serin sular içmek, ardından saklı vadinin cennet kapısından (bir yolunu bulup) içerilere girerek yaşarken cennete gitmek nasıl bir şeymiş onu anlamak istiyorum. Bu hafta sonu o güzel yüreğinin yanında büyülü beden coğrafyanı bana getirir misin tatlım?”

Ve Gizem sonunda ne yapıp etti,

Üç yıl boyunca hep ertelediği bu beklenen hafta sonu ziyaretini bir solukta planladı! Orkun onu büyük bir heyecan ve sevinç içinde ta havaalanına gelerek karşıladı. Erken sabahçı fırınlardan alınan sımsıcak poğaçalar tavşankanı çaylarla puslu bir başkent sabahında aceleyle yenip içildi. Kısa bir süre sonra da soluğu Orkun’un -bir erkek arkadaşıyla paylaştığı, ara sıra da uğrayarak kaldığı- iki odalı küçük bekâr evinde aldılar.

Orkun'un onca telefon ve internet görüşmesi sonrası damıtarak zihnine nakşettiği fantezisi Gizem’i hışımla kucakladığı gibi duvara yapıştırarak ilk hazzını oracıkta, o şekilde yaşamak ve yaşatmaktır. Alel acele kapıdan içeri daldılar. Her ikisi de birbirinin giysilerini adeta parçalarcasına çıkartmaya çalışırken kopan bazı düğmeler karanlıkta yolunu şaşırmış yavru kedicikler gibi zeminde yuvarlandı… Bu arada Gizem kendini Orkun’un güçlü kolları arasında buldu. İki çift pürüzsüz ve ipeksi sütun gibi düzgün bacakları ise beline dolanmış bir şekilde, sırtı ise kısa holün duvarına yapışmış bir haldeydi... Kuğu gibi zarif boynundan öpülürken ağırlığını hafifçe sağa verdiğinde Orkun çaktırmadan (sol eliyle) o hep kotunun sol arka cebinde duran kondomu aramaya koyuldu. Ama yerinde yoktu! Üç yıldır (ne olur ne olmaz diye) yanından ayırmadığı, nadiren kullanmak nasip olduğunda da hemen yedeklediği o şeffaf ve küçük koruyucu kılıf piknikte ağlayan o bebek süt içebilsin diye kullanılmıştı. Yedeklemeyi de nedense bu kez unutmuştu!

Bu telaş arasında hep hâyâ lini kurarak, özlemle beklediği hoyrat sertliği güzel bacakları arasında duyumsayamayan Gizem ani ve sert bir hareketle Orkun’un kolları arasından kurtularak kısa koridorun sonundaki küçük odada yer alan bordo-siyah karışımı geometrik desenli çek-yatın üzerine kendini yüzükoyun attı! Biraz zaman geçmişti ki, şaşkın bakışlarla ne olup bittiğini anlamaya çalışan Orkun’un tam o sırada cep telefonu çaldı. “Hay Allah, bu da nesi?” demeye kalmadan açtığı telefondaki ses ona çok aşina bir sesti. Günde en az beş kez işittiği.. “ Alo, aşkım napı’yosuuun? Tenha ve kapalı bir yerdesin galiba…” (*)

İ. Ersin KABAOĞLU,

12 Mayıs 2014, Ankara 

Not:(*) Bu öykü, yetkin bir 'Yazma Seminer 'inde (ölüm, aşk acısı ve kahramanlıkla birlikte) edebiyatın en önemli temalarından biri olması nedeniyle "erotik öykü" konulu bir ödev çerçevesinde kurgulanmıştır. Yetkin bir yazardan gelen yorumda "yer yer içerdiği tanımlamalarla iyi ama yeterince erotik değil!" eleştirisi almıştır. O nedenle burada da yayına vermekte bir sakınca görmedim. Bu bağlamda örneğin; Barbey D’Aurevilly, "Bir Kadının İntikamı" adlı öyküsüne edebiyatın ahlakdışı olayları anlatmaya neden cesaret edemediğini uzun uzun tartışarak başlar. Klasik öykücülüğün o yüksek söyleminden gelen duygu analizleri bütün öykülerinde bulunsa da Aurevilly eşine zor rastlanır öyküler yazmış bir büyük yazardır.


Barbey D’Aurevilly, Şeytani Öyküler,  Çev. Aysel Bora, Can Yayınları İstanbul 2008 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..