Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '09

 
Kategori
Deneme
 

Gizli oturum

Gizli oturum
 

Bu ilk blog yazım olduğuna göre sanırım kendimi tanıtmaktan başlamalıyım. Kendimi tanıtmak her zaman zorlandığım bir iş olmuştur. Çünkü kendimi ne kadar tanıyorum ki... İnsanı bir kişi yapan adı, soyadı, yaşı veya doğduğu yer midir? Zaten böyle olduğuna inanmadığım için blogumun adını "Hiç Kimseden Notlar" koydum. Ben bir hiç kimseyim. Kişiliğini arayan, tezatlıklar arasında bocalayan, kafasının içi düşünce kazanı olan ama hiçbirinde karar kılamayan bir hiç kimse. Tipik bir ergen diyeceksiniz. Bu "ergen" lafının zihinde oluşturduğu "Kimse beni anlamıyor!" diyen sorunlu genç imajından nefret etsem de bunlar pekala büyüme sancıları olabilir. Ben "kimsenin beni anlamamasından" değil, "kimsenin beni anlamaya çalışmamasından" yakınmışımdır hep. Bu sadece benim için geçerli değil, günümüz toplumunda da kimse birbirini anlamaya çalışmıyor. Herkesin acelesi var ve karşılaştığı insanlara ilk edindiği izlenime göre bir etiket yapıştırıp geçiyor. Bana "tipik bir ergen", diğerine "aptal" ne fark eder ki? Neyse ki kişiliğimin yerini bazı imajlarla veya parayla doldurmaya çalışmadım. Hiçbir zaman dinlediğim müzik türüne göre giyinip yine benim gibi giyinen arkadaşlarımla koloni halinde dolaşıp etrafa caka satmaya çalışmadım. Zaten eski şarkıları dinlediğim için 60lardan fırlamış gibi giyinip sokağa çıkarsam etrafa pek caka satacak halimin olmayacağını tahmin edebiliyorum. Yine de eskilerin müziğini beğendiğim gibi kıyafetlerini de beğenmişimdir. Sade ama şık, neyse. Kişiliğimin yerini çeşitli imajlarla doldurmadığım gibi parayla da doldurmaya çalışmadım. Fiyatıyla süsü orantılı olarak yükselen marka kıyafetler, palyaço makyajından daha sevimsiz bulduğum abartılı makyaj çeşitleri... Hatta böyle insanları kendime daha uzak bulurum. Beni yanlış anlamayın, genelleme yapmayı ve insanları ayırmayı sevmem. Bu sözlerim kişiliğini bu şekillerle kapatmaya çalışıp kendinden olmayanları hor gören insanlar için. Yoksa benim en iyi arkadaşlarımdan biri rap müzik dinler ve "rapçi" gibi giyinir ama gayet bilinçlidir ve sadece öyle sevdiği için öyle giyinir. Ayrıca insan ayırt etmediği için de eski okulunda yukarıda bahsettiğim 2. gruba giren "tiky" kızlarla da arkadaşlık etmiştir. Muhtemelen onlar da bilinçli insanlardır. Bunlardan ayrı olarak, geçen sene kişiliğimi siyasi düşüncemle doldurmaya çalıştığım oldu. Gerçi bana göre inandığım şeyler toplumun genelinin düşüncesinden farklı olarak kötü şeyler değiller. Ama insanın kişiliği sadece siyasi düşüncesinden oluştuğunda orada tehlike vardır. Çünkü o zaman da şu an Türkiye'deki siyasi partilerdeki mantığa uygun olarak aynı düşünen ve aynı şeyleri yapan bir koyun sürüsünün üyesi haline gelirsiniz. Bu bütün düşünceler için geçerli. Ve sizden daha uyanık biri, sizi kolayca parmağında oynatabilir. Siz farkında olmadan çok daha büyük bir oyunun piyonu haline gelirsiniz. Benim siyasi düşüncem için söylemem gerekirse, o düşünceye sahip olup da yaşam tarzını değiştirmeyen insanların o düşüncedeki samimiyetinin kesinlikle sorgulanması gerekir.

Geçen Pazar günü bir tiyatro oyununa gittim. Jean Paul Sartre'ın "Gizli Oturum" adlı bir eseri. Tabi yazan Sartre olunca gitmemek ayıp olurdu. Sartre, beklediğim gibi varoluşçuluk düşüncelerini bütün oyuna yansıtmış. Üç kişi ölüyor ve cehennemde bir odaya konuluyor. İlk getirilen adam barışçı bir gazetenin yazarıymış. Savaş patlak verdiğinde hakkında yakalanma emri çıkartılmış. O da çareyi kaçmakta bulmuş. Sınırda kurşuna dizilmiş. İkinci getirilen kadın bir lezbiyenmiş. En iyi arkadaşını kocasından soğutarak kendine bağlamış. Arkadaşı, bir sabah onu uyandırmadan gazı açmış ve zehirlenmişler. Üçüncü getirilen kadın da Paris'in zenginlerinden şımarık bir kadın. Kocasını aldattığı adamdan olan bebeğini balkonun penceresinden atmış. Kocasını aldattığı adam onun yüzünden intihar etmiş. Malesef bu kadının nasıl öldüğünü hatırlamıyorum. Başlangıçta ne oranın bir cehennem olduğunu ne onların öldüğünü ne de aralarındaki bağlantıyı anlayabiliyorsunuz. Ama oyun ilerledikçe aslında hepsinin birbirinin "cehennemi" olduğunu öğreniyoruz. Yani günahlarından ya haklılığını diğerlerine kanıtlayarak arınabilirler ya da birinin diğerine acı çektirerek cezasını ödetmesiyle. Yazar burda, anladığım kadarıyla, "İnsan kendini diğerlerinin onu gördüğü gibi görür." düşüncesini vermek istemiş. İnsan kendini diğerlerine bağımlı kılıyor ve bu da onun cehennemi oluyor. Bu nedenle toplumla ters düşen veya toplumdan farklı düşünen biri anlaşılmıyor ve dışlanıyor. Oyundaki üç karakter de topluma ters düşmüş insanlardı. Birincisi hainlikle, ikincisi kötülükle, üçüncüsü de düşmüşlüğüyle toplumla ters düşmüştü. Ama hepsinin kendine göre saygın kişilikleri de toplum tarafından oluşturulmuştu. Bu iki olgu birbirine ters düştüğünde de onlar için bu bir cehennem oluyordu.

Aşırı utangaç olduğum için bulunduğum ortamlarda pek konuşamam. Sanırım bu yüzden yazıyorum. Fazla dostum da yoktur. Herkesle iyi anlaşırım ama insanın dostu olması farklı bir şeydir. Böyle olduğum için de insanlar hep beni sessiz sakin, antipatik ve önemsiz biri olarak görürler. Demek ki ben de topluma bağlıymışım ki kendimi onların gördüğü gibi görüyorum. Bulaşıcı bir hastalık gibi, Tanrım. Sanki bu benim değişmez kaderimmiş gibi, aslında hiç kötü niyetim olmamasına rağmen hep sessiz olmak, bu yüzden önemsiz sayılmak canımı yakıyor. Suçum sadece medeni cesaretimin olmayışı ve bunu toplumun yaratmasına rağmen toplum tarafından kötü görülmek. Çok acı.

Sanırım sonlara doğru bu yazı çok kişisel oldu ama yine de yayımlayacağım. Burda da utanmayacağım... İşte ben böyle bir hiç kimseyim.

 
Toplam blog
: 7
: 589
Kayıt tarihi
: 30.10.09
 
 

Yazmayı seven bir lise öğrencisiyim. Yazmayı seviyorum çünkü içimdeki mutlulukları veya mutsuzluk..